Okurlar empati kurabildiği ve bağlanabildiği romanları sever... Yazar Dilara Pamuk'tan MedyaTava'ya özel röportaj: Maça Kızı serisinin 3. kitabı bazı gizemleri ortaya çıkarıyor
Maça Kızı 8 serisinin üçüncü kitabı çıktı. Yazar Dilara Pamuk, ilk kitaptaki kimi gizemlerin bu kitapta yanıt bulacağını ancak gerçek serüvenin dördüncü kitapla birlikte ivme kazanacağını açıkladı. Pamuk, kitaplarının gördüğü ilgiyi şöyle açıkladı: “Okurlar içine girebildiği, bağlanıp empati kurabildiği ve kendisine dış dünyayı unutturabilen romanları sever.”
Dilara Pamuk’un büyük ilgi gören Maça Kızı 8 roman serisi, entrikaları, oyunları, gizemli olayları ve hiç eksilmeyen gerilimiyle devam ediyor. Serinin üçüncü kitabında bazı sorular yanıtlarını bulur, Nazlı ve Bora’nın ilişkisine dair sır perdeleri yavaş yavaş aralanırken
serüvenin başlangıcında belli belirsiz çizilen ilişkiler yumağının kimi düğümleri netleşiyor. Gerçek serüvenin ancak dördüncü kitapla birlikte hız kazanacağı sırrını okurlarıyla paylaşan Dilara Pamuk, Maça Kızı serisine dair sorularımızı yanıtladı…
BOL KATMANLI… BOL KARAKTERLİ…
Maça Kızı 8 serüveni, üçüncü kitapta neredeyse iki bin sayfaya ulaştı. Romanınızı ilk tasarladığınız sıralarda bu kadar hacimli olacağını öngörmüş müydünüz?
Bu kadar hacimli olacağını değilse bile, yola bir seri planıyla çıkmıştım ve hikâyenin kurgusu kafamın içinde dolu dolu şekillenmişti. Bunun uzun soluklu bir yolculuk olacağı belliydi yani, kurgusu gereği... Maça Kızı 8 bol katmanlı, çok karakterli bir hikâye... Henüz 1. Kitap’ın başında okuduğumuz giriş kısmı, aslında hikâyenin esasen başladığı yer ve bizim oraya gelmemiz zaten 3. Kitap’ın finalinde mümkün oluyor. Yani 4. Kitap itibarıyla gerçek serüven başlıyor diyebilirim.
FİNAL İLK TASARLANDIĞI GİBİ
Size derinden bağlanan bir okur kitleniz var. Onlar teveccüh gösterdiği sürece Maça Kızı 8'i sürecek mi, bunun gerektirdiği enerjiye sahip misiniz?
Uzun soluklu bir yolculuk, herkes için katlanılabilir değil elbette. Hele ki tek nefeste bitirilemiyor ve bir sonraki bölüme ulaşmak için beklemek zorunda kalınıyorsa... Fakat tam aksi, bunu sevenler de var. O yüzden buna genel bir cevap veremem. Tek bildiğim, uzun soluklu Maça Kızı 8 yolculuğunu sevenlerin daha çok olduğu galiba. J Okurlarımı çok sevmekle birlikte, hiçbir zaman onların talebine ya da beklentisine göre kalemine yön veren bir yazar olmadım. Maça Kızı 8 serisinin finali, en başında belliydi ve o satırlarla da son bulacak. Yani bu yolculuğu, bugüne dek kimsenin isteğine göre sürdürmediğim gibi şimdiden sonra da bunu yapmam.
BANA “NE YAZARSANIZ OKURUZ” DİYORLAR
Popüler okuyucunun ilgi sınırının iki yüz sayfa civarında olduğu söylenir. Bu Maça Kızı 8 ile yalanlandı sanki...
Okur bence içine girebildiği, empati yapabildiği, bağlanabildiği ve satırlar arasında sürüklenip giderken dış dünyayı unutabildiği romanları okumayı seviyor. Bunun uzun ya da kısa olması ile ilgili genel okur kanısı nedir dediğim gibi bilemem ama uzun soluklu romanların karakterlerini arkadaşımızmış, kendi ailemizden biriymiş gibi tanıyor ve o hikâyeyi başka bir yerden merak etmeye başlıyoruz. Tabii ki yazar da önemli bir faktör okur için fakat Maça Kızı 8 benim ilk romanım, bu konuda yorum yapabilmem için erken... Sadece, “Sen ne yazarsan okurum,” şeklinde mesajlar alıyorum ve bu da beni çok mutlu ediyor.
Kahramanlarınızın çoğu haşin, gaddar ve acımasız. Bu çok ürkütücü değil mi?
Ürkütücü... Ama tam da böyle olması gerekiyordu zaten...
ŞEFKAT İLE AŞKI AYIRT ETMEK
Bora, Gökhan'a Nazlı için, "Zaten o şefkati aşk zannetti," diyor. Şefkat aşk içermeyebilir ama gerçek bir aşkta şefkat boyutu vardır. Ancak kadının güçlü sezgileri şefkati aşkla karıştırmaya izin verir mi?
