Medyadan Gezi'ye 'zoraki' ilgi! Türkiye basınının 'direniş

Türkiye’deki Gezi olaylarını canlı yayınlarla veren batı medyası, kendi ülkesindeki eylemleri nasıl verdi? Yener Dilber bu tartışmalara başka bir boyuttan yaklaştı. İşte Taksim Gezi’den başlayıp Zucotti Park’a uzanan o yazı...

"Burada ihtiyacı olana her şey bedava! Seyyar satıcılar, lütfen dışarı”. Yaşlı megafonun cızırtılı sesiyle yapılan anons, Park’taki genç gürültüye karışıyordu.



Park sakinleri, bir gün 60’ların çiçek çocuklarıydılar, bir başka gün de Paris Komünü’nde tuğlalarla barikat yapanlar… Yaşanılan ise bir ütopya...



28 Mayıs’ta olacakları bir gün önce söyleseler “Hayalcisin” denenler ve artık bu memlekette yaşanılmayacağını söyleyenler vardı Gezi’de.



Bir de öğrenciler, eşcinseller, komünistler, dindarlar, ateistler, Aleviler, Sünniler, sanatçılar, anneler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, Çarşı, mağdur türbanlılar, endişeli modernler, Türkler, Kürtler, Gürcüler, Çerkezler, Lazlar…



Her geçen gün daha da haklıydılar.



En büyük derdi anlaşılmak olan bu insanlar, seslerini duyurmak istiyorlardı. Duyuramadılar. Ulusal medya yayında değildi.





Kimin Medyası?



Cumhuriyet tarihinin gördüğü en geniş katılımlı ve en sofistike toplumsal duruş, sesini duyuramamanın faturasını Başbakan’la birlikte birkaç büyük haber kanalına kesti.



Polisin ilk baskını yaptığı 31 Mayıs gecesi sonrasındaki beş gün boyunca Türk medyası fazla gürültü yapmadı. Gezi olaylarının kızıştığı ve yabancı basının ilgisinin arttığı zamanlarda da Türk basını, direnişçilerle zoraki ilgilenecekti. (1)





Yerlisi penguenlerle meşgulken, CNN International Taksim Meydanı’ndan saatlerce kesintisiz canlı yayın yapacaktı. Direniş o kadar sahiplenilmişti ki, kanalın edebiyat öğretmeni görünümlü sunucusu Amanpour, AK Parti yetkililerini canlı bağlantılara katıldıklarına tek tek pişman ediyordu. Öyle ki, bu bağlantılardan biri Amanpour’un Türk halkı için çok şey anlatan veda cümlesiyle kesildi: “Üzgünüm bayım, şov bitti”.



Peki burada kahraman ilan edilen yabancı medya, mevzubahis kendi ülkesiyken ne yapmıştı?



Gezi Parkı direnişi ile fazlaca benzer, 2011’deki meşhur Occupy Wall Street hareketinde, eylemcilerden biri tanıdık bir sitemle, “Başka bir ülkede yapılırsa demokrasi oluyor, biz yapınca vatan haini oluyoruz. (…) Lanet olsun!” demişti.



Occupy Wall Street eylemlerini konu alan “Rise Like Lions” belgeseline buradan ulaşabilirsiniz.



Wall Street’e bir kaç blok ötede, oranın Gezi’si Zucotti Park’daki hareket, ilk haftasında tamamen görmezden gelinmişti. Eylemciler, ilerleyen zamanlarda da başta FOX kanalı olmak üzere, önce küçümsenerek, sonra da bel altına vurularak marjinalize edildiler. O kadar ki, Gezi Parkı’ndan önce olmuş olmasa Başbakan’ı taklit ettikleri sanılabilirdi: “Hepsi duş alması gereken hippiler”, “Bir avuç şımarık çocuk” “Bu bir şiddet hareketidir”, “Uyuşturucu bağımlıları”, ”Potansiyel suçlular”, “Faşistler”, “Hareketin arkasında başka güçler var”…



OWS’deki medya yanlışları ile ilgili bir Huffington Post yazısına buradan ulaşabilirsiniz.



