Pelin Karahan: Mutfağa giren kadınların başka hikayeleri var... O kek karıştırma hareketinin altında bile farklı bir şey var bence...
Show TV'de hafta içi her gün ekrana 'nefis yemek tarifleri' taşıyan oyuncu ve sunucu Pelin Karahan, Medyatava'dan Canan Kaya'nın sorularını yanıtladı...
İkinci çocuğunu dünyaya getirdikten sonra dizilere ara veren Karahan'la; program sunuculuğuna nasıl başladığını ve bu alanda edindiği deneyimlerini konuştuk. Oyunculuk kariyerine dair verdiği tüyolar ve sosyal medyayla ilgili açıklamaları da bonusumuz oldu...
Canan Kaya / Medyatava
canankaya@medyatava.com
Bu yıl ikinci sezonuyla ekranda “Pelin Karahan’la Nefis Tarifler”... Yemek programı sunma fikri nasıl oluştu?
Aslında içten içe yemekle alakam vardı ve bunu televizyonla birleştirmek istiyordum. Benim aklıma geliyordu ama ben kimsenin aklına gelmiyordum. İkinci doğumumdan sonra menajerimden bir telefon geldi bu projeden bahsetti. Ben de ‘Neden olmasın’ dedim ve Show TV'ye toplantıya gittik. Kanalın Genel Müdürü Suavi Doğan ve Genel Müdür Yardımcısı Şebnem Çetin’le görüştük. Suavi Bey o toplantıda aslında benim düşüncelerimi bana söyledi.
Ne dedi?
“İkinci çocuğu doğurdun, biliyorum şu an çok zor bir süreçtesin. Dizi yapman da çok zor ama seni ekrandan da uzak tutmak istemiyorum. Bizim böyle bir fikrimiz var, ne dersin” dedi. ’Acaba mı’ derken bir anda programın içinde buldum kendimi. Açıkçası çok da mantıklı geldi. Hem istediğim bir şeydi, hem de tempo olarak çocuklarıma da vakit ayırabileceğim bir süreçte karşıma çıktı. Dizilerin çalışma koşulları da ortada zaten. Ya evde oturacaktım, ya da 'devam etmek istiyorum bir şeylere' diyecektim…
Bu arada sektörün iki deneyimli ismi Şafak Bakkalbaşıoğlu ve Mahperi Uçar’la birlikte çalışıyorsunuz. Ne gibi deneyimler edindiniz onlardan?
Sürekli yeni bir şeyler deniyoruz. Çok fazla kendi formatımızın dışına çıkmıyoruz. Ama zaman zaman da seyirciye başka şeyler sunmaya çalışıyoruz. Gelen rating sonuçlarına ve dışarıdaki halkın yorumuna göre talepleri karşılamaya çalışıyoruz. Çünkü herkes farklı bir şey bekliyor.
Ne gibi farklılıkları var programın?
Bu bir yemek programı ama çoğu zaman içinde sohbet de var. Evet, güzel yemekler yapıyoruz ama bir yandan da o insanların hayatları var. Bu yıl erkek konuklar da almaya başladık. Bazen de şefler, youtuberlar alıyoruz. Ama genel olarak konuklarımız daha bizden olan kadınlardan oluşuyor. Bu aynı zamanda benim oyunculuğuma da katkı sağlıyor. Yüzlerce farklı kadın karakteriyle tanışıyorum burada.
En ilginç bulduğunuz hikâye hangisiydi?
Kadın konuklarımdan birinin eşi, başka bir kadından çocuk sahibi olmuştu ve o çocuğa konuğum sahip çıkmıştı. Yani çocuğun asıl annesi ilgilenmiyordu. Bunun gibi çok ilginç hikâyelerle karşılaşıyoruz burada.
Aslında bu program, bir bakıma da o hikâyelerin dili olmuş…
Yemek programı diye başlıyoruz ama hakikaten kadınların bambaşka hikâyeleri var. O mutfağa giriyor ama ne için giriyor acaba… Bir sıkıntısı, bir başarısı ya da bir hırsı mı var… O kek karıştırma hareketinin altında bile başka bir şey var bence.
