Mario Levi: İstanbul çok yalnız kalmış bir şehir...
Usta yazar Mario Levi, Medyatava'dan Sayım Çınar'ın sorularını yanıtladı...
Sayım Çınar, Türk Edebiyatının önemli isimlerinden Mario Levi ile eski istanbul’a, kelimelerin kökenine, yazarlığa ve Kadıköy’e dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.
Söyleşi, aynı zamanda Almanya'nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung'un "Türkei" ekinde de bugün okurla buluştu.
Berlin merkezli B34 Media, Alman medyasında Türkiye ve Türk markalarını tanıtmaya yönelik yayınlar hazırlıyor. Almanya'nın önde gelen gazetelerinde yayınlanan dergi ve tanıtıcı sayfalarla, Almanya pazarında tanıtım yapmak isteyen şirket ve kurumlar için önemli bir fırsat sunuyor. Son olarak Murat Tosun'un yayın yönetmenliğini üstlendiği Türkiye dergisi, Berlin uluslararası turizm Fuarı (ITB) kapsamında Almanya'nın en önemli gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung ile 7 Mart'ta yayınlandı. Dergi, Türk turizminin yanı sıra, kültür-sanat sayfalarıyla da Türkiye'nin çeşitliliğini ve kültürel zenginliğini yansıtıyor.
7 Mart'ta yayınlanan dergide, Alman Dışişleri Bakanlığı Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Maria Böhmer de Antakya`yı tanıtan bir makale yazdı.
SAYIM ÇINAR
sayimcinar@gmail.com
Türk Edebiyatının önemlı bi ismi Mario Levi. Mario Levi denince İstanbul’la özdeşleşmiş biri akla geliyor. Aynı zamanda Kadıköylüsünüz. İstanbul oldukça değişti. Sizce İstanbul yaşlandı mı? İstanbul’u biraz sizin gözünüzden anlatır mısınız?
Tabii değişti. Şehirler kaçınılmaz bir şekilde bir değişime uğruyor. Bazıları az değişiyor. Paris’te bir bakıyorsunuz kenar mahalle sayılabilecek daha çok göçmenlerin oturduğu bir bölge birdenbire farklılaşabiliyor. İstanbul’da ise şöyle bir durum var. Bazı yeni yerler oluşuyor. Değişimlerden biri o. İstanbul çok büyük. Doğu sınırları Tuzla’ya dayandı, batı sınırları Silivri’ye dayandı. Batıdaki bir semtten doğudaki bir semte gidebilmek için herhalde bir 100 - 150 km gidiyoruz. Gitmediğim gitmeyi düşünmediğim yerler var İstanbul’da. Ekonomik açıdan daha düşük bölgeler değil, şık bölgelerden de söz etmek istiyorum. Oralar şık bir yer olabilir ama İstanbul değil. Benim yaşamak istediğim bir İstanbul var. Orası da Kadıköy! Görmeyi bilirsen eğer bir tarih var. İstanbul hep değişir, Ahmet Hamdi Tanpınar’da da bu vardı. İstanbul’u anlatıyoruz.
“İstanbul bize esin kaynağı olacak kadar güzel mi? Yoksa biz mi metinlerimizle İstanbul’u güzelleştiriyoruz?”
Eğer bir ilham kaynağı oluyorsa İstanbul’da bir ayrıntı üzerine gitmek gerekir. Bazı mekânların kaybedilmesi beni mutsuz eder, içimi acıtır ama öte yanda böyle de yaşayacağız. Bugün İstanbul’u iyi kötü bilen herkes Swiss Otel’i bilir. İstanbul’u çok güzel görür orası. Ben nasıl Swiss Otelin odalarının İstanbul’u daha iyi gördüğünü söyleyebiliyorum, hiç gidip kalmadığım halde? Çünkü çocukluğumda Swiss Otel’in olduğu yerde, Çakıl çay bahçesi vardı çocukluğumda, oradan biliyorum. Gazoz, çay içmeye giderdik, daha çok öğrencilerin gittiği bir yerdi. Hiç unutmadım. Orası İstanbullulara aitti. Otel olunca işgal edilmiş gibi hissettim. Elimizden alındı. 20 yaşlarında birine söylesem bir anlam ifade etmeyecek.
İstanbul’u hayatında hiç görmemiş birine İstanbul’a dair ilk neyi anlatırdınız?
Galata Kulesi ve çevresi… Şu andaki Galata Kulesi tamamen orijinal olmasa da çok eski. Mutlaka o sokaklarda bir süre gezmelerini söylerdim. Terasa çıkarırdım, İstanbul’u oradan görmesini sağlardım. Haliç manzarası harikadır. İstanbul’a ait bir rengi vardır o manzaranın. Yavaş yavaş yanar ışıklar…
İstanbul’un mimarisi kafasını kaldırıp bakabilenler için. Bazı insanlar baksalar da görmüyorlar. Berlin’e, Amsterdam’a nasıl bakıyorsak öyle bakmamız gerekiyor aslında.