Mahatma Gandhi’nin, “Seni önce görmezden gelirler, sonra alay ederler, daha sonra seninle dövüşürler, sonra sen kazanırsın” öngörüsünün, en azından ilk iki aşaması bir kez daha doğrulanmıştı böylece.



Aynı yıl Londra’da başlayan eylemlerle ilgili çekilen BBC belgeselleri de, yine sansür sebebiyle ancak bir sene sonra yayınlanabildi.



Toplumsal olaylarda hipermetrop olan ulusal medyalar, konu başka memleket olduğunda kartal gözlü kesiliyor. Muhabirler gönderiliyor, canlı bağlantılar yapılıyor. Bu tutum belirgin bir şekilde uluslararası haberciliğin normu olmuş durumda.



Gelgelelim, bu otosansürün bazı durumlarda makul bir tarafı da var. 2005’te Paris’te başlayıp Fransa geneline yayılan olaylarda otosansür uygulamalarıyla eleştirilen France 2 kanalının Yayın Yönetmeni, şöyle demişti: ”Biz muhabirlerimizi arabalar yakıldığı için mi gönderiyoruz, yoksa biz muhabir gönderdiğimiz için mi arabalar yakılıyor?" (2)





Bütün bunlar, Türk ana akım medyasının Gezi Parkı’ndaki haklı hareket karşısındaki tutumunu doğru kılmıyor. Fakat en azından, eleştirilen bu medya yöneticilerinin hayattan tek beklentilerinin 10 rating - 25 share olmadığını bilmeli. Tabii kiminin bu yüzden uyku bile uyuyamazken, kiminin daha da fazlasıyla yüzünün bile kızarmadığını da…





Yüzleri Kızarmayanlar: 7 Haziran Medyası



Gezi sürecinde haberciliğin temel ilkelerini, toptan yanlış anlamış “bir kısım medya”, kimsenin aklına gelmeyecek haberlerle, ardı ardına sahnedeydi.



7 Haziran günü, pazar payı toplamları yaklaşık %40 olan yedi gazetenin manşeti de Başbakan’ın bir gün önceki aynı cümlesiydi. Neyse ki çoğul ve iyelik ekleriyle birbirinden ayrışıyorlardı. Yoksa tek bir noktadan yönlendirildikleri sanılabilirdi.



7 Haziran 2013 tarihli gazete manşetlerine buradan ulaşabilirsiniz.



Başbakan’ın başdanışmanı adına Amanpour’dan rövanşı alan kahraman gazeteler de vardı. Şu üstün zeka ürünü manşet, memleketin yalan haberlerle bozulan tüm imajını kurtarmaya yetti: “Kirli İtiraf… Amanpour, Takvim’e konuştu: ‘Her şeyi para için yaptık’ ”. Ara sayfalara, küçük puntolarla yazılan “Amanpour röportajı gerçek dışıdır” açıklamasıyla da mesleki sorumluluk yerine getirilmişti.



Neydi bütün bunlar? Şaka mı?



İnsanların bu medya ortamında, kendilerini anlatabilmek için orantısız zeka kullanmaktan başka seçenekleri kalmamıştı. “Yapabildiğim tek protesto durmaktı” diyen protestonun en bilge hali Duran Adam, haber değerinin nasıl yaratılacağını gösterdi. Halk da kendi medyasını kendisi yaratarak nasıl duyulacağını...





Organik Halk Medyası



Ülkede nüfusun yaklaşık yarısı sosyal medyayı kullanıyor olsa da, televizyon hala en önemli kitlesel iletişim aracı. Geleneksek medya, hala sosyal medyanın ulaşamadığı memleketin diğer yarısına da ulaşıyor. Öte yandan hem sosyal medya haberlerinin çoğu zaman doğrulama ihtiyacı içinde olması, hem de senelerin alışkanlıklığı nedeniyle, televizyon ve gazete hala çok değerli.



Buna rağmen Gezi’de, çoğu internet marifetiyle oluşturulan alternatif medya yolları, Başbakan’la uluslararası medyanın arasını bir kez daha bozacak kadar etkiliydi.