Siz neden mutfağa giriyorsunuz peki?
Yemek yemeyi çok seviyorum. (Gülüyor) Yemek yapmaktan da keyif alıyorum elbette.
“Canım bir şey çekerse, gecenin hangi saati olursa olsun kalkar yaparım” diyenler var mesela… Siz yapar mısınız?
Yapmam, o kadar da değil… Çünkü üşenirim. Başkası yapsın, önüme getirsin, onda sıkıntı yok. Akşam eve gittiğimde yemeğimi yaparım ama gece kimse beni yerimden kaldırmasın. (Gülüyor)
Peki eşiniz evde yemek yapar mı?
Yemek yapmakla arası yoktur.
Hiç yemek yapıp koymadı mı önünüze?
Çok güzel yemeğe götürür. (Gülüyor) Mangal yaptığı olmuştur ama sulu yemek tarzı şeyler yapmaz.
Çocuklarınızın mutfakla arası nasıl? Unlar havada uçuşuyor mu mesela?
Ali Demir artık 4 yaşına yaklaştığı için daha bilinçli ve mutfağı seviyor. Programdan da haberdar. O nedenle mutfağa girdiğimde o da benimle bir şeyler yapmak istiyor. Kek yapmaktan büyük keyif alıyor. Limonlu yaparsak, yarına portakallı mı yapsak diyor.
Belli ki seviyor ilgilenmeyi…
Evet ama arkasını toplamak inanın çok zor. (Gülüyor)
Özellikle erkek çocuklarının o yaşlarda mutfakla haşır neşir olması çok önemli. Çünkü bizim toplumumuzda ne yazık ki hâlâ yemek yapmak kadının göreviymiş gibi bir algı var.
Evet… O annelerin hatası aslında. “Aman oğlum sen otur ben yaparım” dediğiniz noktada başlıyor her şey. Rahata alışıyorlar. Örneğin Ali Demir benden su istediğinde ‘kalk kendin al suyunu’ diyorum. Suyunu kendi almayı, yemeğini kendi yemeyi öğrenmesi gerekiyor. Eşine hazırlıyorum onu işte. (Gülüyor)
Çok da güzel yapıyorsunuz… Bu arada geçtiğimiz günlerde bu konuyla ilgili emsal sayılabilecek bir mahkeme kararı alındı. Mahkeme, sürekli erkek arkadaşlarını yemeğe davet ettiği ve kendisine şiddet uyguladığı gerekçesiyle eşine boşanma davası açan kadını haklı buldu ve “Eviniz lokanta, eşiniz de aşçı değil” dedi…
Gerçekten çok güzel bir gelişme… Kadın mecbur olduğu için yemek yapmamalı. Bizlerin bir yerde ev hanımlığı görevi var ama eksik bir şeyler olduğu zaman “Niye böyle oldu” diye sorgulanmamalı. O günkü şartlar neyse kadın da zaten elinden geleni yapıyordur.
Tekrar programa dönecek olursak, en başta da konuştuğumuz gibi gündüz kuşağında çok fazla program var, kendi programınızın farkını da net bir şekilde anlattınız. Ancak ikinci sezonuyla ekranda olan bu program neden bu kadar sevildi sizce?
Gerçekten inanılmaz sayıda gündüz kuşağı programı var. Diziden programcılığa geçtiğim zaman fark ettim ben de bunu. Çok çeşitli alanlarda programlar bunlar ama aslında çoğunun içinde yemek de var. Aslında ben tek başıma karşımdaki birçok formatla mücadele ediyorum. Çünkü benim yayında olduğum saat dilimi de çok zor. Haber öncesi ya da dizilere yakın saatlerde olsa çok daha farklı sonuçlar alınabilir ama benim sadece 1 saatim var ve o da tam öğle saatine denk geliyor. Dolayısıyla bu noktada samimiyetin bize kazandırdığını düşünüyorum. Sokaktaki insan da beni evin kızı gibi gördüğü için ben de hakikaten evin kızı gibi o tarifi vermek, sohbeti göstermek istiyorum. Çünkü bizde kavga, gürültü, cast dediğimiz insanlar yok. Bizim en büyük şansımız samimiyet…
Seyirci de artık samimi ve doğal insanlar görmek istiyor ekranda…
Açıkçası öyle olduğu için bu işin içinde yer aldım. Yoksa beni başka bir formata koysanız gerçekten ne yaparım bilmiyorum. Evlilik programı sunamazdım mesela... (Gülüyor)
Yemekle ilgili herhangi bir eğitim aldınız mı?
