'Radikal'in yaşaması mümkün değildi'
Usta gazeteci Tuğrul Eryılmaz, uzun yıllar yöneticilik yaptığı Radikal'in tamamen kapatılmasının ardından ilk kez konuştu. Medyatava'dan Canan Kaya'nın sorularını yanıtlayan Eryılmaz, kapatılma nedenini ve yapılan hataları sözünü esirgemeden anlattı.
Radikal’e yıllarca emek veren isimlerden biri de usta gazeteci Tuğrul Eryılmaz. 17 yıl boyunca Radikal 2’nin yayın yönetmenliğini yürüten Eryılmaz’ı röportaj için aradığımda ilk cevabı üzüntülü bir ses tonuyla “Kapandı işte, ne söylenebilir ki artık” oldu. Ben de bu röportajı ‘unutulmasın’ diye yapmak istediğimi söyledim. Kırmadı ve yine dobra dobra anlattı her şeyi…
‘Unutulmasın’ çünkü özellikle son dönemlerde gözümüzün önünde televizyon kanallarının fişinin çekildiği, gazetelerin kapısının mühürlendiği bir ortama alışmamız isteniyor. Türkiye medyasını giderek kötü bir noktaya götüren bu olaylar arttıkça, daha bir önceki günkü gelişmenin detaylarını konuşamadan bir yenisine odaklanıyoruz. İşte, Radikal’in kapanışı da böyle sessiz sedasız ve 1 günde oldu. Çalışanların çoğu ani bir toplantıyla, yazarlar ise ertesi günkü yazısını kaleme alırken öğrendi…
Peki Radikal neden kapatıldı?
Doğan Grubu nedeni ‘mâli’ diyor ama iddialar bu açıklamanın pek de tatmin edici bir gerekçe olmadığını gündeme getiriyor. Medyatava’nın sorularını yanıtlayan Eryılmaz, gazetenin kuruluşundan bugüne uzanan gelişmeleri, kapatılma nedenini ve yapılan hataları bir bir sıraladı…
Sizce Radikal’in kapatılma sebebi gerçekten mâli mi?
Bunun katiyen doğru olmadığını düşünüyorum. Kâğıtta ikna olabilirsiniz, ancak artık dijital olarak devam eden bir gazeteydi. Zaten ekip de çok küçülmüştü. Mutlak konuşmak istemiyorum. O nedenle tasarrufun bir payı olabilir diyorum. Ama inanın ki bu çok küçük bir paydır.
“RADİKAL SİYASAL İKLİMİN KURBANI OLDU”
Siyasal nedenlerden kapatıldığı yorumlarına katılıyorsunuz o halde?
Kesinlikle siyasal iklimin kurbanı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki siyasal iklim, totaliter bir yere doğru gitmeye başladı. Radikal gibi bir gazeteye bile tahammülü yoktu. Yoksa o gazete orada kendi kendine yayınlarına devam edecekti. Ama küçük bir bahane bulup, sessiz sedasız kapattılar...
“BU BASKI ORTAMINDA RADİKAL’İN YAŞAMASI MÜMKÜN DEĞİLDİ”
Peki patronajın bu baskıya boyun eğmesini nasıl yorumluyorsunuz?
O kadar ağır baskı var ki kimseyi suçlayamıyorum aslında. Doğrudan doğruya bir ülkenin tepesindeki insanların gazete patronlarına baskı yapıp, "Şunu atacaksın, bunu yazdıracaksın, bunu yazdırmayacaksın" dediği bir ortamda, Radikal'in yaşaması mümkün değildi. Aydın Doğan da "Ay efendim biz çok baskı gördüğümüz için kapattık" diyemezdi herhalde. Sonuç olarak kapitalist bir medya patronluğundan bahsediyoruz.
Kapatılma sürecinde çalışanlarla görüştünüz mü? Onlar nasıl yorumluyorlar?
Konuştuğum arkadaşlarımın yüzde 90'nı kararın siyasi nedenlerden alındığını düşünüyor.
Radikal’e yıllarını vermiş bir isim olarak kapatıldığını öğrendiğinizde ne hissettiniz?
Çok üzüldüm. Her şeyi tuhaf yaptılar. Adam değiştirip, ondan sonra pat diye seni kapatıyoruz dediler. Ama Türkiye’de öyle bir gelenek yok diye düşünüyorum. Yani ahlar vahlar içinde gitmiyor. Halbuki Türkiye’de iyi gazeteler gördük biz. Yeni Yüzyıl denedi bir ara, Taraf, Radikal denedi. Ama insanlar sadece patronlarıyla ve 2-3 tane köşe yazılarıyla anıldılar. Ancak şunu da söyleyeyim; bende ciddi bir köşe yazarlığı düşmanlığı vardır.
