'Kıyamet nasıl gelmediyse, tiyatro da ölmeyecek'
Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Otel Plaza'da Bir Oda" oyununda rol alan oyuncu Eylem Yıldız, Sayım Çınar'ın sorularını yanıtladı...
Erzurum Devlet Tiyatrosu ''Otel Plaza'da Bir Oda'' oyununu sanatseverlerle buluşturdu. Bugüne kadar pek çok dizi ve filmde rol alan Eylem Yıldız, oyunun ana karakterlerinden birini canlandırıyor. Eylem Yıldız’la Erzurum’u, tiyatroyu, şöhreti ve gelecek planlarını konuştuk:
İdealist Bir Genç Tiyatrocu: Eylem Yıldız
Yeni bir oyunda oynuyorsun. Neil Simon’un yazdığı bir oyunda rol alıyorsun. Oyunları Amerika’da özellikle takip ediliyor. Kadın erkek ilişkilerini sorgulayan bir öykü bu. Erzurumlu izleyiciler nasıl tepki veriyor?
Henüz ikinci haftamızdayız, sevenler de var, sevmeyenler de. Tutkuyla ikinci kez izlemeye gelenler de var. Güzel tepkiler ağırlıkta ve bu beni mutlu ediyor.
Farklı karakterleri bir arada canlandırıyorsun. Gündelik ilişkilerin tarihi var oyun boyunca. Tek gecelik ilişkilere ne dersin?
Böyle ilişkiler yaşanıyor, bunu kabul etmek zorundayız.
“Kendi içinde organik bir bütünlüğü olan bir oyundan bahsediyoruz”
Eğreti Gelin’de de vardın, Asmalı Konak’ta da. Bu sefer de Amerikalı bir kadın gibisin.
Bunu çalışırken biraz Meg Ryan’ın oynadığı karakterlerden esinlendim. Kendi tarihimle de örtüşen tarafları vardı, zor olmadı role bürünmek, parçası olmak bu yönüyle. Kendi içinde organik bir bütünlüğü olan bir oyundan bahsediyoruz. Düğün hazırlığı içerisindeki bir kızı oynuyorum ilk bölümde. İkinci bölümde evlenmiş, üç çocuğu olmuş, kocasının sıkıntılarıyla sıkışmış bir karakter. Üçüncü bölümde ise evlenmiş, boşanmış, evli bir erkekle ilişkiyi göze alan bir kadını anlatıyorum. Kadının evrelerini de anlatıyorum aslında bir yönüyle. Asıl karakterim ikinci karakter. Her ne kadar evlenmemiş olsam da çevremde evli arkadaşlarım var ve onların hayatlarından, anlattıklarından, gözlemlerinden çok şey çıkardım. Çok severek yansıtıyorum sahnede de. Alkol zafiyeti var örneğin, bunu da yansıtıyorum oyunuma. Kadına bir grafik çizdim ve uygulamaya çalışıyorum.
Farklı bölümlerde, farklı karakterler var. Müzikler çok iyi, roller çok gerçekçi.
New York’u, Browadway’i hatırlatan şarkılar. Frank Sinatra var.
Sahnede eğleniyorsun, bu da seyirciye geçiyor. Güzel bir enerji oluyor salonda.
Aslında bunu twitter'da da yazdım. “Bağırıyorum, çağırıyorum, üstüne para veriyorlar” dedim. Keyif aldığımı hep söylüyorum oyunculuktan, nefes aldığım alan sahne benim.
Esasında ikili ilişkilerde romantik olmayan tarafları yansıtıyorsun, bu yönüyle yenilikçi ve zor bir oyun.
Bir noktadan sonra ilişkiler savaşa dönüşüyor. Oyunda da bunu görüyoruz. Bu anlamda da Erzurum için yenilikçi bir şey. Böyle bir oyun izlediklerinde kendilerine hiç sormadıkları soru soracaklar gibi geliyor.
Herkes kendi gölgesiyle çok iyi, şaşalı bir hayat yok, lokantalar belli, sosyalleşme alanları belli. Küçük şehirlerde, sistemli şehirlerde insan kendini daha iyi hissediyor. Sen ne düşünüyorsun Erzurum ile ilgili?
Birçok şeyi çok daha kısa zamanda, çok daha anlayarak yapabiliyorsun, bu yönüyle küçük şehir avantajlı bir durum. O yüzden de fazla saatlerin oluyor, daha çok okuyabiliyorsun, daha çok kendine dönebiliyorsun. Kendi gölgesiyle yakın olmak sözünü çok önemsiyorum bunun için.
Bir taraftan hüzün var, bir taraftan gülme var. İkili ilişki çok zor. İlişkilere nasıl bakıyorsun?
