'İçeriden iyi yaşamak, dışarıdan en iyi şekilde görünmenin olmazsa olmazı'
Dermatolog Doç. Dr. Alev Eken, Cildime Neler Oluyor?'da bütünsel sağlık ve güzelliğin ipuçlarını veriyor, yeni hayatın yeni güzellik sırlarını paylaşıyor. Alev Eken Cildime Neler Oluyor?’da “yaş ve güzellik” yolculuğu yönetiminde, sağlıklı cilde sahip olmak, daha iyi yaşamak, daha iyi yaş almak isteyen yediden yetmişe herkese bütünsel sağlık ve güzelliğin ipuçlarını veriyor, yeni hayatın yeni güzellik sırlarını paylaşıyor. Yazarla kitabını konuştuk.
Dermatolog Doç. Dr. Alev Eken, 'Cildime Neler Oluyor?' kitabında bütünsel sağlık ve güzelliğin ip uçlarını veriyor, yeni hayatın yeni güzellik sırlarını paylaşıyor. Alev Eken, 'Cildime Neler Oluyor?’da “yaş ve güzellik” yolculuğu yönetiminde, sağlıklı cilde sahip olmak, daha iyi yaşamak, daha iyi yaş almak isteyen yediden yetmişe herkese bütünsel sağlık ve güzelliğin ipuçlarını veriyor, yeni hayatın yeni güzellik sırlarını paylaşıyor. Yazarla kitabını konuştuk.
Sayım ÇINAR / sayimcinar@gmail.com
'İçeriden İyi Yaşamak, Dışarıdan En İyi Şekilde Görünmenin Olmazsa Olmazı!'
Kitap fikri nasıl doğdu, buradan başlayalım. Ne kadar zamanda yazdınız Cildime Neler Oluyor?'u?
Mesleğimiz, kariyerimin otuzuncu yılındayım. Hikâyem, 30 yıllık meslek hayatımda hastalarımdan, her gün duyduğum, yanıtının benim için tek cümle olduğu halde, anlatamadığım belki de anlamayı istemediğimiz, iki kelimelik soru cümlesi ile başladı…“…neden?” ve “…bir de?” Neden geçmiyor? Neden A.’nın geçti, benim geçmedi? Neden A…’ya iyi geldi… Bana iyi gelmedi? Neden A…’ya onu önerdiniz… Bana önermediniz? Neden sadece ellerimde… Yüzümde… Saçlarımda? Neden A…’nın… Lekeleri geçti… Benim geçmedi? Bir de… Şikâyetim var? …bir de… Saçımda var? Bir de ayağımda var? Ve daha pek çok “neden?”...”Bir de?” Bazen daha pek çok “neden”? Ve “bir de” olur demek istiyorum. Danışanlarıma, hastalarıma, okuyucularıma, takipçilerime, arkadaşlarıma, çocuklarıma; sağlığına, yaşamına, yaşantısına, sevdiklerine, dış görünümüne, kariyerine önem verenlere, geleceğine sahip çıkmak isteyenlere bilgi, sezgi, deneyimlerimi, akıla, bilimsel kanıtlara dayanarak paylaşmak istedim.
30 yıllık cilt hastalıkları uzmanıyım. Beni tanıyanlar kişiliğimi, mesleki etik felsefemi çok iyi bilirler. Sorgulayıcı, hastalarıma bütünsel yaklaşan bir hekimim. Hiçbir zaman hastamın sadece bir leke, kaşıntı ya da parmağının ucundaki ufak bir yara şikayetine odaklanmam. Hep “bütünsel sağlık, sağlıklı cilt, iyi yaşam, yaşının iyisi olmak, “yaş ve güzellik yönetimi yönetimi” gibi konulara ilgi duydum. Otuz 30 yılda çok fazla hasta gördüm, hasta arşivim ve değişik hastalarla ilgili deneyimlerim oldu. Kimi hastalarıma faydalı olabildim, kimilerine olamadım. Kimilerine öğrettim, kimileri bana öğretici oldu. Hekimin en önemli tecrübesi hastalarıdır diye düşünüyor; bir hekimin aldığı yol/kilometre kaydının yani yıllarının çok değerli olduğuna inanıyorum.