Niçin düşmansınız?
Çünkü onlar hep bizden fazla para kazanırlar, kendilerini çok önemserler ve bence gazeteleri ciddi derecede kötü etkilerler. Türkiye’de köşe yazarı dediğimiz kişiler her konuda fikri olan insanlardır. Sinemadan kuru fasulyenin faydalarına, kuru fasulyenin faydalarından Fethullah Gülen mi, yoksa Putin mi haklıya kadar. Kıyamet gibi bir şey.
Hiç mi yok beğendiğiniz bir isim?
Var elbette. Tarhan Erdem’i okuduğum zaman bilgileniyorum. Bu çok önemli.
“KAPANACAĞI SÖYLENTİLERİ HEP VARDI”
Çalışanların da yazarların da 1 günde haberi oldu kapanacağından. Hatta kapatılma kararının bildirildiği anda yazarların çoğu ertesi günkü yazısını hazırlıyordu... Duyunca şaşırdınız mı?
Aslında daha ben Radikal 2'de çalıştığım dönemde Radikal'in kapatılma durumu vardı. Bu söylenti hep oldu. O zamanlar derdimiz Guardian gibi bir gazete olmaktı. Yoksa kalkıp Komünizm yanlısı, Kürt yanlısı olmak gibi bir derdimiz yoktu. Hiç olmadı da zaten. Bu denendi Türkiye’de ve insanlara ters geldi.
“RADİKAL ŞEHİRLİ BİR GAZETEYDİ”
Neden ters gelmiş olabilir?
Çünkü Radikal şehirli bir gazeteydi. Bunu gazeteyi yönetenler de dahil kimse fark edemedi aslında… Yani kentlerle ve kentli olanlarla ilgili derdi olan bir gazeteydi. Mehmet Y. Yılmaz’ın kafasından çıkan fikir buydu. Çok da doğru bir başlangıçtı. Ben bile ‘böyle bir şey denenebilir mi acaba’ diye düşünmüştüm. Ama olabiliyordu. Müthiş bir ilgiyle karşılandı.
“EZGİ BAŞARAN RADİKAL’İN BAŞINDA OLAMAZDI”
Peki nerede hata yapıldı?
Habercilikten yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı… Bu yanlışa düşüldü. Birtakım köşe yazarları dahil oldu filan. Yani sen bile konuşurken genelde köşe yazarlarından bahsediyorsun. Onlar benim umurumda bile değil. Onlar o gazeteden bu gazeteye, o internet sitesinden bu internet sitesine taşınabiliyorlar. Onlar tırnak içinde ‘önemli’ insanlar. Bence değiller. Bir bölümünü ayır kenara koy tabii… Hiç değilse bilgi verirler ya da bir şey öğretirler. Bir de ahkamcılar var ki sürekli parmak sallayan, Radikal’de de bunlardan çok olmaya başlamıştı.
Kim onlar?
Hepsi iyi adamlar, niye kötü olsunlar. İsmet Berkan da iyi, Eyüp Can da iyi… Ama gazetecilik olarak farklı bir şey oldu yani… Sevdiğim ve kadın olduğu için konuşmak istemiyorum ama bence Ezgi Başaran Radikal’in başında olamazdı.
Neden olamazdı?
Çünkü öyle bir birikimi yok, bu kadar basit.
“CEM ERCİYES’E SENİNLE GİTSİN BARİ DEDİLER”
Peki ya Cem Erciyes?
Cem de uygun olamadı. Ama zaten Cem’e ‘seninle bari gitsin, sen zaten başından beri varsın’ dediler. İyi insanlarla bu işleri yaptılar, kötü insanlar değil ki… Ama ne oldu ne bitti bunları da birilerinin konuşması lazım. Tekkeyi bekleyen çorbayı mı içiyor yani Allah’ını seversen!
“CENGİZ ÇANDAR ÇOK ZEKİCE BİR İŞ YAPMIŞ”
Bir de Cengiz Çandar konusu var… İktidarın Cengiz Çandar başta olmak üzere bazı yazarlardan duyduğu rahatsızlık biliniyordu. Nitekim Çandar, kararın ardından mesleği de bıraktığını açıkladı... Ne diyeceksiniz?
