Sina Koloğlu: "Diziler ilginç bir hale geldi"
Milliyet gazetesi yazarı Sina Koloğlu, Samanyolu Televizyonu’nun medya & magazin dergisi "Kehkeşan"a konuştu...
Koloğlu, Kehkeşan’a televizyon dünyası, Bulutsuzluk Özlemi ve sıra dışı yaşamıyla ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. İşte o röportaj:
Babanız eski spor yazarlarından Doğan Koloğlu, dedeniz eski Libya başbakanlarından Sadullah Koloğlu, amcanız ise ünlü gazeteci-yazar Orhan Koloğlu. Köklü bir aileye mensup olmak size ne tür sorumluluklar yükledi?
Böyle bir dede, baba ve amcamın olması çıtayı baştan yükseltiyor. Çok şeyi görme fırsatım oldu. Özellikle babam ve amcamı tanımak, onların yaşadıklarına şahit olmak, kendi yolumu çizmemde bana çok yardımcı oldu. Onlarla aynı mesleği yaptım, bundan kaçamıyorsunuz. Çünkü doğduğunuz gün ne yapacağınız zaten çizilmiş oluyor. Farkında olmadan daha dört yaşlarında gazeteye gitmeye başladığımda bizimkinin sıradan bir baba-oğul ilişkisi olmadığını anladım. Gazetecilik bilerek ve isteyerek bilinçaltıma yerleşti.
Babamın bu ülkenin en iyi gazetecilerinden biri olduğu kartviziti ile yaşamaya başladım. Babam hücum futbolu anlayışını futbolumuza kazandırarak spor basınının duayenlerinden oldu. Benim için başarı çıtası daha da yükselmişti. Bu nedenle gazetecilikte spora hiç bulaşmadım. Çünkü babamla mutlaka kıyaslanacaktım ve o kıyaslamada benim çok fazla şansım olmayacaktı. Kendi kendimi kabul ettirebileceğim bir mesleğim olmalıydı. Amcam Orhan Koloğlu’nda ise disiplin ve korkunç bir çalışma azmi gördüm. Hayatında öyle dönüm noktaları oldu ki; “başkası olsa çoktan köşeyi dönerdi” denecek cinsten. Gerçekten elinin tersi ile bunları ittiğini gözlemledim.
Babanızın ve amcanızın gazeteci olmasından kaynaklı evinizde diğer gazetecilerle buluşmalar, sohbetler oluyor muydu?
Babamların hayatında polisler hiç eksik olmadı. Evimizde Türkiye’nin siyasi tarihiyle ilgili önemli konuşmaların yapıldığına şahit oldum. O dönemler Türkiye’nin kaderini çizen toplantılardı bunlar. Bunların önemini idrak edemesem de şimdi geçmişe bakınca önemli süreçler olduğunu görüyorum. Mesela amcam Bülent Ecevit’in basın danışmanlığını yaptı. Evimize yurtdışından elçiler ve Uğur Mumcu gibi değerli gazeteciler de gelirdi.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çocukların çocuk olarak yaşayabileceği her şeyi yaşadım. Yatılı okudum, çayırlarda koştum. Kovboyculuk oynadım, taştan kalelerin olduğu toprak sahalarda top oynadım. Çocukluğum Orhan Kemal ve Yaşar Kemal gibi 70’li yılların en önemli gazetecilerinin ikamet ettiği Basınköy Mahallesi’nde geçti. Ahmet Altan ve Mehmet Altan arkadaşlarımdı. Birbirimizin evinden çıkmazdık. Çift kale maçlar yapardık. Annem Mehmet Altan’a Fransızca çalıştırırdı.
Bugün anılarımı anlatırken bile o günlerdeki heyecanı duyuyorum. Hayat insanları farklı yerlere sürüklüyor ve anılar unutuluyor. Benim için insan ilişkilerinin devam etmesi çok önemli.
“Kendi yeteneklerimi sınırlandırdım”
Küçük yaşta piyano çalmaya başladınız. Müziğe olan tutkunuz çocukluktan geliyor diyebilir miyiz?
Annem aslen Avusturyalı ve çok güzel piyano çalardı. Biraz da aile geleneği gibi bir şeydi bizde piyano çalmak. Annem bu geleneği bende de devam ettirmek için beni Alman disiplini ile yetiştirmeye başladı. Öncesinde çok zorlandım, mesela notaları hiç sevmedim. Piyanoyu sevdim ama Piyano büyük bir disiplin gerektirir. Bense disiplinli bir çalışma yapamadım. Kendi yeteneklerimi sınırlandırdım.
Orta ikinci sınıftayken yaptığım klasik beste sonrasında piyano hocam beni, Cemal Reşit Rey’in yanına götürdü. Bestemi onun piyanosunda çaldım. Ruh halimi hatırlıyorum da bestemi Cemal Reşit Rey’in önünde çalmak benim için tarihi bir olaydı. Müzikten hiç kopmadım. Büyük bir orkestrayla albüm yapma planlarım hala var.
