'Habertürk gazetesini bu ikiliden kurtarmak istediler'
Yeni kitabıyla ilgili ilk kez Medyatava’ya konuştu! Deneyimli gazeteci Doğan Satmış, 'Alo Fatih’ten, Cumhuriyet’teki yeni görevine, koalisyon olasılıklarından, medyadaki işsizlere kadar birçok konuyu arkadaşımız Canan Kaya’ya anlattı.
Doğan Satmış, 33 yıldır medya sektöründe çalışan deneyimli bir gazeteci… Sabah gazetesinde Genel Yayın Yönetmeni Yardımcılığı göreviyle birlikte aynı zamanda Türkiye basınının üst düzey kademelerinde de çalışmış bir isim…
2009 yılında Fatih Altaylı ile birlikte Habertürk gazetesini kuran Satmış’ın, ‘17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları’yla gündeme gelen “Alo Fatih” skandalının ardından 5 Kasım 2014’te Habertürk gazetesindeki Genel Yayın Yönetmeni Yardımcılığı görevine son verildi. 3 buçuk ay işsiz kalan Doğan Satmış, Can Dündar’ın Genel Yayın Yönetmeni olmasıyla, Kasım 2015’te yeniden yapılanan Cumhuriyet gazetesinde Yayın Danışmanı olarak göreve başladı.
Satmış, işsiz kaldığı o 3 buçuk ayı fırsata çevirdi ve üçüncü kitabı olan “Bir İşsizin Günlüğü”nü okuyucularıyla buluşturdu.
Doğan Kitap’tan çıkan ve 1 hafta önce raflardaki yerini alan “Bir İşsizin Günlüğü” kitabıyla ilgili ilk kez Medyatava’ya konuşan Doğan Satmış, medya, siyaset ve gündemdeki pek çok konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Kitap çıktıktan sonra reklamcı bir arkadaşım aradı. 2-3 yıldır işsiz... Kitabı görmüş ve okumuş. Dedi ki; ben yıllardır iş arayıp bulamadığım için kendimi çok dipte hissediyordum. Bu yüzden kitabı alıp okuyunca bana moral geldi. Gayet moralli bir şekilde işsizliğin kötü bir şey olmadığını, hayatın bir şekilde devam ettiğini, ille de çalışmak gerekmediğini filan anlattı bana...
“İŞSİZ KALMAK BİR SUÇ DEĞİL”
Siz nasıl bir mesaj veriyorsunuz peki bu kitapla?
Ben de tam olarak bunu anlatıyorum işte. Şu anda yapmak isterseniz illa gidip bir yerde asgari ücretle çalışmanıza ya da çok yüksek maaşla çalışmanıza gerek yok. Bakın bugün Türkiye'de 2 milyon Suriyeli yaşıyor ve bu insanların yüzde 90'ı yardıma muhtaç. O insanlar için sosyal faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Birçok insan Amerika'dan kalkıp, Afrika'daki yoksul insanlara yardıma gidiyor. Böyle çok fırsat var. Hiç kimse işsizliğe takılmasın. İşsiz kalmak bir suç değildir.
“GAZETEYİ BU İKİLİDEN KURTARMAK İSTEDİLER”
Habertürk gazetesindeki işinize neden son verildi?
Fatih Altaylı ve ben gazeteyi kuran kişilerdik. Altaylı yayın yönetmeni, ben de yayın yönetmen yardımcısıydım. Fakat "Alo Fatih" atmosferi gelişince ve medyaya baskılar artınca gazeteyi bu ikiliden kurtarmak gibi bir amaç oluştu. Bu nedenle 5 Kasım 2014 itibariyle gazeteden ayrılmamızı sağladılar. Beni ayırdılar, Fatih Altaylı'nın da o günden beri yazmasına izin vermiyorlar. Altaylı, o günden sonra hiçbir siyasi yazı yazamıyor. Bu tamamen o "Alo Fatih" olayının doğal bir sonucuydu.
“EN AZINDAN BİR GÜLE GÜLE DENMESİNİ BEKLİYORSUNUZ”
Kırgınlığınız var mı?
Ben o gazeteye davet edilerek ve çok daha iyi bir işi bırakarak gittim. Herhangi bir talepte de bulunmamıştım. Sabah gazetesinde aynı pozisyondaydım ve konumum çok daha iyiydi. Olmayan bir gazeteye gittim. Habertük'ün patronajı, benim gazeteye birkaç ay geç gitmem nedeniyle az kalsın küsüyordu bana. Biz orada bir gazete çıkardık ve o gazetenin çıkması bile maceraydı. Eğer orada başarısız olsaydık ilk kovacakları kişiler de biz olurduk zaten. Hal böyle olunca, sizi mehter marşlarıyla çağırdıktan sonra en azından bir "güle güle" denmesini bekliyorsunuz. Sonunda size bir selam vermeden tebliğ edilince tabii ki bozuluyorsunuz. Bu doğru değil. Zaten kitapta da bunları yazdım. Onun dışında bir kırgınlığım yok.
