'Sinemayı sevmek ve aşkla bağlı olmak lazım...'

Sayım Çınar, Ertem Eğilmez'in torunu Arzu Çevikalp ile söyleşi gerçekleştirdi.

Arzu Çevikalp özel bir isim. Sinema yazılarıyla, kitap dünyasını yakından takip eden notlarıyla önemli bir eleştirmen. Sayım Çınar, ünlü yönetmen Ertem Eğilmez’in torunu olan Çevikalp ile buluştu, sinemadan edebiyata, günümüz yayıncılığından dijital platformlara, zengin bir söyleşi gerçekleştirdi.





Sayım ÇINAR / sayimcinar@gmail.com

Fotoğraflar: Mehmet Erduğan



Okuyorum, İzliyorum, Yazıyorum!



Zamanın şiddetine ve gücüne kim dayanabilir ki Arzu? Sinema tutkuna rahmetli değerli Ertem Eğilmez’in etkisi olduğunu düşünüyorum her şeyde. Ertem Eğilmez denildiğinde ne hissediyorsun? Ertem Eğilmez için Bay mükemmel diyebiliriz değil mi?



Elbette etkisi olmuştur… Neticede filmleriyle büyüdük ve onları defalarca izledik, hem de hiç bıkmadan. Hayatımıza renk ve bütünlük kattılar. Şu şüphe götürmez bir gerçek ki, Ertem Eğilmez hem Yeşilçam’ın mihenk taşı hem de en sevilen yönetmenlerinden biri… Halktan oluşu da önemli bir yer tutuyor. Adı her zikredildiği zaman, mutlu oluyor ve gurur duyuyorum. Başarılı olan herkesin önünde saygıyla eğilmek, değerini her ahvalde korumak benim başlıca görevlerim arasında… Bana göre; “mükemmel insan” diye bir kavram yoktur, dünya bile mükemmel değildir. Fakat Ertem Eğilmez’in öngörüsü mükemmel diyebiliriz.



Mükemmeli aramak, mükemmel olmak ve o uğurda savaş vermek mümkün ama saplantılı duygulara girilmediğinde... Büyük resme baktığımızda ortaya takdire şayan bir iş çıkmışsa, işte o zaman başarıdan söz edebiliriz. Ertem Eğilmez vizyonu ve mizanseni güçlü bir yönetmendir. Demem o ki, toplumun saygı duyduğu ve benimsediği Eğilmez oldukça zeki ve ileri görüşlüdür. Filmlerinin hala tekrar ve tekrar büyük bir hazla izleniyor oluşu, kendisinin nasıl bir yönetmen olduğunu ortaya koymaktadır.



Senin sinema yazarlığı dışında bir de çevirmenlik yaptığını biliyorum… Son dönem neler yapıyorsun?



Evet 2009 yılından beri yeminli tercümanım, çünkü dilleri çok seviyorum. İspanyolca, İtalyanca, Portekizce ve İngilizce dillerinde çalışıyorum. Arada da Fransızca öğreniyorum. Ayrıca çeviri yaparak bildiğim dilleri canlı tutuyorum. Çevirirken o kadar çok şey öğreniyorum ki!  Şu ana kadar birçok konuda çeviri yaptım. Çocuk kitapları çevirdim, ama daha çok noter evrakları ile uğraşıyorum. Çeviri olayım ise şu şekilde başladı: Üniversitede Kitle İletişim dersindeki hocamız Yasemin İnceoğlu bize çeviri yaptırıyordu, herhalde merakım böyle gelişti ve bu şekilde ilgim ortaya çıktı. Benim zamanında çeviri üzerine yazdığım bir slogan var, onu burada paylaşmak istiyorum. “Çevirin ki sanatınızı ortaya koyun. Çevirin ki size ait bir eser olsun. Çevirin ki isminiz duyulsun. Kısacası çevirin ki farkınız olsun!”  



Bazı yerli ve yabancı firmalarla çalışıyorum. Yabancı dilde yaptığım sinema röportajlarını da kendim çevirip, yayına çıkmasını sağlıyorum. Kısacası, çeviri her anlamda işime yarıyor ve hayatımın büyük bir parçasını oluşturuyor.