Cildimizin bedensel sağlığımızı yansıtan en büyük görsel organ olduğunu her zaman hatırlarım. Cildimiz yaşımız, yaşantımız, kendimizi nasıl hissettiğimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz, aldığımız nefes, duygu durumumuz, alışkanlıklarımız, hastalıklarımız ve sağlığımızla ilgili daha pek çok bilgi taşıdığını bilir; karşımdakinin cildine gözümle bakar, ellerimle hisseder, beynimle yorumlarım.
Kitabın yazım hikayesine gelirsek...
Yaklaşık bir yıl önce, artık bana yöneltilen bazı soruları açıklamaktan- açıklayamamaktan- hatta bazı hekim arkadaşlarıma dahi zorlandığımı hissettim. Gün içinde gerek danışan, gerek hasta, gerek bir kahve molasında, gerek bir toplantıda, hani tam bir nefes alacak zaman denir ya, işte o zaman, hep aynı sorularla karşılaşıyordum. İşte bütün bu sorulara toplu olarak cevap vermek istedim. Kıssadan hisse; “Cildinizde oluşan her ne ise mutlaka organik ya da sizin tarafınızdan oluşturulan sebebi vardır”. Bu sebep sizi koruyan “iç doktorunuz” yani bağışıklık sisteminizde veya yaşam şeklinizdeki bir hata, fabrika ayarlarınızdaki bir bozukluk (ben kan analizleri, vitamin mineral değerlerine fabrika ayarları derim) vardır. Önce, bütünsel sağlığınızı, alışkanlıklarınızı, beslenme, uyku düzeni, çevresel faktörler ve benzerlerini düzeltmelisiniz. Merceği kendinize sürekli uzaklaştırıp, yakınlaştırın… İşte benim hikâyem yaklaşık bir yıl önce böyle başladı. Çok sevdiğim hem danışanım, hem arkadaşım, hem sağlığın içinden biri olan sevgili Işın ile uzun bir sohbet şeklinde bu kitabı tamamladık. Masanın karşı tarafından o sordu, ben de 30 yıllık deneyim arşivimi paylaştım. Tabii ki çok fazla detaylarda gizli çok fazla bilgi var, bazen biraz fazla bilimsel, bazen fazla eleştirisel ve sert oldum ki Işın bunları yalınlaştırdı, yumuşattı, görsellerle renklendirdi.
Peki ana amaç nedir?
Peki, amaç yıllar geçse de kırışıksız görünmek mi? Değil. Amaç, öncelikle bütünsel sağlık ve cilt kalitesinin sürdürülmesi için temel bir düşünce ve yaşam tarzı oluşturmak. Bu kitabın çıkış noktasıysa, bu anlayışı tüm hastalarımla paylaşmak, daha fazla insana ulaşabilmeyi sağlamak.
İçten dışa vurgusuyla açıyorsunuz kitabı. Yalnızca nasıl beslendiğimiz, bedenimize neler kabul ettiğimiz değil, aynı zamanda halimiz, tavrımız, psikolojimiz de cildimizin diriliği ve güzelliğini etkiliyor mu?
Cildimizin sağlığı yalnızca bir güzellik konusu değil… Cildimiz, bütünsel sağlığımızın dev bir aynası. Sağlığımızı ve güzelliğimizi bu dev aynada yansıtabilmek ise elimizde. Bunun için özen göstermemiz gerekenler yaşam biçimimizde saklı, çünkü insan, yaşam biçimini bir kıyafet gibi üzerine giyiyor. Bilimsel bakış açısıyla, yaşlanma, doğum ile birlikte başlayan, zaman içinde hücrelerden organlara ve sistemlere kadar tüm yapılarda fonksiyonların giderek azalması ile seyreden, içsel, doğal, geri dönüşü olmayan kaçınılmaz bir süreç. Vücudumuz genetik bir programla düzenlenmiş olsa da yaşam şekli ve alışkanlıklar bu programı etkileyebiliyor. Yaşam biçimimize karşı gelişen metabolik ve bağışıklık sistemi yanıtlarının farklılığı da kişilerde yaşlanma hızını etkiliyor. Sağlıklı yaşlanabilmek üzerine yapılan bilimsel araştırmaların bugün geldiği noktada biliyoruz ki yaşlanmanın gerçekleştiğini dışarıdan görmemize karşın aslında yaşlanma içten dışa gerçekleşir.
