Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, Ekrem İmamoğlu'na sitem etti: Dostum sandığım İmamoğlu selamı sabahı kesti
Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, bugün kaleme aldığı yazıda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yüklendi. "İmamoğlu kazandı.. Ve ne acıdır ki, o harika sloganı nerdeyse tersine döndü.. Hiçbir şey çok güzel olmadı. Ama tersine çok şey, çok berbat oldu.." diyen Uluç, "Yakın arkadaşım, dostum sandığım İmamoğlu selamı sabahı kesti." diye de sitem etti.
Her Şey Çok Ne olacaktı?...
"Her şey çok güzel olacak" ne güzel bir seçim sloganıydı. Söyleyen de, Beylikdüzü'nün çok gidip, çok görüp, çok hayran olduğum Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.. "Kazanırsa, yaşadı İstanbul" dedim. Rakip aday, Binali Yıldırım'dı. Onu da yakından tanıyordum. Köşemdeki yazımı hatırlarsınız.
"Hangisi kazanırsa kazansın, İstanbul kazanacak!."
İmamoğlu kazandı.. Ve ne acıdır ki, o harika sloganı nerdeyse tersine döndü..
Hiçbir şey çok güzel olmadı. Ama tersine çok şey, çok berbat oldu..
Yakın arkadaşım, dostum sandığım İmamoğlu selamı sabahı kesti. İçine düştüğü Millet İttifakı cumhurbaşkanlığı adaylığı hevesi, bir Sabah yazarı ile dostluğu kaldıramaz, diye düşündü herhalde.. Bana kendisinin verdiği özel telefonunu açmaz oldu. Sonra başkasına devretti ve iletişimimiz kesildi. Bu köşeden sorduklarıma da cevap vermez oldu.
En son geçen hafta sormuştum, hatırlarsınız..
"Her şey çok güzel olacak, dedin İmamoğlu.. Çok değil, daha güzel yaptığın tek şeyi söyle İstanbullular için, burada yazayım.."
Tısss!. Verecek cevabı olmadığından tabii..
Bakın mesele, parti marti değil.. Mesele insan!.. Hani bizim kuşak iyi hatırlar, "Şehir ve İnsan" dizisini.. Anthony Quinn bir belediye başkanını oynuyordu o dizide.. Nelerle nasıl savaşıyor ve kazanıyor, kasabasına neler neler kazandırıyordu..
Belediye başkanı odur işte.. Parti değil insan..
Hiç Eskişehir'e gittiniz mi?. Hele de benim gibi, ilk 1960'larda, son da 2010'lardan sonra..
Orada bir insan bir "yeni" şehir yarattı, Eskişehir'den. Bu ülkenin yaşanacak en güzel şehri yaptı.. Gidip görürseniz hak verirsiniz. Benim Amerikalı kayınpederin yaşadığı Reno'nun girişinde "Dünyanın En Büyük Küçük Şehri" diye yazar.. O levhayı alın, aynen Eskişehir'in girişlerine koyun.. Öylesi..
O şehri, fiziksel, sanatsal, kültürel yapan, hepsi başka temalar içeren parklarıyla oksijen deposu yeşilliklere boğan, kentin tam içinden geçen Porsuk Çayı'nı iki sahili boyunca heykellerle müzeye çeviren, İstanbul'da olmayan plajlar yapan; tiyatro, opera ve gösteri salonlarıyla dolduran; orkestralar, tiyatrolar kuran, daha aklınıza ne gelirse yapan Yılmaz Büyükerşen Hocam.. (Hocadır gerçekten.. İşe üniversite kurarak başladı, Eskişehir'de. Sonra o gençliği arkasına alıp "yeni" Eskişehir'i..)
Ama, İsmet Paşa'dan beri aradığı başkanı bir türlü bulamayan CHP, bu Yılmaz Büyükerşen'i görmezden geldi hep.. O da "Ben varım" diye ortaya atılmadı. Bekledi ki, eserlerine bakıp çapını görenler onu davet etsinler.. O davet hiç gelmedi. İyi ki de gelmedi.. Kazanan Eskişehir, kazanan "Türkiye'nin En Büyük Küçük Şehri"ne sahip bizler olduk..