"Şu gazeteci bu gazeteci, şu adam bu kadın" lafının çok doğru olmadığını düşünüyorum. Genel olarak Radikal gibi bir gazeteye bile iktidarın tahammülü yok artık. Madem Cengiz Çandar'ın adını verdiniz, düşünsenize adam daha 5 gün önce devlet büyüklerine hakaretten hâkim karşısındaydı. Hakkında açılan 7 tane dava var. Böyle bir yerde yaşıyorsunuz ve sürekli kendisine gazeteci diyen bazı tetikçiler, 'şu adam atılsın' diye manşetler atıp, köşe yazıları kaleme alıyor. Bu ülkenin en acıklı zamanlarında bile böyle bir şey duymadım. Bu ilk defa tanık olduğumuz bir şey ve utanç verici. Türkiye'de gazetecilik yapmaya çalışan çok küçük bir grup kaldıysa ki var hâlâ uğraşıyorlar, ama bir de AKP'nin basın sözcüsü gibi olan gazeteciler var ki bunlara da gazeteci denildiği vakit hakikaten insan aklını kaçıracak gibi oluyor. Çok üzüldüm ama Cengiz Çandar çok zekice bir iş yapmış. Başka türlü bir şans bırakmıyorlar insana işte.
“BUNLAR MUHBİR, MUHABİR FİLAN DEĞİL”
İşin en ilginç taraflarından biri de bu duruma alıştırılıyoruz sanki... Örneğin sabah köşe yazarlarına bakarken, 'tetikçi' diye tabir ettiğimiz bir yazarın köşesini 'bugün hangi gazetecileri hedef göstermiş acaba' diye açıp okuma ihtiyacı duyma noktasındayız...
Bu biraz da bizi yanıltıyor aslında. Çok önemli olduğunu düşünüyorsun. Yok Rasim Ozan Kütahyalı, yok Cem Küçük, yok Ahmet Kekeç... Hakikaten çok can sıkıcı bir şey isimlerle konuşmak ama mesele bu değil. Mesele, iyi gazetecilerin piyasadan uzaklaştırılmış olması. Ben asla 'biz iyi gazeteciyiz' demiyorum. Ama en azından gazeteciliğin evrensel kurallarına bağlı kalarak mesleğimizi yapmaya çalışıyoruz. Bunların öyle bir derdi yok. Bunlar kabus, bunlar muhbir... Muhabir filan değil!
“GAZETECİLER EN KÖTÜ ZAMANDA YAKALANDI”
Adeta siyasi parti sözcüsü gibi konuşan isimlerle doldu medya...
Bu siyasi bir kavgaya dönüştü. Gazeteci siyasi kavganın tarafı olamaz. Ama bunlar bunu yapıyorlar ve seni de bunu yapmaya zorluyorlar. Kurulmuş gibi herkes aynı şeyleri söylüyor. Bir yanda “Atatürk dünyanın en kötü adamıdır”, diğer tarafta “Atam kurban olsun canımız feda olsun kanımız…” Gazetecilik, bu görgüden çıkamayacağı sürece tamamen çaresiz bir durum. Ki kendi başına çıkamazsın, çünkü iklimin bu senin. En kötü zamanda yakalandı gazeteciler. Ne doğru dürüst bir örgütlenme, ne de dayanışma var.
Siyasi iklimden bağımsız olarak medya kendi içinde de büyük bir bozulma yaşıyor aslında... Siz ne düşünüyorsunuz?
Tabii... İnsanlar işten atılıyorlar ve tepki olmuyor. Örneğin biz Milliyet'te çalışıyoruz, Cumhuriyet'ten ya da Sabah'tan biri atıldığı zaman kıyamet kopardı. Hep birlikte tepkimizi gösterirdik. Bunun adı mesleki dayanışmadır. Onları filan bitirdiler... Hiç öyle bir dertleri yok. Bir takım kendine laik diyen kendini farklı bir yerde konumlayan bir sürü insan da bu yolu açtı ama şu anda benim onlarla bir kavgam olamaz. Çünkü onlar bir yerde duruyorlar ve şu anda havuz medyası dediğimiz oluşumun her şeyi yönlendirmek gibi dertleri var. Bu gerçekten çok üzücü.
“HÜRRİYET’TE CİDDİ BİR ÇARK ETME DURUMU VAR”
Doğan Grubu Radikal'i kapattı ama Hürriyet'in Kelebek ekinin yanına Kelebek 2 adında yeni bir ek koydu. Bunu nasıl yorumlamalıyız?
