NAIPAUL HADİSESİ YA DA ENTELEKTÜEL BAĞNAZLIK
Çin toplumsal tarihiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan tarihçi Arif Dirlik, BirGün gazetesi için yazdı: "Eleştirel düşüncenin faşistce bastırılmasıyla meşgul olanların, bastırmak istediklerini aynı şeyi yapıyor olmakla suçlaması, sadece komik değil, iki katı trajik."
Arif Dirlik/BirGün
Naipaul Hadisesi ya da Entelektüel Bağnazlık
Burada, Pekin’de odamda oturup V.S. Naipaul üzerine İstanbul’da yürütülen tartışmaları okumak farklı bir burukluk veriyor. Şu an burada başka bir eleştirel entelektüel, yine bir Nobel Ödülü sahibi, on yıllık hapis cezasını çekmekte. Liu Shaobo’nun söylediklerini hatta temsil ettiği şeyi onaylamıyorum; Naipaul’u okurken çoğu zaman onaylamadığım gibi. Yine de, ikisi de eleştirel birer entellektüel. Politik despotizme ya da su götürür entelektüel modaların despotizmine ve kendinden başka hiçbir şeye yararı olmayan geleneklere karşı seslerini çıkarma yürekliliğini de gösteriyorlar. Naipaul’a yönelik kötü muamele ile Liu’nun hapsedilmesi arasında bir karşılaştırma yapmak gibi bir niyetim olmasa da, söz konusu iki durumda da karşılaştığımız şeyin, eleştirel akıl, demokrasi ve temel insan haklarına bağlılıktan ilham alan muhalefetin, politik istikrar ya da kültürel istisnacılık adına bastırılmasına yönelik, küresel olarak etkinliğini arttıran bir eğilim olması olgusuna değinmek istiyorum.
Bu iki olayda da yeni olan bir şey yok. Eleştirel entellektüel uğraş her zaman politik baskı ve kültürel bağnazlık (bunun özellikle dinsel çeşidi) karşısında savunmasız olmuştur. Baskı, farklı tarihsel bağlamlarda farklı biçimler almıştır. Çağımızın, entelektüel özgürlükler, akılcı düşünce ve kültürel demokrasi alanlarında yüzyıllık mücadeleyle elde edilmiş kazanımları geriletmek isteyen kendine özgü bir anti-entelektüalizm biçimine sahip. Bu geriye dönüşün küresel çapta gözlemlendiğine dikkat etmek gerekiyor: şimdi Sarah Palin biçiminde karikatürize edilmiş olan ABD’deki Bush çetesinden, sözde Konfüçyüs Enstitüleri’nde karikatürize edilen Çin’deki Konfüçyüs işportacılarına, İslam ve Hindu tutucularından, temsil ettiklerini iddia ettikleri karmaşık geleneklerin karikatürü haline gelmiş olan Hilmi Yavuz gibilerine...
Eleştirel entelektüelin baskı görüyor olması zaten yeterince acı verici. Tüm bunları daha da buruk hale getiren, kısmen eleştirel entelektüellerin, tüm bunların gündeme getirilmesinde oynadıkları rol. Naipaul hadisesi tipik bir örnek teşkil ediyor. Naipaul’u ilk kez, yazarının niyetlerine pek uymayan bir şekilde sömürgecilik sonrası eleştirinin temel metinlerinden biri haline gelen “oryantalizm” teziyle, hak etsin ya da etmesin etkili bir konuma gelmiş olan Edward Said ele almıştı. “Oryantalizmin” ve Aydınlanma düşüncesindeki kaynaklarının eleştirisi, Avrupa merkezciliğin sömürgecilik sonrası eleştirisi söyleminin yerini, “yeni sömürgecilik” ve sömürgecilik sonrası kapitalizm eleştirisinin erken örneklerine bırakmasında önemli bir rol oynamıştı. Said, İslam tasvirlerinden dolayı Naipaul’u eleştirmişti. Kendisinin de belirttiği gibi Said, artık küresel entelektüel mirasın parçası olmuş olan (akılcı eleştirel düşünce de dahil olmak üzere) aydınlanmış Avrupa değerlerine oldukça bağlıydı. İslamın eleştiri ötesi olduğu gibi iddiası kesinlikle yoktu. Avrupa/Amerikan entelektüel ve kültürel hegemonyasının eleştirisinin, İslam, Hinduizm ya da geçmişten miras diğer kültürel geleneklerin (bugünler de Konfüçyüsçülük için ve söylemeye gerek yok ki Hıristiyanlık için de geçerli olan) talan edilmesi gerçeğinin göz ardı edilmesi anlamına gelmediğinin farkındaydı.
1980’lerde, belki de daha öncesinde, gerçek emperyalizm eleştirisi de içeren Avrupa merkezcilik eleştirisi, entelektüel sağ tarafından gasp edildi. 1980’lerin sözde “kültürel dönüşünden” hem sağ hem de sol sorumludur. Sağ (kendi devrimci geçmişlerine yüzlerini dönen sözde sosyalist devletler de dahil) Avrupa merkezcilik eleştirisini, kültür sorunlarını ekonomik ve politik egemenlik sorunlarından soyutlayıp, bir parçası olmak için can attığı küreselleşen kapitalist ekonomide çözülme tehlikesiyle karşı karşıya olan kimlikler için hayali kültürel gelenekler bularak, bağnaz kültürelciliğe yeniden can vermek için bahane olarak kullandı. Sağdaki bu entelektüel dalga karşısında sol, utanç verici karşıtlıkları içinde eli kolu bağlı kaldı ve kalmaya devam ediyor. Avrupa merkezci hegemonya eleştirisi, Avrupa merkezciliğin sildiği kültürel mirasları unutulmaktan kurtarmak amacıyla kurulmuştu; onları şeyleştirmek amacıyla değil. Amaç, bu kültürel mirasları, Frantz Fanon gibi entelektüellerin çalışmlarında da açıkça görülebileceği gibi demokrasi, özgürlük, sosyal/ekonomik adalet için yürütülen devrimci mücadelelerde, insanlığın geleceğiyle ilgili yeni düşünme biçimlerine açmaktı. 1980’lerde bu çabalar sönüp gidince geride kalan kimlik politikaları ve sağ kanat bağnazlığı teşvik eden denetimli bir çok kültürcülük oldu.
İslam hakkında kesinlikle tümden göz ardı edilmemesi gereken önyargılar taşıyan Naipaul, solun uzun süredir kabul etmeyi reddettiği sömürgecilik sonrası duruma dair, keskin bir kavrayışa sahip büyük bir yazardır. Fikirlerini tümden reddedenlar bile, eğer eleştirel düşünceye biraz olsun saygıları varsa, yazarı çarmıha germekten ve duymayı arzu etmedikleri şeyleri söylemesini engellemekten sakınmalı. Görünen o ki Naipaul İstanbul’daki toplantıya katılmamaya karar verdi. Bunun utancı, Türkiye’de hakim olduğu anlaşılan entelektüel havaya aittir.
Hegel’e atıfta bulunan Karl Marx bir seferinde tarihin iki kez cereyan ettiğini, ilk seferin trajedi, ikincininse komedi olduğunu yazmıştı. İslam’a dair oryantalist görüşleri teyit etmek için “oryantalizmin” yerleştirilmesinin oldukça komik bir yanı var. Eleştirel düşüncenin faşistce bastırılmasıyla meşgul olanların, bastırmak istediklerini aynı şeyi yapıyor olmakla suçlaması ise, sadece komik değil, iki katı trajik.
Arif Dirlik
Tsinghua University Beijing, PRC
ÇEVİREN: Ender Duman