Müzisyen olmanızda ailenizin etkisi ne yönde oldu?
Ailecek her hafta sonu sabah erkenden evden çıkılır, uzun bir ulaşım macerasından sonra Taksim’deki Şan Sineması’na gidilirdi. Pazar günü altı yaşında bir çocuk için olabilecek en zor anlardan biri herhalde. Bugün baktığımda ise tüm o sıkıntılı klasik müzik konserlerinin müziğe bakışımı ve yaptığım çalışmaları etkilediğini görebiliyorum. Annemin etkisinin etkiden daha da öte bir şey olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Türkiye’nin ilk Türkçe sözlü alternatif rock yapan grubu Bulutsuzluk Özlemi’nde klavye çalıyorsunuz. Bulutsuzluk Özlemi’yle buluşmanız nasıl oldu peki?
Nejat Yavaşoğulları ile lisedeyken aynı sınıftaydık. Nejat tiyatro gecelerinde benim yeteneğimi gördü ve grup kurunca beni de almaya karar verdiler. 85’ten bu yana beraberiz. Aile gibi olduk. Birbirimizin açıklarını, nelere kızacağımızı, nelerden mutlu olacağımızı çok iyi biliyoruz.
Senfonik rock albümü yaptınız. Dünyada sadece birkaç büyük grubun yaptığı bir şey bu. Nasıl oluştu bu projeniz?
1997'den beri senfoni orkestralarıyla beraber konserler veriyorduk. Bulutsuzluk Özlemi'nin eski şarkıları senfonik bir şekilde düzenlendi ve orkestra ile çalındı bu konserlerde. Tepkiler oldukça olumluydu. Yaptığımız müziği kaydetmeyi hep düşünüyorduk. En düzgün kaydı İstanbul Açıkhava Tiyatrosu'nda şef Orhan Şallıel ve 45 kişilik orkestrasıyla yaptığımız konserde alabildik.
Entelköy Efeköy’e Karşı filminde de rol aldınız. Bu tarz film ve dizi teklifleri geliyor mu?
Teklif gelmesi için biraz ortalarda görünmek, işin içinde olmak lazım. Planlayıp ya da öngörerek bu tarz ortamlara girmedim. Şu an tüm yapımcıları tanıyorum fakat aynı ortamlarda çok fazla bulunmuyoruz. Bu iyi bir şey bence. Karşıdaki benim gazeteci olduğumu biliyor, ben de onun yapımcı olduğunu. Diğer türlü arkadaşlıkla iş ilişkileri birbirine karışıyor ve karşılıklı beklentiler değişiyor. Klip çekimlerimizden de gözlemlediğim için bu işlerin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Çok ciddi bir mesai gerektiriyor. Bu nedenle dizi ya da filmde yer almayı açıkçası istemem.
TV eleştirmenliği nasıl gidiyor? Reyting Canavarı isimli köşenizde televizyon dünyasından haberler, yorumlar ve eleştiriler yer alıyor. Yazdığınız yazılardan dolayı tepkiler alıyor musunuz?
Önce Cumhuriyet Gazetesi sonra Milliyet Gazetesi’nde çalıştım. Böyle bir atmosferde büyüdükten sonra ticaret ile uğraşmam zaten mümkün olamazdı. Sanırım eleştirmenlik yapmaya başlayalı 15 yıl oldu. Tepkilerin yelpazesi geniş. Hele her gün yazınca bunun dozunun artması kaçınılmaz.
TV’de özellikle takip ettiğiniz kanallar hangileri?
Muhabirlikten geldiğim için televizyon kanallarına “hangi kanaldan nasıl bir haber çıkarırım” düşüncesiyle bakıyorum. Her kanalın ve her programın kendi içinde bir toplumsal karşılığı olduğuna inanıyorum. Ne kadar benim yaşamımın, hayata bakışımın dışında olsa bile (ki büyük bölümü öyle oluyor) işim gereği hepsini izliyorum. En çok malzeme dizilerden geliyor diyebilirim. Bir de diğer yazan arkadaşlardan farklı olarak yabancı basını olabildiğince takip etmeye çalışıyorum.
Yapılan anketler sizin “En çok okunan ve güvenilen TV eleştirmeni” olduğunuzu gösteriyor. Halkın size olan bu güvenini neye bağlıyorsunuz?
Müzikte olduğu gibi gazetecilik mesleğinde de adımın şekillendirilmesini hiç hayal etmedim. Böyle bir kartvizitim olsun diye uğraşmadım, bunu amaç edinmedim. Beni okuyanların güveni bu.