Arzu Film de hayatının bir parçası olsa gerek, Yeşilçam sineması sana ne ifade ediyor? Seni kalbinden vuran Yeşilçam filmleri mutlaka vardır gibime geliyor…



Arzu Film çok köklü ve eski bir şirket, bunu hepimiz iyi biliyoruz. Arzu Film Yeşilçam’ın doğuşundaki bir güneş aslında… Arzu Film ekolünü de unutmamak gerek. Yeşilçam filmleri ile büyüdük onları hayatımızın merkezine koyduk, onlar bizim kadim dostumuz oldular. Hep bizimle beraberdiler, birlikte büyüdük. Yeşilçam masumiyet ve samimiyet dönemiydi, sıcaklık ve birbirine kenetlenme vardı. Kol kanat gererek birlik ve beraberlik adına güzel işler ortaya konuldu. Eski Yeşilçam filmleri bize yapıcı mesajlar vererek, duygularımızı harekete geçiriyordu ve kendimizi iyi hissediyorduk. Yeşilçam sineması seyirci odaklıydı. Modası hiçbir zaman geçmeyecek, çünkü içinde sevgi, dostluk, aile ve tinsellik var. Sevdiğim Yeşilçam filmlerini şu şekilde sıralayabilirim: Gülen Adam, Katma değer Şaban, Korkusuz Korkak, Kara Gözlüm, Avanak Apdi, Arabesk, Süt Kardeşler, Bizim Aile, Hababam Sınıfı, Neşeli Günler, Aile Şerefi, Banker Bilo, Kezban Paris’te, Sultan, Senede Bir Gün ve daha niceleri…



Ülkemizdeki festivalleri yakından takip ettiğini biliyorum. Bu yıl İstanbul festivalinde birçok film izledin. Seni kalbinden vuran filmlerden bahsetmeye ne dersin?



Festivalleri yakından takip ettiğim doğrudur. Her zaman sanat adına savaştım. Sanatı savunup, yanıma aldım. Sanat benim arkadaşım, festivaller ise her şeyim. Festivaller sanatı ayakta tutan temellerden biri, zira festivaller aracılığıyla sosyallik yaşıyorum, yeni insanlarla tanışıyor ve onlarla fikir teatisi yapıyorum, bu da beni geliştiriyor. Bu yıl yine festivalde güzel insanlarla tanıştım, onlarla bütünleştim. Bu festivalin en güzel tarafı sinema yazarı Fırat Yücel’in annesi kültür dehası Şükran Yücel ile film izlemek oldu. Kendisi bana yine harika bir roman önerisinde bulundu. Bir de festivaller ortak buluşma noktamız, uzun süre görmediğimiz dostlarımızı festivalde görüyoruz ve sohbet ediyoruz. Bundan büyük mutluluk yok bence… Festivalin en sevdiğim filmi insan hakları bölümünde yarışan “Diciembres” oldu. Film zaten ödül aldı. Yönetmen ile bir röportaj yaptım, kısa bir süre sonra yayında olacak. Diğer filmler ise şöyle; Bay Jones, Oyunbozan, Lanetli Kumaş, Yüzleşme, Beyaz Karga, Sadık Bir Adam, Yabancıların Nezaketi, Kırmızı, Edmond, Gözbebeğim, Rüzgâr, Destroyer, Damien Dünyayı Değiştirmek İstiyor, Doktorlar…



Hababam Sınıfı'nın hayattaki oyuncularının en büyük destekçilerinden biri olduğun söyleniyor. Bu oyuncularla nasıl projeler yapıyorsun?



Güzel işler yapıyorlar, bitmek ve tükenmek bilmeyen enerjileri var. O yüzden takdir ediyorum. Buradan Hababam Sınıfı etkinliklerinin birinde tanıştığım resim öğretmeni Fatoş Yılmaz’a teşekkürlerimi iletiyorum.



Hayatın sinema olsa gerek. Sinemada en çok hangi edebiyat uyarlamalarını değerli buluyorsun?



Hayatım sinemaya bağlı ama yabancı dizilerle de yakından ilgiliyim ve çok fazla izliyorum. Netflix geldiğinden beri dizilerin elimin altında oluşu, bana kolaylık sağladı. Değerli bulduğum edebiyat uyarlamaları: “Murder on The Orient Express (1974)”, “1984”, “Shutter İsland”, “The Silence Of The Lambs”, “Carrie”, “One Flew Over The Cuckoo’s Nest”, “The Godfather”, “The Shawshank Redemption”, “Blade Runner (1982)”,  “Trainspotting (1996)”, “The Prestige (2006)”, “12 Years a Slave”, “The Curious Case of Benjamin Button”, “Green Mile”, “The Bookshop” ve daha bir çok uyarlama… İlk aklıma gelenler...