“FATİH SARAÇ’IN BİZİMLE İLİŞKİSİ YOKTU”
"Alo Fatih" olayı olduğunda gazetedeydiniz. Sizinle ilişkisi ne düzeydeydi Fatih Saraç'ın?
Maalesef AKP iktidarının son döneminde yayın kuruluşlarına baskılar o kadar sistematik hale geldi ki artık medya patronları bir uyanıklık geliştirdiler. AKP yanlısı bazı kişileri getirip gazetelerde yönetici yaptılar. Bu Habertürk Grubu'nda Fatih Saraç oldu. Fatih Saraç çok üst düzeyde Yönetim Kurulu üyesi olarak Holding'e geldi. Bizimle bir ilişkisi yoktu. Onun ilişkisi yönetimle ve yayın yönetmeniyle idi. Böyle bir uyanıklık geliştirildi ve bu uyanıklık sayesinde gazeteler kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Peki, hiç 'burada bir tuhaflık var' dediğiniz olmadı mı? Kuşkulanmadınız mı?
Yazı işleri katında ya da yayın politikası geliştirilirken biz onlarla hiçbir şekilde karşılaşmadık. Fatih Saraç, ben oradayken de hiçbir zaman yazı işleri katına inmedi.
“FATİH SARAÇ’LA SADECE AYAKÜSTÜ TANIŞTIK”
Kendisiyle tanışmadınız mı yani?
Sadece ayaküstü tanıştığımı hatırlıyorum.
“SARAÇ, YAYIN YÖNETMENİNİ UYARIYOR, O DA BİZE SÖYLÜYOR OLABİLİRDİ”
Haberlere müdahale ediyor muydu?
Haberlere hiçbir şekilde müdahalede bulunmuyordu. Müdahale çok üst düzeyden geliyordu. Bize direkt bir müdahalesi olmadı. Ancak Saraç, yayın yönetmenini uyarıyor, o da bize söylüyor olabilirdi. Bunu bilemeyiz... Tabii ki biz de o ortamı bildiğimiz için kontrollü davranıyorduk. Bunu kabul etmek gerek. Ama her gün risk aldığımızı da söylemem lazım. Buna rağmen her gün haberlerin hakkını vermeye, gerçeği yayınlamaya çalışıyorduk.
“TÜRK BASINI O GÜNLERE ASLA GERİ DÖNMEZ”
Habertürk'ün şu anki yöneticilerinin başına da benzer bir durumun gelme ihtimali var mı sizce?
Türk basınının 7 Haziran seçimlerinden sonra geriye doğru dönmesi söz konusu olamaz. O bir dönemdi. Tek parti iktidarıydı ve onun 13. yılıydı. 13 yıl boyunca güçlenmiş bir Erdoğan'ın elindeki sopayla basını hizaya getirmesi söz konusuydu. Dolayısıyla Türk basını o günlere geri dönmez.
“PERSONA NON GRATA’YA TEPKİLER AŞIRIYDI”
Tuluhan Tekelioğlu, iktidar yüzünden baskı gören gazetecileri konu alan "Persona Non Grata (İstenmeyen adam)" adında bir belgesel hazırladı. Gösterime girdiği gün belgeselde yer alan gazeteci Ahmet Şık ile Tuğçe Tatari, aynı belgeselde Derya Sazak, Fatih Altaylı gibi isimlerin de yer almasına tepki gösterdi. Siz nasıl yorumladınız?
Belgeseli izledim. Bence yapılan baskılar bütün gazetecilere yapılmış oldu. 'Sana az baskı yapıldı, bana çok baskı yapıldı' diye bir kategorileştirme doğru değil. Sonuçta Fatih Altaylı da o günden beri yazı yazamıyor. Derya Sazak da Can Dündar ve Tahir Özyurtseven'le birlikte Gezi Parkı'nda yazı işleri toplantısı yaptı diye Milliyet'teki işinden oluyor. Ben o yazı işleri toplantısını orada yaptıkları gün onların başına bir iş geleceğini tahmin etmiştim. Derya Sazak, bir takım yanlışlar yapmış olabilir, ancak yaptığı yanlışlar ona yapılanları silmez.
“KENDİMİ BİR ANDA CUMHURİYET’TE BULDUM”
Cumhuriyet gazetesine başlama süreciniz nasıl oldu? Teklif nasıl geldi?
O günlerde yurtdışındaydım. Tahir Özyurtseven çok yakın arkadaşım. Böyle bir proje olduğundan bahsetmişti. Türkiye'ye dönüp Cumhuriyet'te işe başladım. Bir anda kendimi burada buldum.
Tirajlardan memnun musunuz?
Cumhuriyet'in tirajının biraz daha yüksek olmasını umuyoruz. Onun için de çalışıyoruz. Çünkü biliyorsunuz Cumhuriyet'in bir patronu yok. Gazete sadece satıştan ve reklam ücretlerinden gelen parayla hayatını sürdürüyor. Bunların biraz yükselmesi ve 90 yılı aşan bir gazetenin devam etmesi gerekiyor.