Radikal 2 yapmayacaklardı tabii ki, Kelebek 2 yapacaklardı. Yani şunu fark ediyorum elbette, Hürriyet'te 180 derece demeyeceğim ama ciddi bir çark etme durumu var. 'Sabah akşam iktidara saldırsınlar' demiyorum tabii ki. Ama şöyle bir başlık okuyabiliyorsun Hürriyet'te: "Obama'dan şaşırtıcı eleştiri”… Niye şaşırıyorsun? Oraya aşağıya yazarsın "Türk hükümeti şaşırdı" diye. Ama biz niye şaşıralım? Yani taviz vererek yorumlu haber. Bu iyice korkunç bir şey. Ben bu cümleyi yazdım bir kenara.
“CUMHURİYET HEPİMİZ İÇİN ALLAH’IN EMRİ OLDU ARTIK”
Peki Hürriyet'i muhalif bir gazete olarak mı tanımlamalıydık? Geçmişte de bugün yaşadıklarımızın örneği var aslında...
Tabii ki hayır. Ancak ben 'muhalif gazete' tanımlamasını da doğru bulmuyorum. O kadar işin başına döndük ki bunları söylemeye bile utanıyorum. Bir şey oluyordur ve sen bunu bütün hatlarıyla okuruna aktarıyorsundur. İyi gazeteci, sesini duyuramayan insanlarla ilgili bir derdi olan kişidir. Oradaki işçi, şuradaki köylü, şiddet gören kadın, işkence gören solcu, öteki tarafta dayaklar yiyen travesti... Yani azınlık kim varsa. Artık çok klişe bunlar ve buraya döndük baksana... Dinsel, cinsel ve etnik azınlıklarla ilgili duyarlılıkları olan insanlar gazetecilik yapar. Yoksa “hükümeti tutacağım, Türkiye'nin sistemini ben savunacağım" benim böyle bir görevim yok! Gazetecilerin görevi kendi kamuoyuna ve okuruna karşı doğru bilgi vermektir. Ama Hürriyet böyle değil artık. Şimdi Yeni Şafak'lar, Akşam'lar, Star'ları gördüğüm zaman, Cumhuriyet'in yanına bir de Hürriyet alayım diyorum. Cumhuriyet Allah'ın emri oldu artık hepimiz için. Cumhuriyet'i bizim kadar eleştiren yoktu, şimdi bastırıyorum 1.5 TL'mi 1 tane alıyorum.
Türkiye’de gazete patronluğunun iş adamlarının mülkiyetine geçmesi Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın almasıyla başlayan bir süreç… Ardından Ethem Sancak’lar, Demirörenler, Çalık Grubu gibi oluşumlar girdi hayatımıza. Sizce Türkiye medyası bu sarmaldan sıyrılabilecek mi? Hiç umut görüyor musunuz?
Biz gazeteciler Türkiye’nin genel iklimine çok bağlıyız. Hani bir laf vardır ya “Kurtuluş yok tek başına, ya hepimiz ya hiç birimiz” hikâyesi gibi bu da. Ülkenin demokratik hayatı geliştikçe bu tür şeyler yeniden olacak. Bitmez çünkü bitmez. Ama şu olabilir; medya, belli bir ekonomik özerkliği de sağlayarak, nasıl ki dünyada her türlü gazete her türlü televizyon varsa o duruma geleceğiz. Ama yanılgı şuradan geliyor; Meclis, ordu, sağlık, eğitim her şey kötü olsun, ama medya iyi olsun. Yok böyle bir şey! Gazeteciliğin evrensel kurallarını uygulayabilmek için bir çaba olması gerekiyor. Bizim yapacağımız şey odur. Deniz tükendi, bunu fark ediyorsun. Üstelik de editörlük ve yayın yönetmenliği gibi pozisyonlarda olup sorumluluk almanın gerçekten çok zor ve imkânsız olduğunu düşünüyorum. İnsan bunun hesabını kendine veremez sonra.
Peki ya muhabirlik?
O başka. Muhabirler oradalar ve mesleğini savunacaklar. Benim de yaşım 65’ten fazla olmasaydı, 35’li yaşlarda bir gazeteci olsaydım, çok daha heyecanlı ve güzel şeyler söyleyecektim. Ama benim de hâlâ umudum var. Dünyanın hiçbir yerinde totaliter rejimler sonsuza kadar kalmadılar. Bu mümkün değil. Türkiye’yle beraber medyada değişecek ve zaten bir şey olmuyorsa ve Türkiye karanlıklara gömülecekse, senin medyan olmuş, olmamış Allah’ını seversen!
“HÜRRİYET DENİLDİĞİNDE İNSANLARIN AKLINA AHMET HAKAN GELİYOR… YOK BÖYLE BİR ŞEY!”