Odaklanmamız gereken konu, bedenimizin bir bütün olduğu. İnsanın yaşı ne olursa olsun, içeriden iyi yaşamak, dışarıdan en iyi şekilde görünmenin olmazsa olmazı. Günlük rutinimizde, çevreden ya da kendi ellerimizle maruz kaldığımız toksinler, yaşam şeklimiz, beslenmemiz, aldığımız nefes ve daha pek çok faktör sistemlerimizi etkiliyor. Tüm organlarımızda olduğu gibi cildimiz de yaşantımızın ayak izlerini taşıyor, hatta yaşlanmanın en erken ve en belirgin belirtilerini yansıtıyor.
Bir yüze baktığınızda, o yüz size geçmişi ve geleceği ile ilgili bir şeyler söylüyor mu?
Cildimizin yapısını bildiğim için yaşlanma hakkında, geleceğin getirecekleri hakkında öngörülerim olabiliyor. Kesitler hâlinde bakarsak, en altta kemik, üstte kaslar, onun üstünde yağ tabakası, en üstte de gerçek güzelliğimizi, duygularımızı yansıtan cildimiz var. Bunların hepsinin, kendi aralarında ve kendilerine ait özellikleri; zaman içinde yıprattığımız veya yok ettiğimiz katmanları, ara maddesi var. Bunların nokta atışıyla, farklı teknolojilerle yerine konması gerekir. Acaba hangi noktalar bize alarm veriyor? Gelecek beş, on hatta yirmi yılda bu yüzleri ne bekliyor? Hangi adımları atarak ve hangi planlama ile bu süreci önler ya da geciktiririz? diye düşünüyorum.
Burada belirtmek isterim; yaş, harika görünmek ve harika hissetmek için bir engel değil. Yaşlanırken, geçen her yılı sevgiyle uğurlamalı, hayatımız boyunca edindiğimiz ve deneyimlediğimiz her şey için kendimizi kutlamalıyız. Öyle ki, yaşı oldukça ileri olan ama yaşam enerjisiyle kendine hayran bırakan insanlar var.
Genel sağlığımız ya da cilt sağlığımız genlerimizin insafına mı kalmış? Bu durum kimileri için avantaj, kimileri içinse dezavantaj mı?
Bu konuda ben de iki soru sorarak başlayayım. “Güzelliğini annesinden almış.” dediğimiz bir insan, daha önce bahsettiğimiz kötü yaşam koşullarında annesi kadar güzel ve doğal kalabilir mi? Diğer sorum, “Bu kızarıklıklar annemde de vardı, bende de var.” diyen bir insan, bu durumu olduğu gibi kabullenmeli mi? Benim bunlara yanıtım şöyle; genlerimiz bize özel, bedenimiz bir bütün ve cildimiz de bunun aynası. Burada cildimizin geleceğini, kendi seçimlerimiz ve yaşam tarzımız belirler. Bunun yegâne sebebi genetik mirasımız değildir. Çünkü genlerimiz modern ve endüstrileşmiş dünyaya uyum sağlamaya çalışır. Gen uyum mekanizması, “genin üstünde” anlamına gelen “epigenetik” gücüyle açıklanıyor. Genleri bilgisayar veya akıllı telefon olarak düşünürsek, epigenetik değişiklikleri de bu cihazlara program yüklemek veya silmek gibi düşünebilirsiniz. Yaşam tarzımıza yükleyeceğimiz olumlu değişimler ile “genlerimizin de üstüne” çıkıp iyi genlerimizi harekete geçirebilir, kötü genlerimizi ise baskılayabiliriz. Yani cildimize zarar veren, yaşlandıran iç ve dış nedenleri önlerken, aynı zamanda genetik ve çevresel risklerimizi de dikkate alarak bir yaşam tarzı belirlemeliyiz. Kendimizi dinleyip anlamalı, anladığımızı uygulamalıyız. Cildimizin verdiği tepkileri kabullenmeyi seçmek, altta yatan başka sebepleri görmezden gelmek demek olabilir.