'Sinemayı sevmek ve aşkla bağlı olmak lazım, aksi takdirde bir yere varılmaz'



Türkiye gerçeği üzerinden çok az film çekiliyor. Medyada sürekli bir değişim var örneğin, Sinema eleştirmenliği tam olarak bir meslek olmayı başardı mı?



Ekonomik anlamda zor günler geçiriyoruz ve medyanın durumu da kritik. Gazeteler kapanıyor ve güçlü medya kuruluşları direnişi kaybediyor. Üzücü gerçekten de…



Sinema eleştirmenliği hiçbir zaman bir meslek olmayı başaramadı, ama Atilla Dorsay büyük bir çığır açtı. O dönemde ve sonrasında çok değerli sinema yazarları yetişti. Alin Taşçıyan, Mehmet Açar, Burak Göral ve daha niceleri… SIYAD kuruldu ve sinema üzerine güzel adımlar atıldı. Gazetelerde sinema köşeleri vardı ve o köşelerde değerli sinema yazarları yazıyordu ve popüler olanlar telif alıyordu. Şunun altını çizmek isterim ki, telif mevzusu ise başlı başına bir sorun. Sinema eleştirmenliği profesyonel olarak görülmüyor, bir hobi aracı olarak görülüyor ne yazık ki… Gönüllü yazarlık kavramı türedi, yazarlar var olmak için gönüllü yazıyorlar. Sinemaya ve eleştirmenliğe gereken önem hiçbir zaman verilmedi, bir eğlence olarak görüldü sinema, fakat sinema hayatımızın izdüşümü ve bizi bize anlatıyor. Büyük bir örgütlenme sorunu var ve bu çözülmedikçe de durum değişmeyecek. Sinema eleştirmenliğinden para kazanılmadığı için yazarlar hep başka işler yapıyorlar, başka işler yaparken de bütçelerini sinemaya yatırıyorlar. Neticede sinema sevmeden yapılacak bir iş değil. Sevmek ve aşkla bağlı olmak lazım, aksi takdirde bir yere varılmaz.



Türkiye’de tarafsız, objektif bir eleştirmen olmak son derece zor. Her tarafta bir gruplaşma hali var. Sektörde çok benzerin yok bence.



Öncelikle değerli görüşün için teşekkür ederim. Sana bu konuda katılıyorum. Aslında kimsenin benzeri yok, herkes özel. Tarafsız olmak oldukça zor, ama mümkün… Ben her zaman objektif olmaya çalıştım ve gerçekten zorlanıyorum, bazen kendimi tutamadığım zamanlar oluyor, fakat kendimi bastırıyorum. Yapmak zorundayım. Her zaman bağımsız oldum, taraf tutsam bile, dışarıya, yani okuyucuya yansıtmam. Önemli olan okuyucuyu kendine bağlamaktır, eğer okuyucu senden bir şeyler öğrenip onu özümserse, ok hedefe ulaşmış demektir.



Aslında her şeye tarafsız olarak bakarsak ve olduğu gibi yorumlarsak gruplaşma riskini ortadan kaldırırız, önemli olan okuyucuya ne yansıttığımızdır. Taraflı olmak yazının çok okunmasını sağlamaz, hatta zaman zaman okuyucuyu soğuttuğunu da söyleyebiliriz. Bence, içeriğin özü her şeye bedeldir.





'Bazen aradan sürprizler çıkabilir, hiç ummadığın bir film seni şaşırtabilir'



Filmleri küçümsemek de moda oldu son dönemde. www.arzucevikalp.net adında bir siten var. Daha farklı bir sinema okuması yapıyorsun, biraz bahseder misin sitenden?



Aslında her yazarın kendine özel sitesi olmalı, çünkü site yazarın kimliği gibi. Site yazar hakkında bize detaylı bilgiler veriyor ve kişisel sitede her zaman daha özgür olunuyor. Karışan ve müdahale eden yok. Patron yazar oluyor. Hangi yazının yayınlanıp yayınlanmayacağına yazar karar veriyor. Kişisel site yazarın kendini ifade ettiği bir alan aslında. Yazar hür iradesiyle ve dilediğince duygularını ortaya döküyor. Bu büyük bir mutluluk… Sitemde sinemadan ziyade başka konular da var, çünkü her konuda yazmayı seviyorum. Sinema her zaman benim için en önde yer alsa da çok yönlü düşünüp yazmak beni motive ediyor. Gelelim filmleri küçümseme mevzusuna… Her filmin kendine göre anlamı ve yeri var. Sevip sevmemek tercih meselesi, fakat yapılan işe önce saygı duymak lazım, neticede emek veriliyor. Tabi bir de önyargılı yaklaşıp, tekdüze olmamak gerek. Bazen aradan sürprizler çıkabilir, hiç ummadığın bir film seni şaşırtabilir.