Radikal aynı zamanda muhabirlik mesleğini de ayakta tutmaya çalışan bir gazeteydi…
Orada o kadar iyi muhabirlerimiz oldu ki… Ertuğrul Mavioğlu, Elif Ekinci, Elif İnce, Nazan Özcan gibi o kadar parlak muhabirler ve editörler vardı ki Radikal’de. Son dönemlerinde de vardı. Onlar da Hürriyet’e geçti. Ama çoğu gitti… Akıllarını Akif Beki de yazsın, Oral Çalışlar da yazsınla bozmuşlardı. Böyle bir şey yok ki. Yani bir tane sağcı bir tane solcu koyduğun zaman demokrat olmuyorsun. Seni demokrat ve iyi gazeteci yapan haberleri nasıl sunduğun. Mesela Hürriyet denildiğinde insanların aklına sadece Ahmet Hakan geliyor. Yok böyle bir şey kardeşim! Sen bana gazeteyi anlat gazeteyi…
Bir de ekranda da hep aynı isimlerin olması durumu var tabii…
Hep söyledik ama Cem Küçük, Rasim Ozan Kütahyalı, Nagehan Alçı… Yani isim isim bunlar, kabus gibiler. Her taraftalar. Televizyonu açıyorsun, ya bu adam niçin benimle emir komuta zincirinde konuşur gibi konuşuyor, acaba diyorum bu gazeteciliğin başçavuşu mu? Bazen de ‘çabuk soralım, sayın bilmem kim buradan çıkıp başka bir yere gidecek’ diye bir şeyle karşılaşıyorum. El insaf yahu! Bir televizyon kanalından kalkıp yarım saat sonra başka bir kanala zaplarsan adamı bir de orada görüyorsun.
Yeniden dayanışma konusuna dönersek, gazeteci örgütlerinin tam anlamıyla meslektaşlarının haklarını savunabildiğini düşünüyor musunuz?
Muhalefetli değiller. Uğraşıyorlar ama olmuyor. Kapı kapı çalışmaları lâzım. Ben Türkiye Gazeteciler Sendikası’ndan (TGS) umutluydum aslında. Gençler geldiler, uğraşıyorlardı ama demek ki kesmiyor. Daha fazla uğraşacaklar.
Peki nasıl sağlanacak bu dayanışma ortamı? Tutuklu gazetecilerin haklarını savunmak için oluşturulan ‘Umut Nöbeti’nde bile siyasi kavgalar girdi araya…
Gazeteciliğin siyasi tavra göre şekillendiği bir ortamdayız. Olayın özüne baktığınızda şunu anlayabiliyorsunuz, şurada birkaç yıl öncesine kadar Cemaat’çiler iktidarla birlikte insanları işlerinden ettiler. Bu iş, siyasetten çıkıp gerçekten mesleki dayanışma haline gelirse olur. Burada haklısın. Yoksa ben solcu gazeteciyim şunu yaparım, ötekisi dinci gazeteci bunu yapar anlayışı bizi birleştirmez. Kendisine gazeteci diyen basın sözcülerine olan kızgınlığım da bu zaten. İşi siyasi alanda iyice ayrıştırmaya başladılar. Hayat siyasi oldu birdenbire, gazetecilik kayboldu. Bir de erkeklere benzemeyen kadınların sayısının çoğalması lâzım medyada.
Nasıl yani?
Şimdi birkaç kişi bana kızacak tabii ama erkekler dünyasında var olmak için erkek gibi davranıyorsan sana geçmiş olsun. Yani adın Mehmet olmuyor da Ayşe oluyor. Banane! Hikaye de budur. Bazı şeylerin artık tartışılması gerekiyor. Kabul etmek gerekmiyor. Durumumuz kötü yani. Meslek ilkelerini hiç kimse uygulamıyor. Ama dediğim gibi açıyorsun gazeteyi “Utanmaz adam yine bilmem ne yaptı”… Böyle bir gazete manşeti olur mu ya? Köşe yazısına koy bari de manşette ne işi var o başlığın? Çünkü onların gazeteci dedikleri blog yazarlığı kadar işte…
Son olarak, medyadaki dayanışma eksikliğini Radikal’in kapanışında da gördük. 20 yıllık gazete 1 günde kapatıldı, insanlar işsiz kaldı ama hiçbir hareket yok…
Allah’ını seversen insanlar yollarda öldürülüyor bir şey yapılmıyor, gazete kapatıldığında mı tepki gösterecekler? Türkiye’deki demokrasi kültürü, siyasal iklim, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü anlayışı buraya kadar işte!
Canan Kaya / Medyatava
canankaya@medyatava.com
twitter.com/ckayacanan