Bedenimiz, kendi savunma sistemleriyle karşılaştığı dengesizliklere karşı koymaya, uyum sağlamaya çalışır. Hastalıklar ve yaşlanma bir günde gelişmez; uzun bir süre boyunca size mesaj vererek, bir şeylerin iyi gitmediğini belirterek yavaş yavaş gelir. Her hastanın öyküsü farklı olmakla birlikte, hastalığın isminin diyabet, sivilce, ülser, Alzheimer, sedef, ekzema, ürtiker, allerji, migren, saç dökülmesi, karaciğer ya da damar hastalıkları olmasının çok bir önemi yok. Önemli olan alttaki kök sebeptir. Bir sorunun kaynağı ne ise çözümü de orada. Var olan hastalığın belirtisinin yok edilmesinden çok, ona neden olan koşulların kaldırılmasına öncelik verilmeli.
Beslenme biçimi cildimizi nasıl etkiler?
Beslenme; sağlıklı yaşamın, iyi ve güzel yaş almanın en önemli gereksinimlerinden biridir. Sabah uyandığımız andan uyuduğumuz ana, hatta sonrasını bile etkileyen, günde en az 2-3 defa karar vermek ve yapmak zorunda olduğumuz bir ihtiyacımızdır. Hangi yaşta, hangi kültür, hangi meslek, hangi ekonomik durum, hangi sosyal çevrede olursak olalım, nasıl yaşarsak yaşayalım; ağzımıza attığımız her lokma/içecek bizi iyi ve/veya kötü etkiler; ya hasta olmamıza katkıda bulunur ya da hastalıklara karşı savaşmamıza ilaç olur.
Vücut, doğal olmayan, tanımadığı, yabancı gördüğü her şeye tepki gösterir, savunmaya geçer. Bu maddeleri, yapısında, fonksiyonlarında “yapı-yaşamın taşı” olarak kullanamaz. Ancak sistem bir şekilde yine işliyor ve bu maddeler kullanılıyor. Ortaya çıkan sonuç; çürük, depreme dayanıksız yapı!. Yani, her türlü enfeksiyona, strese (içtiğiniz sudan, aldığınız nefes, iş yerinizdeki oda arkadaşınıza, duygu durumunuz, uykunuza kadar) savunmasız bir beden.
Beyin, bağırsak ve cilt bağlantısı çok önemli, bunu biliyoruz.
Beyin, bağırsak ve cilt arasında kablosuz bir iletişim hattı vardır. Sistem bütün olarak işler, o yüzden bütünsel yaklaşım gerekir. Yani, bir dermatolog olmama rağmen tek ilgi alanım cildiniz ya da kumaşınız değil. Önce merkezî yönetimden başlarsak, vücudumuzda iki adet ana kumanda merkezi var; birincisi başımız, ikincisi ise bağırsaklarımızdaki beynimiz. “İki beyin de uyum içinde çalışır; bu uyum bozulduğu zaman ise karnımızdan kargaşa, başımızdan mutsuzluk eksik olmaz.” diyor patolog Prof. Dr. Michael Gershon.