“Ekranda göstermelik bir ahlak var”
Ekranda beğenmediğiniz yapımlar var mı?
Türkiye değiştikçe ben de değişime ayak uyduramadığımı kabullendim. Gündemde ve herkes izliyor diye, ben de aynı şeyleri yazmak istemiyorum. Bazı projeler o kadar çok abartılıyor ki ben bile anlamlandıramıyorum. Karakterlerden ziyade çekimlere de bakıyorum, gerçekten yeni bir şey yok. Diziler ilginç bir hale geldi günümüzde. Ahlaklı ama alttan alta ahlaksız, göstermelik bir ahlak var. Dizi sayısı çok fazla arttı ama reytinglerde dizilerin izlenme payı düştü. Şu an haber, tartışma programları da bu çemberin içine girmeye başladı. Her şey birbirini tekrarlıyor.
Acun Ilıcalı’yı nasıl buluyorsunuz?
Bir adam bir şey yaptıysa ve o iş tuttuysa başarılıdır. Acun’un yaptığı işi ben yapmaya kalksam beni kovalarlar. Acun gerçekten işini iyi yapıyor. Yetenek Sizsiniz ilk yıllarda çok profesyonel değildi. Ancak şu an iyi işler çıkmaya başladı. Bale, jimnastik yapan okullardan çocuklar katılıyor mesela. İnsanlar bir yerlerde bir şeyler yapıyorlarmış, biz bunu bu program sayesinde öğrendik. Televizyon sektörüne Acun gibi adamlar lazım. Onun gibi iki adam daha olsa televizyona bakış da değişir.
Samanyolu TV’nin yapımlarından hangilerini beğeniyorsunuz?
Şu anki en iyi yemek programı Yeşil Elma bence. Oktay Usta şovmen bir adam kesinlikle, bir numara. Kendini çok sevdiriyor ve konuklarını çok iyi ağırlıyor. Tam bir televizyon adamı. İnandırıcılık var, yemek var, yetenek var. Şimdi programında bahçe de açtı. Oradan sebzeleri alıp yemek yapıyor. 14 yıldır yemek programıyla devam ediyor. Onun yanına yaklaşan bir program daha olmadı.
"Cem Yılmaz TV’de olmalı"
Bir TV kanalınız olsaydı yayın akışınızda ne tür programlara yer verirdiniz?
Böyle soru sorulunca “kolaysa gel sen bu kanalı yönet” diyenleri duyar gibi oluyorum. Aslında eleştirilerimi de zaten bunu göze alarak yapmaya çalışıyorum. Öncelikle kanal yönetmek zor iş. Benim yayın akışımda futboldan sabah programına, diziden belgesele her programın olmasını isterdim. Özellikle de zeka düzeyi yüksek programlar... O zaman da izleyici memnun kalamayabilir. Güzel bir şov programı kesin yapardım. Türkiye’de bu anlamda bir tek Beyaz Show var. TRT deniyor şu sıralar bunu. Türkiye’de şovmen de komedyen de çok az. Hala Mehmet Ali Erbil var mesela. Yıllardır onun üstüne bu işi yapan bir adam yok. Beyaz ve Okan’dan başkası da yok. Cem Yılmaz gibi adamların da televizyonda olması lazım. Böyle adamlar televizyonda yer almıyorsa ya televizyonun kalitesi çok düşüktür ya da bu adamlar televizyonu beğenmiyordur. Başka açıklaması yok bunun. Televizyona Ata ve Şahan çıktı fakat çabuk pes ettiler. Bu kadar çabuk gitmemeliydiler.
Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Televizyonla ilgili kitap yazmamın gerekli olduğunu düşünenler çok fazla. Bu anlamda “kitap yaz” diyen çok oluyor. Aslında bir ara günlük yazılarımı biriktirip, hatıra defteri gibi bir şey yayınlamayı düşündüm. Ama bu köşe yazılarımın toplamından oluşan bir kitap olmayacak, içeriği zenginleştirilmiş bir televizyon günlüğü formatında bir çalışma olacak. Kimler gelip geçmiş, hangi programlar yapılmış gibi. Bir de belgesel müziklerimden oluşan bir albüm yapabilirim.
Hayatta en çok keyif aldığınız şey nedir diye sorsak neler söylersiniz? Korkularınız var mı?
Olmaktan zevk alınabilecek her ortamın kıyısında olmak bile bazen yetiyor bana. Denizin kenarında olup balık yemek gibi. Her gazeteci gibi haberimin gündemde olması ve konuşulması beni de mutlu eder. Bu belki basit gelebilir ama büyük bir emeğin, birikimin ve tecrübenin sonuçlarıdır bunlar. Az ile yetinmenin kolaylığı diyeyim. Korkuların üstesinden gelebilecek can simitlerini yanımda bulundurmaya çalışıyorum.