Haluk Şahin'den Taraf tartışmasına semantik bir müdahale: Misyon, operasyon, dava gazeteciliği
Taraf gazetesinde yaşanan istifalar sonrası yapılan tartışmalarda "misyon" sözcüğünün karıştığını söyleyen Haluk Şahin, konuya anlambilimsel bir müdahalede bulundu.
Şahin, konuya ilişkin yorumunu erkansaka.net adlı blogda yazdı. işte o yazı:
TARTIŞMALARA SEMANTİK BİR MÜDAHALE: MİSYON, OPERASYON, DAVA GAZETECİLİĞİ
Son bir ay içinde medya’da “misyon”lar karıştı. “Misyon” sözcüğü iki ayrı tartışmada iki farklı anlamda kullanılınca kimin ne demeye çalıştığı pek anlaşılmadı. Bu noktada semantik bir müdahale gerektiğini düşündüm. Çünkü, bu yapılmazsa, çoğu kez olduğu gibi bu kez de, “az sonra” gündeme bir başka “bomba” düşecek ve yanlışlar düzeltilmeden mesleki halının altına süpürülecek. Bir süre sonra yeniden açığa çıkıncaya kadar…
“Misyon”un birinci kullanımı Cengiz Çandar’a ait. “Mezopotamya Ekspresi: Bir Tarih Yolculuğu” adlı anı kitabı geçen ay yayınlanan Çandar yaptığı söyleşilerde kendisini bir “misyon gazetecisi” olarak tanımladı.
İkinci kullanım ise Taraf gazetesindeki, istifalardan sonra geldi. Başta Genel Yönetmen Ahmet Altan olmak üzere gazeteyi yönetenlerden bazılarının görevden ayrılması üzerine bir çok kişi tarafından “Misyon bitti, Altanlar gitti” yorumu yapıldı: Buna göre, Taraf gazetesi bir misyon” için çıkartılmıştı. O misyon tamamlandığına göre, artık öyle bir gazeteye de ihtiyaç kalmamıştı. Orijinal misyonu bitmiş olan Taraf’ın, boşta kalmış derin devlet tetikçileri gibi, zararlı olmaya başladığı bile söylenebilirdi.
OPERASYON GAZETECİLİĞİ
Semantik müdahaleye ikincisinden başlayalım. Önemli bir farka dikkat çekerek yapalım bunu: Çandar’ın kendisi “misyon gazetecisi” olduğunu söylüyor. Oysa Taraf için “misyon gazetesi” terimi ondan hoşlanmayanlar, yaptıklarını beğenmeyenler tarafından kullanılıyor. Yani, birincisinde övgü, ikincisinde ise yergi amaçlı kullanım söz konusu.
Aslında, kanımca, ikincilerin asıl kullanmaları gereken terim “operasyon”. Çünkü, sağdan sola pek çok kişi tarafından dile getirilen bu görüşe göre, Ahmet Altan’lı Taraf bir “operasyon gazetesi” idi. Yani, birileri tarafından belirli sonuçlar elde etmek için çıkartılmıştı. O sonuçlar elde edilmiş olmalı ki, şimdi tasfiye ediliyordu. Biten misyon değil “operasyon”du.
Bu “operasyon”un farklı ağızlardan çeşitli versiyonları dile getirildi:
Yıllardır konuşulan en baskın senaryoya göre, Taraf aslında Amerikan istihbaratı kökenli bir operasyon idi. Amacı, petrol zengini Orta Doğu’da Amerika’nın 21. Yüzyıl’daki çıkarlarına en uygun düzenin kurulmasına katkıda bulunmaktı. Büyük olasılıkla, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denen Neo-con tasarımının bir parçasıydı. Nitekim, BOP’un ilk yıllarında Orta Doğu ülkelerinde medya kontrolunun önemi üzerinde durulmuş, bu amaçla büyük fonlar ayrıldığı konuşulmuştu. ABD’nin “büyük senaryosu”nun gerçekleşmesine, (ki Mezopotamya’da bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulması bu senaryonun temel öğelerinden biriydi) en büyük engel Türk ordusunun ulusalcı kadrolarıydı. Onların mutlaka etkisiz hale getirilmesi, ordunun Amerikan planları çerçevesinde uysallaştırılması gerekiyordu. Taraf buna koçbaşlığı yapmak için çıkartıldı, Amerikan destekli bir takım odaklarca beslendi, korundu. Başarılı da oldu. Operasyon amacına ulaştı.