Merkeze en uzak organımız cildimiz. Ama bu onun sadece bir özelliği. Cildimiz hem alan olarak en büyük hem de ağırlık olarak en ağır organımız. En önemlisi ise gerek birinci gerekse ikinci beyinden gelen iletişim, sinyal ya da komutların en yoğun olduğu hedef organ. Yani, tüm hormonların; mutluluk hormonu serotoninin, ödül hormonu dopaminin, stres hormonu kortizonun hedef tahtası, ateş hattı cildimizdir. Yaşam tarzı, toksinler, stres, düzensiz beslenme direkt cildimize yansır. Cildimiz tüm sistemlerimizle kablosuz bir bağlantıda olduğuna göre, genç ve güzel bir cilt için karnımızda “kargaşa”, beynimizde “mutsuzluk” olmamalı. Hastalıklı ya da bağımlı bir ömür sürmek istemiyorsak yediklerimize, içtiklerimize, tabağımıza koyduklarımıza dikkat etmeliyiz. Ağzınıza attığınız her lokma ya hasta olmanızı ya da hastalıklardan korunmanızı sağlar.
Besinlerle aldığımız yağların vücudumuza nasıl bir etkisi var?
Yağlar, sağlıklı bir yaşam sürebilmek ve sağlıklı yaş alabilmek için şarttır; yağsız yaşam mümkün değildir. Yaşayan en küçük birimimiz olan hücrelerin duvarları tümüyle yağlardan oluşmuş durumda. Hücre duvarları yalnızca bir sınır değil, aynı zamanda tüm biyolojik iletişimin gerçekleştiği yer. Ayrıca cildin de gözü, kulağı ve dili. Cildimizin yaşam fonksiyonlarını sürdürebilmesi için bu haberleşmenin kesintisiz ve akış hâlinde olması gerekiyor. İletişimin kalitesi, besinler yoluyla aldığımız sağlıklı yağlara ve bununla bağlantılı olarak hücre duvarının yağ içeriğine bağlı. Cildimizi içten besleyerek, dıştan daha esnek daha nemli daha ışıltılı daha pürüzsüz ve daha genç bir görünüme sahip oluruz.
O zaman yağsız beslenmek konusunda yıllarca yanlış bilgilendiğimizi söyleyebilir miyiz?
Evet, aynı fikirdeyim. Üzerinde yağı azaltılmış, light, yağsız, az kolesterollü gibi etiketlenmiş gıdalara aldanıyoruz. Gıda endüstrisi az yağlı bir ürün ürettiğinde, ürünün içinden çıkarılan yağ, başka bir lezzet katan bileşenle değiştiriliyor. Neden? Çünkü yağ lezzet katıyor. Ürünlere eklenen bu bileşenler çoğunlukla katkı maddeleri, tatlandırıcılar, işlenmiş karbonhidratlar veya diğer kimyasallar olabiliyor. İşte, ürünlerin içerisindeki bu katkı maddeleri, vücudumuzun insülin, şekerlenme ve oksitlenme seviyesini artırıp zaman içerisinde kronik inflamasyona sebep oluyor. Böylece sözde sağlıklı, az yağlı, fit ürünlerin çoğu gerçekte genel sağlığımıza ve cilt sağlığımıza zarar veriyor. Hatta, Dünya Sağlık Örgütü, sağlıklı bir vücut için en önemli gereksinimin oksijen ve sudan sonra yağlar olduğunu belirtiyor. O hâlde; Vücudumuzun ve cildimizin sağlıklı yağlara ihtiyacı var. Az yağlı diyetleri unutun!
“Sağlıklı, genç ve güzel olmanın tadı, makarna ve ekmekten daha güzeldir” diyorsunuz. Bunları hep yedik, daha önce bu kadar zararlı değiller miydi?
Bu, hepimizin ilk aklına gelen soru oluyor. Bugün satın aldığımız ve tükettiğimiz ekmek, makarna, unlu mamüller, tahıllar ve benzerleri büyükannelerimizin- büyükbabalarımızın tükettiği buğdaydan farklı. Hatta elmanın portakaldan ayrımı kadar farklı.
