"Molotofçu tiplerle gazete çıkarmaya kalkıştım"
Türkiye basın tarihinin bir dönemine damgasını vuran Dinç Bilgin, kızının Sarıyer'deki villasında ilginç açıklamalar yaptı...
Türkiye basın tarihinde bir döneme damgasını vuran Dinç Bilgin, kızının Sarıyer'deki villasında 28 Şubat döneminde yaşananları Türkiye Gazetesi'nden Fatih Vural'a anlattı.
28 Şubat soruşturmasında savcılık, askerlerle ilgili iddianameyi tamamladı. Şimdi sıranın 28 Şubat'ın sivil ayağına gelip gelmeyeceği merak ediliyor. Sivil ayakta, medyanın oynadığı rol herkesin malumu. O süreçte, Sabah gazetesine askerler tarafından nasıl müdahale edildiği de, yazı işleri müdürü Ergun Babahan ve birçok isim tarafından anlatılmıştı. Sabah'ın patronu Dinç Bilgin de bu müdahaleleri kabul etti. Hatta geçtiğimiz ekim ayında, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda bildiklerini anlattı. Sabah ve ATV'nin sahibi olarak, yıllar boyunca Türkiye'deki en büyük medya patronlarından biri olan Bilgin'in hayatı, Etibank'a ortak olduktan sonra tepetaklak oldu. Bankaya devlet tarafından el konulduktan sonra, 11 ay bu davadan hapis yattı. Çıktığında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Borcunu ödeyebilmek için medya kuruluşlarını elinden çıkardı. Etibank davası devam ediyor… Biz de Dinç Bilgin ile İzmir'de başlayıp, emeklilik günlerini geçirdiği İstanbul'daki günlerine uzanan bir yolculuk yaptık. İyi okumalar…
28 Şubat'ın askerî ayağına dair iddianameyi savcılar tamamladı. Sizce sivil ayağına da sıra gelecek mi?
Pek ihtimal vermiyorum. Zaman çok değişiyor. Türkiye değişiyor. Çok şeyin modası geçiyor.
Eğer gerçekleşirse, kendinize dair bir çekinceniz var mı? Sizin bir troyka teoriniz var: asker-yargı-medya…
Askeri ve sivil vesayet, medyadan çok rahat destek alıyordu. Sadece 28 Şubat değil. 27 Mayıs'ı düşünün. Bütün Cumhuriyet tarihinde bu böyle oldu.
Vesayet rejimi, 27 Mayıs'la mı ihdas edildi?
Bana göre, 1923'te kurulan Cumhuriyet'in paradigması. Vesayet, o. 8-10 milyon olan nüfusunun yarısı fakir, veremli, sıtmalı bir Anadolu düşünün. Oradan bir ulus inşa etmeye çalışan, belki iyi niyetli; ama oldukça acemi bir devrimci kadro. Onlar böyle bir inşaat yapmak istiyorlar. Bir tür mühendislik gibi ele aldılar.
AMCAM, YASSIADA'DAYDI; ZORLA TÜRKİYE'YE GELDİM
İzmirli ve Demokrat Parti'li bir aileden geliyorsunuz.
Evet. Hatta, Yeni Asır bir tarihte de Serbest Fırka'lı. Babamdan duyduğum bu. Sonradan Yeni Asır'ın bir sayısında da gördüm. O zaman sekiz sütuna manşet: “SERBEST FIRKA EBEDİDİR”. Fethi Okyar konuşuyor bir yerde. Sağ alt köşede aynı gün başka bir haber: “SERBEST FIRKA KENDİNİ FESHETTİ”. Ülke kolay evreler yaşamadı.
Babanız, CHP'ye karşı o halde?
Elbette. Demokrat, liberal gelenektendi. Amcam Behzat Bilgin de Demokrat Parti milletvekiliydi. Yassıada'da kaldı, oradan sonra da vefat etti. Ben İngiltere'de talebeydim, döndüm. 27 Mayıs'tan sonra yurtdışı yasağı ilk defa kondu. Tutukluların yakınlarına izin vermiyorlardı.
Kuruluşu nedir, Yeni Asır'ın?
1895'te Selanik'te kuruldu. İzmir'in kurtuluşundan sonra burada yayına başlamış, 1924-25 gibi. Ortaklıkları içinde en atak ben oldum. Gazetecilik heyecanım, hepsinden fazlaydı. Tek başıma iş yapmak istedim. Egom da yüksekti. 1985'te İstanbul'da Sabah'la başladık. Rahmi Turan ve ekibini transfer ettim. Ben Sabah'ı kurduğumda, gazeteci gençler arasındaki hâkim ideoloji, soldu. Baştan aşağıya solcu bir ekiple, liberal-demokrat gazete çıkarma denemesine giriştim. Epeycesi, 1 Mayıs'ta'ta molotof atan çocuklar var ya, o tipte insanlardı.