Sadece dünya mutfaklarıyla ilgili workshop’lar vardı gittiğim. Onun dışında butik pastacılıkla ilgili workshop’lara gittim. Bir de Muhteşem Yüzyıl’da oyunculuk yaparken, aynı zamanda da bir pastanede çalışıyordum. İleride bir işletme açmak istersem, önce bu işin mutfağını öğrenmem gerekiyordu. O nedenle boş vakitlerimde setten çıkıp o pastaneye gidiyordum.
Peki hayranlarınız sizi o pastanede görünce nasıl tepkiler veriyorlardı?
Çok şaşırıyorlardı ve emin olamıyorlardı.
Ne kadar kazanıyordunuz ayda?
Karşılığında hiçbir şekilde para almadım. Sadece orada olmaktan keyif aldığım bir dönemdi.
35 yaşına geldiğinizde cafe açmak gibi bir hayaliniz de vardı…
Valla şu anda 34 yaşındayım, bence biraz daha bekleyebilir o hayalim. (Gülüyor) Belki daha ileriki yaşlarda butik bir pastane ya da minik bir fırın açabilirim. Çünkü onun da başında durmanız lazım.
İlk pişirdiğiniz yemek?
Sulu, salçalı, kıymalı bir patates yemeği… İlk yemeğimi üniversitedeyken yaptım. Anneme telefon açıp tarif istiyordum.
En sevdiğiniz anne yemeği neydi?
Annem çok güzel mantı açar…
Dizi sektörüne tekrar dönmek istiyor musunuz, özlüyor musunuz peki?
Özlüyorum elbette, oyunculuk çok başka bir şey. Sonuçta uzun yıllar yaptığım ve bu işten para kazandığım mesleğim benim aslında ama ne yazık ki şu an sektörümüz çok zor durumda… Süreleri geçtim, işler uzun soluklu ekranda kalamıyor artık. Geçen yıl kötüydü, bu yıl daha da kötü oldu. Aslında iyi bir zamanda böyle bir teklif gelmiş ve programcılığa geçmişim.
Peki dram mı, komedi mi? Hangisi daha çok ilginizi çekiyor?
Hiç fark etmez. Ama insanlar beni daha çok dramda gördü…
Komedi yönünüz de varmış aslında…
(Gülüyor) Komedi yönüm de var evet… Doğal komik yanımı ortaya çıkaracak bir romantik komedi de çok keyifli olabilir mesela.
Sosyal medyayla aranız nasıl?
Instagram’ı çok seviyorum. Kendim kullanıyorum ve kimseye de elletmiyorum. Kendi gözümden gördüğüm şeyin bakılmasını seviyorum. Twitter’ı hiç sevmiyorum.
Neden?
Çünkü herkesin düşüncelerini o kadar fütursuzca yazması beni rahatsız ediyor. Herkesin ağzına geleni söyleyebilmesi artık iyice sevimsizleşti.
Facebook?
Hiç anlamıyorum. (Gülüyor) Onu annem kullanıyor.
Instagram adresimi kendim yönetiyorum dediniz. Gelen mesajlara cevap veriyor musunuz, takipçilerinizle sohbet ediyor musunuz peki?
Kimseye cevap vermiyorum ve mesaj isteklerini de kapattım. Yorumlarım açık ama onlara bakıyorum.
Neler yazıyorlar?
Genel olarak hep iyi yorumlar var. Ama böyle tabii arada kendi hayatında mutsuz olan birkaç insan bizlere yazmayı çok seviyor. Onları da okuyup geçiyoruz…