İstanbul çok yalnız kalmış bir şehir. Herkes senin yaptığını yapıyor mu bilmiyorum. Hissetmeye çalışanlar maalesef çok az. Roma, Amsterdam, Paris gibi metropolleri düşündüğümüzde, İstanbul’da bu yok. Meydanı yok. Eskiden Bizans zamanında varmış. Sultanahmet’te. Şimdi orası showroom gibi turistler için. İstanbul’un yapısında şöyle bir özellik var. Merdivenli sokaklar, hepsi de denize iner, Galata mesela, etrafındaki surlarda Tophane’ye kadar inen sokaklar. Etimolojik olarak birkaç görüş var. Ceneviz İtalyancasında, Gallatu- denize inen yol demek! Dolayısıyla Galata’nın adının oradan geldiği söylenir. Ne zamanki Fatih, İstanbul’u fethediyor, diyor ki Cenevizliler, burada kalın, ticaretinizi yapın diyor. Aradaki tek far, Surları yıktırıyor, Müslümanları yerleştiriyor. O kimliğini hala sürdürüyor Galata. Beyoğlu’nda 100 kişi çevir, şunu sor, Galata Kulesi’nin 10 metre kadar ilerisinde duran Bizans surlarını gördünüz mü? Gördük diyemezler. Diyeceğim o ki; Fatih’i bilmeden, Sur içini bilmeden İstanbul’u biliyorum diyemezsiniz.
Etimolojiyle ilgilisiniz. Etimoloji kelimenin kökenini incelemek demek. Örneğin konuşmak, konmaktan geliyor. İstanbul’un da birçok ismi var. Sizce hangisi güzel?
140 tane ismi var ama tabii ki İstanbul. Grekçeden, İstinpoli – şehre doğru demek. Şehre gitmek demek. Bu açıdan çok güzel.
İstanbul’u görmeyen birini gezdirmeye devam etseniz, başka nerelere götürürsünüz?
Boğaz’ın bazı yerlerini ve duygusal bağım olan Kadıköy’ü gezdirirdim. Sokaklarında, çarşısında. Balıkçılar, tatlıcılar, turşucular… Oranın başka bir tadı var. Beşiktaş çarşı da Kadıköy çarşı ile çok benzer.
Hayata geçirilen hizmet ve projeler var. Üsküdar’da Marmaray’da iniyorsun Ümraniye’ye metroyla gidebiliyorsun. Bütün şehirlerin metrolarını seviyorum. İstanbullular biraz bu konuda geride mi?
Alışıyorlar, bazı saatlerde çok kalabalık oluyor. Düşünemezdik bile bazı gelişmeleri. Ben Moda’dan çıkıp 4.Levent’e gitmek istersem 50dk’da gidebilirim. Bir tek okula gidip gelmek için arabamı kullanıyorum, diğer zamanlar sürekli toplu taşıma araçlarını kullanıyorum.
Türkiye’de celebrity kesim, farklı bakıyor toplu taşıma kullanımına. Dünyaya bakıyoruz Keanu Reeves metro kullanıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Tam aksine özellikle bir yazar için toplu taşımaya binmenin bir elzem olduğunu düşünüyorum. İnsan var! Bazen olur olmadık zamanlarda bir ayrıntı keşfediyorsun. Bu çok güzel. Vaktim olduğu günlerde vapuru tercih ediyorum. Çünkü İstanbul’u hissediyorsunuz, keyfi bambaşka. Yaz akşamlarında dışarı çıkıyorum, denizin kokusunu almak bambaşka bir keyif. Olmazsa olmazlardan.
Gözümüzü kapasak şimdi başka bir yerde olmak istesek, nerede olmak isterdiniz?
Çok samimi bir şekilde diyorum ki, şu anda olduğum yerden çok memnunum. Moda’da olmaktan fevkalade memnunum. Nerede olursam olayım Moda’ya dönmek istiyorum.
Çok katmanlı yazan bir yazarsınız. Denemeler, roman, öyküler. Kentle bağlantılı konular. Mimar gibisiniz. İç çatışmalarınızı yazmayı düşünüyor musunuz?
Tabii ki, zamanla olabilecek bir şey. Yazarlık süreci nasıl bir şey biliyor musunuz? Bazı yükleri bırakıyorsunuz, çırılçıplak kalana kadar. Kendinize dönüyorsunuz. Döndüğünüz yerde saflık ve yalınlık var. Yalınlık çok önemli. İç çatışmaları zamanla daha çok yaşayan insan yürekli oluyor. Kolay mı insanın iç dünyasını birilerine açması. Zamanla oluyor bunlar.
İstanbul bir gezgin için büyük bir istasyon. İstanbul hangi şehirlerle benzerlik taşıyor sizce?
Öncelikle Lizbon! 2.si Venedik ve Barselona.
İstanbul’da denize girdiğiniz zamanlar vardı değil mi? İstanbul’un deniziyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Girilebiliyormuş, 40 yıldır girmiyorum. Büyükada’dan giren var, Boğazdan giren var. Ama ben nedense İstanbul’un denizine uzak kaldım. Ama çocukluğumda ergenliğimde, gençliğimde vazgeçemediğim bir şeydi İstanbul’dan denize girmek. Biz yazlığımız var oraya gidelim demezdik.
Bir yazarın yazarak hayatını kazanması çok önemli. Siz ders vererek, teliflerle hayatınızı yazı ve yalnızlık üzerine kuruyorsunuz. Bu çok güzel değil mi?
Ben sadece ve sadece kitaplarımın satışından yaşayabilecek biri olamadım. Benim hayat standardımı karşılayabilecek bir durumda değil. Ama yan olarak yaptığım işler de yazıyla ilgili. Ortak payda yazı! Bu yüzden hayatımı yazıdan kazanabiliyorum diyebilirim.