En fazla enerji sarf ettiğimiz şey bu. İlişkilerimize çok efor sarf ediyoruz.
Esasında konservatuar mezunusun, eğitim önemli ama karakter sahibi olman daha da büyük bir şey. Had sahibi olmak çok önemli. Nasıl korudun kendini?
Dünyada dizi oyuncusu da sinema oyuncusu da çok farklı Türkiye’dekinden. Cosby ailesi örneğin, tek bir dizi üzerinden bütün bir aile güçlü bir hayat yaşayabildi. Bizde çok karmaşık sektör oturmadığı için. Dizi oyuncusu aynı zamanda köşe yazarı oluyor, neredeyse eline makas verseler ameliyat da yapacak.
“Hep şansın vardır, hep devam etmelisin”
Yeşilçam yıldızları sinemaya adamıştı hayatını. Bugün neden bir Türkan Şoray yok deniyor, buna ne dersin?
Yetenekli insanlar var aslında günümüzde. Ancak konsantrasyon kısmında sıkıntı var çoğu oyuncuda. Televizyona çok vakit ayırıyorlar. Bir şeylere hayır demeden bazı şeyler gelişemez, olamaz. 90’ların pop müziği gibi dizi sektörü. Ben kendimi korumaya aldım, çok küçük yaşta çok çabuk şöhret oldum, bunu iyi dengelemek gerektiğini biliyordum, eğitimimle, duruşumla, vizyonumla… Ömer Uluç’un çok önemli bir sözü vardı: “Ben bu ülkede üç kez şöhret oldum” derdi, ben bu söze çok inanıyorum, hep şansın vardır, hep devam etmelisin. Birçok yerde turne yaptım, Türkiye’yi tanıdım ve büyük birikimler edindim bu yolla. Kanallarım açıldığımda bu birikimlerim çok güzel dönecek bana.
Neler yapıyorsun bunun dışında?
Yazmaya başladım, çocukluğumdan beri hayalini kurardım, bu konsantre hayat beni yazıya sevk etti. Terapi bir yönüyle de. Yaratıcı yönlerimi keşfediyorum.
Tiyatro eğitimi almak önemli mi TV için?
Bir ara bir tartışma olmuştu, Haluk Bilginer de söylemişti, oyuncu oyuncudur. Teknikler farklıdır kamera oyunculuğu ile TV oyunculuğunda. Oda ölçeğinde oynamakla, sahneden oynamak farklı. Bazı durumlarda eğitim almamış olmak avantaj bile olabiliyor. Tiyatronun büyük oyunu televizyonda problemli olabiliyor.
“Kıyamet nasıl gelmediyse, tiyatro da ölmeyecek”
Tiyatro ortamını nasıl buluyorsun?
İstanbul’da özellikle yeni bir akım var, Dot ile başladı biraz da, çok heyecan verici buluyorum. Yeni yazarlar çıkıyor, yeni oyunlar çıkıyor. Tiyatro ortamının öldüğü esprilerini sevmiyorum. Tam tersi bir durum var oysa. 5000 yıldır ölmedi, öleceği de yok. Kıyamet nasıl gelmediyse, tiyatro da ölmeyecek. Salonu sen de gördün, doluydu, umutlu ve mutluydu insanlar.
Kadın kadının kurdu mudur?
Erkek ağırlığı oluyor ister istemez, oyunlarda karakterler daha çok erkek olduğu için belki. Ben eşitlikçi bir alan olarak algılıyorum tiyatroyu ve kadın tarafından bakmaya özen gösteriyorum.
Şehirleri görmeden üzerine yorum yapılmasından hoşlanmıyorum. Erzurum’u biraz daha anlatır mısın kendi gözünden?
Karı, soğuğu, rustik durumu seviyorum. Erzurum’u bu yönüyle seviyorum. Bilgiyi nerede çoğaltacağını asla bilemezsin.
Türkiyeli yazarların, sanatçıların en büyük sorununun Anadolu’nun farkında olmamaları olduğunu düşünüyorum. İyi bir yazar çok gezmeli, çok da okumalıdır.
Katılıyorum. Zengin bir kültürümüz var ve insanımız çok derin. İnanılmaz hikayeler var, bunları görebilmek için de gezmek, görmek gerekiyor.
“Bu yönüyle Edith Piaf’ı oynamayı çok isterim”
Tiyatro kariyerine baktığımızda birçok oyunda oynadığını görüyoruz. Şu oyunda oynamayı çok isterim diyeceğin oyunlar var mı?
Gerçekten yaşayan karakterleri, sıfırdan bir noktaya gelen kahramanları seviyorum. Bu yönüyle Edith Piaf’ı oynamayı çok isterim.