Niçin “misyon” yerine “operasyon” daha uygun düşüyor. Çünkü “operasyon” olunca dışardan birileri tarafından tasarlanması gerekiyor. Bunu, planı uygulayan kadroların ille bilmesine gerek yok. Onlar, ya da onların çoğu, aslında çok farklı şeyler yaptıklarını, kişisel bir misyon sahibi olduklarını düşünebilirler: Demokrasi gibi, askeri vesayetin kalkması gibi, Kürtlere eşitlik gibi… Önemli olan sonuçtur, bu görüşe göre. Ve sonuç hasıl olmuştur.
Bu çok dile getirilen senaryoyu tam benimsememekle birlikte Taraf’a operasyonel gözle bakan başkaları olduğu ortaya çıktı son olaylardan sonra: Perde arkası yazıları yazan bir yazar köşesinde, arka planda İngiltere’nin aranması gerektiğini öne sürdü. “Her şey Londra’da kararlaştırıldı” diye yazdı. Bir başkası ise Alman ve İsrail istihbarat servislerinin de ihmal edilmemesi gerektiğini” iddia etmekte. Bunların, iktidara daha yakın yayınlarda (Takvim ve Star) yazan yorumcular olmaları da anlamlı.
Öyleyse?
“Operasyon” savının doğru olup olmadığı konusunda bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. Bakarsınız önümüzdeki aylarda Wikileaks gibi mucizevi bir sızıntı daha olur, belgeler ortaya dökülür. Kanımca, ortaya şu ya da bu yönde güvenilir belgeler çıkıncaya kadar Taraf’ı spekülatif senaryolarla değerlendirerek bir yere varamayız.
Onun yerine Taraf’ın değerlendirmesini gazetecilik mesleğinin evrensel ilkeleri çerçevesinde yapmak daha yerinde olur.
Bence, böyle yapıldığı zaman karşımıza karmaşık bir tablo çıkar: Bir yanda önemli habercilik başarıları, öbür yanda dehşet verici etik ihlalleri!
Ne var ki, bu semantik müdahale yazısının amacı Ahmet Altan döneminde Taraf’ın bir gazete olarak performansının değerlendirilmesi değil. Bu ufaktan yapılmaya başlandı. Gelecekte de devam edecektir. Günahıyla sevabıyla Taraf gazeteciliği üzerine doktora tezleri hazırlanacak, kitaplar yazılacaktır. Taraf’ın tarihe kötü adam olarak mı yoksa iyi adam olarak mı geçeceği henüz belli değil.
MİSYON GAZETECİLİĞİ
Cengiz Çandar’ın misyon kavramına gelince… Çandar, kitabı yayınlandıktan sonra Milliyet Gazetesi’nden Filiz Aygündüz ile yaptığı konuşmada (4 Kasım) , kendisini gençliğinden beri Filistinlilerin hakları ve Kürtlerin Türklerle tam eşitliği davalarına adadığını; yani, onları hayatının misyonu olarak kabul ettiğini söylüyor. İşin ilginci, gazeteciliği bir araç olarak, yani kullanılabilir bir alet olarak gördüğünü itiraf ediyor.
Şöyle diyor:
“Gazeteciliğe başladıktan sonra misyon gazeteciliği yaptım. Taraf olmayı seçtim kendime ve bir davaya katkıda bulunmak için gazeteciliği araçsallaştırdım. (…) Bundan hiç rahatsızlık duymuyorum. “
Aygündüz soruyor:
“Gazetecilik hiçbir şeye alet edilmemeli, o ayrı bir şekilde yapılmalı diyenler de var.”
Çandar’ın cevabı şaşırtıcı:
“Kupkuru bir şey oluyor o zaman. Yenmez o yemek…”
Yani, Çandar halkın gerçekleri öğrenme hakkını yerine getirmek için yapılan normal gazeteciliğin tahammül edilemeyecek kadar sıkıcı olduğu kanısında.
Gazeteciliği başka bir şeyin aracı olarak görmek evrensel meslek ilkelerine tümüyle ters düşüyor.
Demokratik ülkelerde basının vazgeçilmez bir rolü olduğuna inananlar, gazeteciliğin kendi misyonunu gerçekleştirmesinin temel koşulunun bağımsızlık olduğunu savunur, gazeteci ile haber kaynakları arasında eleştirel bir mesafe olmasını şart sayarlar.
Bir yandan gazetecilik yapar gibi görünürken öte yandan devlet adamları arasında laf taşımanın, kuryelik yapmanın, raporlar hazırlamanın, danışmanlık üstlenmenin gazetecilik rolü ile bağdaşmadığını bu mesleğin işlevi üzerinde biraz düşünmüş herkes bilir. Bilir ki, bu türden çift şapkalılık “çıkar çatışması”a yol açar. Çıkar çatışması (conflict or interest) çağımızın en tehlikeli meslek tuzaklarından birisidir.