TURGUT ÖZAL, YAZARIMDI
Alttan mı aldınız?
Bir tür aslan terbiyeciliği gibi. Sabah'tan önce Rapor adında bir ekonomi gazetesi çıkarttım. Turgut Özal, Rapor'un yazarıydı. Burhan Özfatura, müdürüydü. Ekrem Pakdemirli yazarımızdı. Türkiye'deki liberal-ekonomik açılımı ilk biz başlattık. 24 Ocak Kararları'nın ideolojisini taşıyan bir gazete oldu, Rapor. O denemeyi Sabah'ta da yaptık. Sabah çok sattı; çünkü Özal'la başlayan, yükselen değerlerin gazetesi oldu. O zamanki gazetecilerin eğilimi, devletten, siyasi-askeri bürokrasiden yana olmak. Ekibi yönlendirme gücüm kifayet etmedi.
Kifayet etmediğini ne zaman fark ettiniz?
Şimdi baktığımda görüyorum. İnsanların egoları, çıkarları var. Derdinizi anlatamıyorsunuz. O zaman da işi sallamamaya başlıyorsunuz. Ben de kaçmaya başladım.
Aydın Doğan, Mesut Yılmaz'ı destekliyordu. Siz neden tercihinizi Tansu Çiller'den yana koydunuz?
Olaylar bizi o tarafa sürükledi. Tercihim pek haksız değilmiş, şimdi bakınca. Kadın beceriksizdi, kifayetsizdi; ama iyi niyetliydi. Türkiye, o zaman, şimdiki Kuzey Kore benzeri bir ülkeydi. İnsanların beyni yıkanmıştı. Böyle bir ülkenin gazetecileri de böyleydi, gazete sahipleri de.
Aydın Doğan'la nasıl bir ilişkiniz var, o sırada?
Bir araya gelir, tavla oynardık; ama siyasi şeyler konuşmazdık.
Refah Partisi iktidar olmasın diye Sabancı Center'da toplantı yaptık
Refah Partisi'nin iktidara gelmesi rahatsız etti mi sizi?
Tabii. Sadece bizi değil, askeri de. İktidar olmasından da hoşlanmadım. O dönemde Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller'i bir araya getirme gayreti vardı. Özdemir Sabancı rahmetli olmadan bir hafta önce, onun odasında toplantı yaptılar. Orada ben de vardım. Mesut'un kardeşi Turgut çağırıldı. “Refah Partili bir koalisyona hoş bakmıyoruz. Tansu'yla siz koalisyon yapın” denildi, işadamlarına has diplomatik bir tonda. Bir hafta sonra da Özdemir öldürüldü.
Refah Partisi'yle koalisyon yapınca, Çiller'e verdiğiniz desteği çektiniz mi?
Evet. Korkunç bir basın rekabeti vardı: “Bizim tenceremiz-onların tenceresi.” İş tiraj rekabetine döndü. Sonunda da siyasi rekabete döndü: “Onların başbakan adayı-bizim başbakan adayımız.”
“BİZİM İÇİN 'KÜRT' YOKTU”
Diyarbakır'dakileri bilerek yazmadık
Kürt sorununa bakışınız neydi?
İtiraf edeyim, Kürtçe konuşulduğunu ilk defa, arkadaşım Başkurt Okaygün, İzmir'e geldiğinde duydum. Ayakkabısını boyattığı çocukla Kürtçe konuşmaya başladı. 1975-76 yılı gibiydi. Duyunca ürktüm. Kürt meselesine bakışımız hastalıklıydı. Hepimiz gibi benimkisi de hastalıklıydı.
'Kürt diye bir şey yoktur' derecesinde mi?
Öyleydi. Öyle büyüdük, öyle biliyorduk.
Ne zaman dank etti?
80'lerden hemen sonra. Diyarbakır Hapishanesi diye bir şey var, değil mi? Görmedik, yazmadık, bilmedik. Bilmek de istemedik. 2. Dünya Harbi sonrası Almanlara soruyorlar: “Konsantrasyon kamplarını, ölüm kamplarını biliyor musunuz?” “Bilmiyoruz.” diyorlardı. Biz de öyle! Bilmek istemiyorduk!
Vicdan?
Bilmiyorduk! Basında 'sağlığa zararlı haber' diye bir kavram vardı! Bazı haberleri görmüyorduk. O tarihteki devlet böyle istiyordu, basın da buna razıydı. Ama hükümetlerden hiçbir zaman korkmadık! Hükümetleri takmıyorduk!
Gazeteciliğin dışına ne zaman taştınız?