Dijital medyada sinemayı nasıl değerlendiriyorsun? Burada yapılan tanıtımların içeriğini nasıl buluyorsun?



Netflix ve Blu Tv’nin varlığını göstermesi hem olumlu hem olumsuz etki yarattı. Yapımcılar ve yönetmenler artık filmlerini Netflix için üretip satış gerçekleştiriyorlar, bu da sinemada kaos yaratabilir. Bu olumsuz tarafı, olumlu tarafı ise arşiv gibi hepsi yanımızda. Tek bir tıkla izleyip durdurabiliyoruz. Bazı içerikler oldukça iyi bazı içerikler de bir o kadar vasat. Arasını bulmak biraz zor. Netflix içeriklerinde sınırlama ve kısıtlama yok, istedikleri gibi çekip yayına veriyorlar. Yani Tv’deki ve sinemadaki gibi bir kaygı yok, çünkü sinemadaki filmler sansüre takılıyor. Bazı sahneler montajlandıktan sonra izliyoruz. Netflix’de konuların ucu açık…



Bence Netflix’de izleyemediğimiz filmler yayında olmalı. Mesela filmler sinemada gösterildikten birkaç ay sonra Netflix’de izleyebiliriz. Ülke sineması için çok iyi bir avantaj. Netflix için özel üretilen filmlere ne yazık ki karşıyım ama diziler için bulunmaz bir nimet. Ne kadar çok dizi olursa o kadar ilgi çeker. Her film ülkemizde gösterime girmiyor, gösterime girmeyen filmleri Netflix aracılığıyla izlemek gerçekten de çok mantıklı.





Kitap eleştirileri de yapıyorsun, Türkiye’deki yayıncılığı nasıl yorumluyorsun?



Evet… Adil bulmuyorum aslında. Kitap okumayı çok severim. Bol bol okur ve araştırma yaparım. Türkiye’de kitap okuma alışkanlığı yok denecek kadar az. Ne yazık ki Türkiye’deki kitaplar kapitalizmden besleniyor ve sadece satış odaklı. Bazı kitapların içleri o kadar boş ki, insanın okuyası dahi gelmiyor. Tabi ki çok iyi yazarlar ve romanlar var ama önemli olan onları ücra köşelerden bulup çıkartmak. Popülizm kavramının yükselişte olduğu Türkiye’de yayıncılık gerçekten zor günler yaşıyor, çünkü bilgi ve kültür satmıyor. İnsanlar kafalarını dağıtacakları basit düzeyli kitaplar tercih ediyorlar, maksat zaman geçirmek. Öğrenmek her zaman ikinci planda kalıyor. Bende ise durum tam tersi ben bilgiye açım. Nereden ne öğrenebilirim diye uğraşıyorum. Bazen hediye kitaplar alıyorum. Zamanında Habertürk’e şahsım adına gelen kitapları severek okudum. Yollayanlara buradan teşekkür ediyorum. Eskiden basılan kitaplar, romanlar, sözlükler daha kaliteli ve özgündü, ama bunu günümüz için söylemek neredeyse imkânsız zira, günümüzdeki birçok yayın oldukça yüzeysel…



Son olarak da şunu söylemek istiyorum: Dijital dönüşüm yaşamanın da yayıncılık üzerinde olumsuz bir etkisi var, insanlar artık kitapları tabletlerinden ve e-kitaplarından okuyorlar. Kabul ediyorum dijital pazarlama kolaylık sağlıyor, ama kitap sayfalarına dokunamamak ve o sayfaları hissedememek iç burkucu. O sayfalardaki koku hiçbir yerde yok. Bilgi iyice cebe girdi. O denli teknoloji hayatımıza egemen oldu.




Galatasaray, Bodrumspor'u tek golle geçti Narin Güran cinayetinde kritik gelişme Yenidoğan Çetesi davasında ara karar! En yüksek emekli promosyonu veren bankalar O Ses Türkiye'ye damga vurmuştu! İşte son hali... 11 kilo verdi! Demet Akalın'ın son hali olay oldu