Gidip, önemli biriyle gazeteciymiş gibi görüşeceksiniz, gazeteci olarak yazıyor gibi yapacaksınız, ama bilginin bir kısmını asıl patronunuz için saklayacaksınız, okurunuzu atlatacaksınız. Böylece özel misyonunuza hizmet etmiş olmanın mutluluğunu yaşayacaksınız.
Gazeteciliği bu şekilde “araçsallaştırmak” ona inanmamaktır, onu inkar etmektir.
NEYİN MİSYONERİ?
Amenna, Cengiz Çandar Orta Doğu konusunda gerçekten çok donanımlı ve deneyimli bir uzmandır. Analitik düşünme yeteneği yüksek olduğunu da biliyoruz. Turgut Özal’ın ona danışmanlık önermesi Özal’ın adam seçme sezgisinin işaretidir. Gazeteciliği “kuru”, bu işleri ise çok heyecanlı bulan Cengiz Çandar’ın kurye danışmanlığa soyunmasına da kimse karşı çıkamaz.
Tabii, gazeteciliği bırakması ya da ara vermesi koşuluyla!
Evet, eğer diplomatlığa, kuryeliğe, siyasal danışmanlığa çok meraklıysa gazetecilikten istifa edip, o işi üstlenebilir. İlerde anılarında yazmak üzere özel notlar tutabilir. Bu işleri bittikten sonra tekrar gazeteciliğe dönebilir.
Ama, hem o hem bu olamaz!
Bu boyutta çıkar çatışması meslek etiği açısından ağır ihlaldir. Çandar’ın çok iyi bildiği Amerika’da bir gazetecinin, örneğin Washington Post’un Orta Doğu muhabirinin, bir yandan gazetecilik yapar gibi yaparken bir yandan da Başkan Obama’nı danışmanı olduğu ortaya çıkarsa ne olur?
Ne olacak, adamı hemen kapının önüne koyarlar! “Misyon”dan söz edecek olursa ona gazetecilik mesleğinin misyonunu hatırlatırlar.
DAVA GAZETECİLİĞİ
Şimdi geliyoruz Türkiye’de henüz pek konuşulmamış yeni kavrama: “dava gazeteciliği”.
Gazeteciliğin kendi başına bir misyonu olduğuna göre, kendisini başka büyük misyonlara adamış kişiler gazetecilik yapamazlar mı? Dava sahibi insan gazeteci olunca bunu saklayacak mı? Kendi görüşlerine uygun bulduğu bir gazetede çalışıyorsa o görüşleri yok mu sayacak? Ya da, böyle bir mecrada davasının savlarını yansıttığı için o gazeteci sayılmayacak mı?
Çok tartışılan konular bunlar ama, artık yanıtları “hayır”! Böyle “savlı” gazeteler hep oldu ve hala var. Amerikalılar bu tür gazeteciliğe “advocacy journalism” ya da “dava gazeteciliği” diyorlar.
Kişinin bir davası var, sıkı sosyalist, çevreci, feminist, Filistinci ya da Siyonist. Bu haberlerine de yansıyor kaçılmaz olarak. Seçtiği haberlere, konuştuğu kişilere. Ancak bu durum açıkca biliniyor ya da ilan ediliyor. Okuyan ne okuduğunu biliyor. Gazetecilik de devam ediyor.
Yeter ki, davası olan gazeteci açık konuşsun, saydam olsun, olguları saptırmasın. Doğruları saklayarak, eğerek, bükerek propaganda yapmasın, “yanlı” da olsa yalancı olmasın.
KCK davasından hapse düşmüş gazetecilerin çoğunu bu kategoride değerlendirebiliriz. Tamam, onların bir “dava”sı var, bu davaya hizmet eden yayın organlarında çalışıyorlar. Ne yapıyorlar? Fotoğraf çekiyorlar, haber peşinde koşuyorlar, resimaltı yazıyorlar, mizanpaj çiziyorlar. Yani fiilen gazetecilik yapıyorlar. Meslekleri bu. Bomba yapmıyorlar, molotof kokteyli hazırlamıyorlar, suikast planları kurmuyorlar. O zaman onlar, bir davaları olsa da, gazeteciler.
IPI, CPJ ve RSF gibi dünyanın en önemli meslek kuruluşları, hükümetin tüm itirazlarına rağmen, fiilen yaptıkları iş gazetecilik olduğu için onları gazeteci kabul ediyor.
Bilmem bu semantik müdahale kurtla kuzunun iyice birbirine karıştığı şu dumanlı medya ortamının tartışmalarına biraz açıklık getirir mi?