Etibank'la. Ekonomik koşullar zorlaşmaya başladı. Sabah, ATV, 40'a yakın dergi, büyük bir güç o zaman. Ama bankası da olmayan tek grup! O zamana kadar “Gazete sahiplerinin gazetecilikten başka işi olmamalı.” diyordum.
Ama bunu söylerken Babıali'den İkitelli'deki plazalara taşınıyorsunuz, gazeteciliğin formasyonunu değiştiriyorsunuz.
Doğru. Eski sol kökenli gazeteciler iyi para kazanmaya başlayınca, dünya görüşleri değişiyor. Sınıflarına ihanet ettiler! Ama İkitelli'den başka çare de yoktu. En ekonomik şekli, şehir dışında arsa bulmaktı. Dünyada da aynı trend vardı. Etibank, hayatımın en kötü kararı. O sayede, para kaynaklarına daha ucuza ulaşacağım düşüncesi belirdi. Cavit Çağlar telefon etti. O almıştı ihaleyi. Ortak oldum. Sonra halt ettik!
İyi miydi aranız?
Hayır. Onun bakanlığı zamanında çok fenaydı. Sonra düzeldi. Gazete kampanyaları sırasında Schlafgut nevresim takımı satın aldık Nergis Holding'den. O zaman konuşmaya başladık.
Demirel müdahil oldu mu?
Cavit Çağlar bakanken, Sabah son derece atılgan bir gazeteydi. Demirel onu bankalardan sorumlu bakan yaptı, o da kamu bankalarından kendi borç konsolidasyonunu sağladı. Onun üzerine Cavit Bey'e demediğimizi bırakmadık. Kavga başladı. Ben de o sırada yeni teknemi almışım. Çeşme'den denize açılacağım. Yunan Adaları'ndan Akdeniz'e geçeceğim. Heyecan içindeyim. O sırada Başbakan Süleyman Demirel telefonla aradı. “Dinç, Cavit'le ilgili yaptığın yayınları kes” dedi. Ben de “Bakın Süleyman Bey, böyle bir olay nerede olsa yazılır” deyince, “Sen çok sinirlisin. Git, bir denize açıl. Sinirin geçsin” dedi. Gazeteler için bakanlar, başbakanlar o kadar önemli değildi?
Ya askerler?
Askerlerden telkinler gelirse, o zaman işler değişiyordu.
Asker, Turgut Bey'den sonra ne zaman güç kazanmaya başladı?
Turgut Bey, “Genelkurmay Başkanı olacağım” diye davetiye gönderen adamı, başkan yapmadı. O tavrını, Sabah müthiş derecede destekledi. Adamlar geri çekilmek zorunda kaldılar. Kürt İsyanı, Güneydoğu durumu da askere güç verdi.
Tansu Çiller'in hataları yok muydu?
Elbette vardı; ama Güneydoğu'daki olaylar için sivil iktidarın talimat verebilecek hali yoktu! Çok acizdi. Asker, Türkiye'yi bir Vietnam olarak gördü! Vietnam'da nasıl Vietkong'a yataklık edenlerin yerlerini yaktıysa Amerikan Ordusu, bizim ordu da öyle farz etti işi.
Genelkurmay'da kavga ettim
Refah Partisi sizinle temasa geçmedi mi?
Bilmiyorum, ben siyasi temaslar içine girmezdim. Belki de girmişlerdir.
Ama asker sizi Ankara'ya çağırdı, gittiniz?
Asker bir defa çağırdı. Bir kere gittim.
Kim çağırdı?
Genelkurmay Başkanı, yemeğe davet etti. Çevik Bir, 2. Başkan. Özkasnak, genel sekreter.
Sizden bir şey istediler mi o yemekte?
Çok matrak… Bir odaya alındım. Orada Çevik Bir, Erol Özkasnak vardı. Bana bir sunum yaptılar. Sabah yazarlarından şikayetlerini söylediler. Çetin Altan'dan çok şikayetçiydiler, bir de Mehmet'ten. Özellikle de baba Altan'ın fazlaca solcu ve komünist olduğundan şikayet ettiler. (Gülüyor) Bir de generallere her gün gönderdikleri bir bülten gösterdiler. Milliyet'ten Melih Aşık bir yazı yazmış. Bunlar da altınaa bir not koymuşlar, “Aslında şunu demek istedi” diye. “Yahu, Türk ordusunun generalleri gazeteleri böyle mi okuyor? Paşa, gazete öyle okunmaz” dedim. Kızdılar bana. “Türk ordusu diğer ordulardan farklıdır. Biz, Cumhuriyet'i kurduk.” dediler. Ben de “Bunu bütün ordular yaptı. Arap coğrafyasında İsrail halkı, İsrail ordusuna, bizim Türk ordusuna borçlu olduğumuzdan daha az şey mi borçlu?” dedim. O zaman kavga çıktı. (İHA)