Bakın.. Bodrum, Alaçatı, orayı burayı bir defalık unutun. Mevsim de önemli değil.. Eskişehir'e gidin bir haftalık tatil için.. Yetmez, en az 15 gün lazım ama, gene de hayatınızın en güzel, en sürprizli, en eğlenceli tatilini yapacağınıza iddiaya girerim..
Bu Eskişehir'i durup dururken anlatmadım size..
Dedim ya.. "Mesele parti değil, insan" diye.. Onun örneğini vermek için..
Recep Tayyip Erdoğan, Kasımpaşa'da yetişmiş, İETT futbol takımında amatör oynayan, Fenerbahçe'den gelen teklifi, babası futbolcu olmasını istemediği için geri çeviren, sonra, özellikle soldaki oyların bine bölünmesi yüzünden yüzde 24.5 gibi bir oyla İstanbul Belediye Başkanı seçilen, o zamana dek kimsenin tanımadığı genç adam..
Kızın, nefret edin, deli olun.. Ama o Kasımpaşalı genç, o tesadüfi İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan bugün, başkanlık sistemi içindeki ülkenin lideri durumuna geldiyse, kabul edin "Onda bir şeyler değil, çok şeyler var".. Üstelik, tıpkı sol gibi bölünmüş sağ kesimin de lideri olarak.. Katıldığı parti bile kaça bölünmüş, sonunda o da ayrılıp kendi partisini kurmuşken üstelik.. Dahası.. Devlet Bahçeli gibi en azılı muhalifini (Sözleri meydanda) yanına da değil, avucunun içine alarak..
Dünyanın başkenti New York'ta Birleşmiş Milletler'in tam karşısında dünyaya kafa tutarak.. O Birleşmiş Milletler'in 5 değişmez Güvenlik Konseyi üyesi var. Amerika, Rusya, İngiltere, Çin ve Fransa..
New York'ta, 171 metre yüksekliğindeki gökdelen "Türkevi"nin önünde, o Birleşmiş Milletler'e bakarak "Dünya 5'ten büyüktür" derken, Birleşmiş Milletler'in aldığı kararları tek başına "veto" etmek hakkına sahip bu "5 büyükleri" kastederek konuşan Türk lider, o Kasımpaşalı genç işte..
Kızın, deli olun, düşürmek için elinizden geleni yapın, oyunuzu hiç vermeyin ama kabul edin, adamda "lider" vasfı var..
Mekteb-i Mülkiye'de bize "Siyasi Partiler" dersi veren, ki aralarında 100 yaşına giren hocamız Nermin Abadan Unat da var..
"Türkiye karizmatik liderler ülkesidir"i öğretmişlerdi. Özeti..
"Bu ülke partiye değil, lidere oy verir!."
Tercihi partiden değil, liderden yana olan ülkede, yaptıkları ile CHP'ye de, muhalefet ittifakına da, ülkeye de lider olabileceğini kanıtlayan Yılmaz Büyükerşen'i, kendi partisinin bile neden görmezden geldiğini uzun uzun anlatmama gerek var mı?.
Çünkü CHP'de "Küçük olsun, benim olsun" diyen ve "ana muhalefet liderliği"ne razı bir başkan var. Parti tüzüğü de öyle onun için hazırlanmış ki.. Bir kere başkan seçildin mi, bir daha sen istemedikçe hep kalırsın. 9 kere seçim kaybetsen bile..
Bedri Baykam'ın yıllardır durmadan kaale bile alınmayan "tüzük değişikliği" teklifleri bu antidemokratik tüzüğü değiştirmeye ve parti içi demokrasiyi sağlamaya yönelik.. Ama Bedri, muhalif gazeteler için bile kaka çocuk..
Lafı nereden nereye getirdim. Oysa amacım iki CHP'li Belediye Başkanı İmamoğlu ve Büyükerşen arasındaki farkı ortaya, çok küçük bir misalle ortaya koymaktı..
Lafı o kadar uzattım ki, (İçim çok dolu ne yapayım) o konuyu resimleriyle beraber ikinci konu yaptım..