Buna net bir cevap veremem sanırım. Öncelikle, kadın ya da erkek diye ayrım yapabilir miyiz, emin değilim. İnsan âşık olduğunda, bazı şeyleri yanlış anlamaya ve karşısındaki kişinin davranışlarını bazen çok iyi bazense çok kötü olmak üzere, yanlış yorumlamaya müsait olabilir tabii ki. Hatta bu yanlış yorumlamalar özellikle mizah sanatında çok kullanılan bir malzemedir. Birçok eylem yanlış yorumlanabilirken, duygular da karışabilir. Yani evet, bence, şefkatle aşk da bazen birbirine karıştırılabilir. Fakat yine bence yaş, yaşanmışlık gibi şeyler de bu sorunun cevabını değiştirir. Yani bazen de hiçbir duygu karıştırılmaz. Nazlı karıştırır mı, sezgileri nasıl onu yanlış yönlendirebilir, bunları da serinin devamında öğreniyoruz.
YİN YANG DENGESİ
Maça Kızı 8’de iyilikler mi yoksa kötülükler mi daha ağır basıyor?
Yin Yang gibi aslında... Yani, her iyiliğin içinde bir kötülük her kötülüğün içinde de bir iyilik vardır. Maça Kızı 8 ve bütün karakterleri tümüyle gri bana kalırsa. Kimisi beyaza daha yakın, kimisi siyaha ama griler. En iyi diye düşünülen karakterin dahi yaptığı -sözde- iyilik, kötülük olabiliyor mesela; ya da en kötü diye düşünülen karakterin yaptığı bir kötülük, iyi bir şeye vesile olabiliyor büyük resimde. Yani Maça Kızı 8’in genelinde ne iyilik baskın ne kötülük, tıpkı hayatın da içinde olduğu gibi. Kötülüklerin anlatısında, bunun kötü olduğunun kendi kendine altını çizen bir eser, ki benim için de en önemlisi bu.
EVRENSEL DEĞİŞİMİN KIVILCIMLARI
İçinden şarkılar geçen, 89 rakamıyla kodladığınız uzunca bir bölüm var. Bize bu bölüme dair birkaç ipucu verir misiniz?
Evren değişiyor, bunu söyleyebilirim. Dengelerin alt üst olduğunu bir de... Fakat bütün bu değişkenlerin içinde, hiç değişmeyen şeyler de var. Biraz, nereye gidersen git bütün yaşadıkların da seninle beraber gelir gibi bir hisle yazılan satırlar aslında bunlar ve sonrasında okuyacaklarımız.
AŞK GÜZEL BİR RÜYA
“Bunalmadım, bulanmadım,
Yoksa orman misali yanar mıydım?
Aşktan ölmeseydim, aşka doğmasaydım,
Kendimi masallara adar mıydım?”
Bu Sezen Aksu şarkısı dörtlüğü aşkın küçük bir manifestosu gibi. Bir aşk Nazlı'nın yaşadığı türden ağır bedeller ödetir mi?
Bazen ödetir. Herkesin ödediği bedelin ağırlığı kendine hastır tabii. Ben, o bölümü Wattpad’de yayınladıktan sonra öyle mesajlar aldım ki... İnsanlar neler neler yaşamışlar... Yaşanan şeyler aynı olmasa da maalesef ki hissettirdiği şey aynı olabiliyor. Aşk çok güzel bir rüya ve bazen insan, o çok güzel rüyasından uyanmak zorunda kalabiliyor. O insanların bana yazdıkları satırlardaki acıyı hissederken, ne kadar gerçek bir şey yazdığımı düşündüm hep. O yüzden aşkın böylesine hissedildiğine inanıyorum, aksi takdirde o şarkılar, o romanlar da yazılamazdı.
BİR ŞARKIYLA BAŞLADI HER ŞEY
Belli ki Sezen Aksu'yu çok seviyorsunuz. Ama yine de bu bölüm için seçilen şarkıları belirlerken belli bir sistematik izlediniz mi?
Maça Kızı 8, Sezen Aksu’nun “Ben Öyle Birini Sevdim Ki” şarkısı fonda çalarken başladı. Ve o da işte bu bölüme tekabül ediyor, çünkü ben bu yolculuğa 3. Kitap’ın finalini yazarak başladım. Sonra geri döndüm ve kim bu adam, kim bu kadın, ne yaşamışlar diye bir keşfe çıktım... Sezen Aksu’nun bendeki yeri gibi Maça Kızı 8’deki yeri de çok çok ayrı o yüzden. O bölüm özelindeki diğer şarkılar ise, Nazlı’nın zihnimi serbest bırakmayan sesini duyarken, onun yaşadıklarını düşünürken kafamın içinde çalmaya başladı. Hepsi Nazlı’nın kendini bulduğu şarkılardı. Sezen Aksu’nun “Uslanmadım”ı gibi, Ceylan Ertem’in “Esmer” şarkısı da bütün olan bitenle çok örtüşüyor. Ama elbette ki 89 denince, birçok insanın aklına ilk “Begonvil” gelir, hikâyenin en büyük dönüm noktasına kuruldu.
KLASİKLERDEN ALINTI YAPMAYI SEVİYORUM
Romanın can alıcı bölümlerinden birinde "Maça kızı, Puşkin’in karakteri Hermann için esrarlı bir felaket habercisiydi. Kimine göre, uğursuzluk getirirdi. Sözünde durmayan kişi olarak yorumlanırdı... Dolandırıcı, düzenbaz, kötü, tehlikeli ve hain ilan edilmişti," diyorsunuz. Bu bölüm Maça Kızı 8’e ilham verdi mi?
Aslında öyle değil. Yani Maça Kızı 8’de, Hermann’ın inanışıyla taban tabana zıt bir şey işleniyor. Bir esin kaynağı oldu diyemem ve fakat ben çeşitli eserlerden, özellikle de dünya klasiklerinden alıntı yapmayı ve o yazarlara gönderme yapmayı seviyorum. Puşkin de onlardan sadece biri.