Sanayi toplumu, daha güçlü buğday başakları, daha sert ve daha kırmızı domates, daha dayanıklı sebze yetiştirebilmek için kimyasal gübre, melez tohumlar elde ediyor. Vücudumuz, bu melezleşmeler sonucunda hiç bilmediği bir protein olan gluten ile tanıştı. Gluten, modern dünyada her yerde karşımıza çıkıyor. Örneğin ilaç ve besin desteklerinde bile içindeki diğer maddeleri bir arada tutan yapışkan madde olarak bulunuyor. Kozmetik ürünlerde, şampuan, diş macunu gibi kişisel bakım ürünlerinde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Çapraz bulaşma nedeni ile glutensiz olduğu söylenen tahıllarda bile var. Kendi dokularımız gibi hareket ediyor, akneden tutun da ekzemaya, kaşıntıya hatta saç dökülmesine kadar pek çok cilt hastalığına neden oluyor.
Günde 3 litre su içip de hâlâ cildi kuru olanlar var. Bunun sebebi nedir?
Tükettiğimiz su cildimizi içten dışa nemlendirebilir, yumuşak, dolgun görünmesini sağlayabilir. Gün içinde düzenli aralıklarla ve yeterli miktarda su tüketmek, sağlıklı yaşamak, güzel yaşlanabilmek, toksinlerden arınmak, cildimizi nemlendirmek için gerekli. Ama çok açık söyleyebilirim ki litrelerce su içerek cildinizi neme doyuramazsınız. En pahalı kremi de kullansanız olmaz. Çünkü burada asıl önemli olan, içilen bu suyun ne kadarının cildin alt tabakasında kalabildiği ve ne kadarının cildin üst tabakasından dış ortama buharlaşmasının engellendiğidir. Suyun cilt hücrelerinde tutunamaması ya da tiroid gibi hormonal sağlık sorunları, yanlış beslenme, ilaç kullanımı vb. sebeplerle suyun atılması artabilir.
Kitabınızda cildimizin işleyişini bir fabrikaya benzetmişsiniz. Bu fabrika hangi düzende çalışıyor? Biz bu fabrikanın çalışma düzenine, üretimine nasıl katkı sağlayabiliriz?
Cildimiz de diğer tüm organlarımız gibi biyolojik ritim düzeninde çalışır. Yani, bir fabrika gibi, güneşin doğuşu ve batışı ile ayarlı bir çalışma sistemi. Gündüzleri, güneş ışınları, çevresel kirlilik, toksinler ve daha pek çok buraya sığmayacak kadar zarara karşı kendini korumak için savaşır. Gece ise “yeniden başlat” moduna geçer; gündüz oluşan hasarı onarır, toksinlerinden arınır, yenilenir, âdeta kendini şarj ederek yeni güne hazırlar. Bütün bu günlük çalışma programı sırasında kendi savunma sistemlerini kullanır. Yaşantımız, yaşımız, bilerek ya da bilmeyerek verdiğimiz zararlar savunma sistemlerimizi yetersiz bırakabilir. Bütünsel vücut ve cildimize ait savunma sistemlerimizi güçlendirerek cildimizi koruyabilir, güzel ve sağlıklı yaş alabiliriz. Cildimiz için alt ve üst katmanlarının günlük fonksiyonlarına destek olmamız önemli. Cildimizin temel ihtiyacı olan yapı taşlarını yeterli ve düzenli miktarda almalıyız. Bu ihtiyacı beslenmeyle veya beslenme desteği ürünlerle karşılayabiliriz. Besin takviyesinin yanı sıra vitamin, antioksidan içeren serum veya krem gibi ürünleri dıştan cildimize uygulayarak da üst deriye destek olabiliriz. Ayrıca vitamin ve mineral karışımları, çoklu enjeksiyonlar şeklinde cildin alt tabakasına enjekte edilebilir. Bu etkili yöntemi “kargo ile adrese direkt teslim” diye açıklıyorum. Bu şekilde cildimizin nemi, esnekliği, kalitesini daha etkili bir şekilde koruyabiliriz. İçten dışa bir yaklaşımı benimsemeliyiz.