Dünyadaki en meşhur gazete hangisidir deseler, ilk akla geleceklerden biri New York Times’dır herhalde… Yurtdışında yaşayan üç direnişçi de böyle düşünüp, harekete geçtiler. Tam sayfa ilanın fiyatı 53.800 Dolar’dı. Sosyal medya hesaplarından takipçilerine duyururken, internet tarihinin en hızlı siyasi crowdfunding (internet üzerinden bağış toplama) operasyonu olacağından habersizdiler. Yeterli para sadece 21 saat içinde toplanacaktı. İlan, para toplanmaya başladıktan beş gün sonra, 7 Haziran tarihli New York Times gazetesinde yayınlandı.



New York Times gazetesine verilen ilana buradan ulaşabilirsiniz.



Yeni yöntemlerin arasında, elindeki telefonuyla fotoğraf çekip, sosyal medyada paylaşanların alıştık yöntemlerine gerilla yaklaşımıyla sınıf atlatan çapulcular da vardı. Taa ki üzerine kamera yerleştirdiği uzaktan kumandalı helikopteri, polisin plastik mermisine kurban gidene kadar...



Kumandalı helikopterle çekilen Taksim eylemi görüntülerine buradan ulaşabilirsiniz.



Peki, eninde sonunda bütün bu yaratıcı yöntemleri dağıtacak olan sosyal medyaya erişim kesilseydi?



Başbakan’ın sosyal medyayı kısıtlamakla ilgili görüşlerine benzer fikirleri, 2011’de Londra’da başlayan gösteriler üzerine, İngiltere Başbakan’ı David Cameron da gündeme getirmişti. İngiltere’deki olaylar üzerine yapılan araştırma şu sonucu gösterdi: Sansür seviyesinin düşük olması insanlar etraflarında olan bitenden daha fazla haberdar olması ve akılcı işler için biraraya gelmeleriyle sonuçlanıyor. Sansür seviyesi arttığında farkındalık azalıyor ve rastgele davranma eğiliminde oluyorlar. (3)





Doğru olan, sosyal medyanın toplumu şekillendireceği gerçeğini içselleştirip, diyalog için kullanmak... Bu diyaloğun nasıl kurulacağına en iyi örnek, İtalya’da sadece sosyal medyayı kullanarak daha önce rastlanmadık bir siyasi zafer kazanan eski komedyen Beppe Grillo. Nasıl yapılmaması gerektiğini anlamak için de en sert müdahalelerden birinin arifesinde Sayın Vali’nin attığı tweet’e bakmalı: “Hala anlamayıp soranlar var. ‘Müdahale var mı yok mu? Açık yaz’. Yok diyorum yok. Anlaşıldı mı acaba? İyi geceler…”



Ankara Belediyesi Başkanı’nın, gazeteci Selin Girit’e yönelik başlattığı kampanyada da görüldü ki zoraki, hormonlu sosyal medya kampanyaları,organik olarak oluşanlar karşısında cılız ve komik kalıyor. Çünkü organik olarak oluşan haberin hem daha çok yayılıyor, hem de ulaştığı hedef kitle üzerinde daha etkili oluyordu. Halk, Selin Girit’i “yedirtmedi”.



Yok, illa birşeyler engellenecekse de “18. yüzyılda internet mi televizyon mu vardı da, Fransız devrimi tüm Avrupa’ya yayıldı?” diye düşünmeli.



Yeri geldiğinde yazılacak her kitap, medeniyet şöleni gibi geçen her mahalle forumu, diplomadan önce Taksim’in düşünüldüğü her mezuniyet töreni, “Her yer Taksim, her yer direniş!” diye bağıran her megafon, halkın medyası olur.



Haklının haberi medyasını bulur.





Yener Dilber





Notlar:



(1) http://siegearts.com/reports/tr/geziparki/



(2) http://www.guardian.co.uk/media/2005/nov/10/france.tvnews



(3) Antonio A. Casilli, & Paola Tubaro (2012). Social Media Censorship in Times of Political Unrest – A Social Simulation Experiment with the UK Riots BMS: Bulletin of Sociological Methodology/Bulletin de Méthodologie Sociologique


Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi İstanbul'da polise saldırı: Şüpheliler gözaltında