“TİRAJLARIN YÜKSELMESİ İÇİN GAZETEYİ POPÜLER HALE GETİRMEYE ÇALIŞIYORUZ”
Bu hedeflerinize ulaşmak için ne gibi değişiklikler yapıyorsunuz?
Biliyorsunuz gazetenin kadrosunda ve görüntüsünde bazı değişiklikler yaptık. Gazeteyi daha popüler ve konuşulur hale getirmeye çalışıyoruz. Sağ olsun Cumhurbaşkanı Erdoğan da canlı yayında gazetemizin yayın yönetmeni için "Onu öyle bırakmam" diyerek reklamımızı yapıyor.
“CAN DÜNDAR’A AÇILAN GÜLÜNÇ DAVALAR BİR YERE VARAMAYACAK”
Can Dündar'a yönelik ağır suçlamalarla davalar açıldı. Seçim sonuçlarının dava sonucuna olumlu bir etkisi olur mu sizce?
Cumhurbaşkanı Erdoğan biri ağırlaştırılmış 2 müebbet hapis, 42 yıl hapis cezası istedi. Bir gazetecinin haber nedeniyle bu tür suçlamalara maruz kalması gülünçtür. Dolayısıyla 7 Haziran seçimlerinden sonra tek iktidar dönemini geride bıraktığımız için bu gülünç iddialar da hiçbir yere varamayacak.
“VİCDANEN RAHATSIZ OLDUĞUM KONULAR VAR”
Habertürk gibi hükümete yakın bir gazeteden muhalif çizgide yayın yapan Cumhuriyet gazetesine geldiniz. Geriye dönüp baktığınızda vicdanen rahatsız olduğunuz konular var mı?
Evet birkaç olay yaşadım. Mesela; Rixos'la ilgili bir haber yüzünden Ekonomi Müdürümüz ve ekonomi editörümüz işten atıldı. Cumhurbaşkanı Gül'le ilgili bir haber yüzünden Ankara'da bir muhabir arkadaşımızın işine son verildi. Sağlık Bakanı'yla ilgili bir haber yüzünden 2 editörümüz işten atıldı. Vali'yle ilgili bir haber yüzünden 1 editörümüz işten atıldı. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından gazeteye Başbakan yazıldı diye 2 kişinin işine son verildi. Yine haber müdürümüz Özen Şendir bir haber yüzünden işten atılmıştı. Bunlar bizi o zaman çok rahatsız etti.
“HABERTÜRK GAZETESİNDE HAKSIZLIKLAR OLDU”
Peki itiraz etmediniz mi?
Habertürk'te bu tür haksızlıklar oldu ve biz içeriden hep karşı çıktık. Ancak ne yazık ki hiç birini durduramadık. Gücümüz yetmedi. Gazeteden ayrılan insanlardan bazıları biz direnmedik diye bana da küstüler. Bir iki tanesinin bana selam vermediğini de gördüm.
“MESLEKTAŞLARIMIZI ARAYIP TEBRİK EDEMİYORDUK”
Şu anda ise oldukça muhalif ve farklı çizgisi olan bir gazetedesiniz. Cumhuriyet'te yer almak nasıl bir duygu?
Cumhuriyet, Türkiye'de gazeteciliğin en iyi yapıldığı ve çalışanına prestij sağlayan bir gazete. Dolayısıyla Cumhuriyet'te çalıştığım için ekstra prestij kazandığımı hissediyorum zaten. Ancak o "Alo Fatih" atmosferi, maalesef öyle bir duruma sokmuştu ki, insanlar kendi arkadaşlarını arayamayacak hale gelmişti. Başka bir gazetede çalışan arkadaşımızı arayıp başarısını kutlamak suç haline gelmişti. Şimdi öyle bir ortam kalmadı. Tabii Cumhuriyet’te öyle bir ortam zaten yoktu. Cumhuriyet, bu iktidarın başında da, ortasında da, sonunda da hep özgür kalmıştı.
Peki bu farklılık çalışanlara da yansıyor mu?
Kesinlikle. İnsanlar tepkilerini çok daha rahat ortaya koyabiliyorlar. Çünkü bir patron egemenliği yok. Gazetecilik çok daha özgür bir ortamda yapılıyor burada. Cumhuriyet'in bir özelliği daha var; gazetenin bütün çalışanları haber yapıp ya da yazı yazıp bunu yayınlama şansına sahip.
“ŞENER ŞEN UMARIM BANA KIZMAZ”
Kitapta Şener Şen'le aranızda geçen esprili bir "Derby" bıçağı diyaloğu var. Ancak Şener Şen bunu hiçbir yerde yazmamanız konusunda uyarmış sizi. Duyunca tepkisi ne oldu?
O gece kalabalık bir masaydık. Zaten o masanın amacı da böyle ilginç konukları davet ettirip onlara anlattırıp, eğlenmekti. Şener Şen'den bize birkaç anısını anlatmasını rica ettik. "Derby" olayının dışında başka konular da anlatmıştı. Ama bu hikâyeyi affına sığınarak yazdım. Umuyorum okuyunca kızmaz.
Hiç bedel ödediniz mi?
Öyle bir şey hissetmedim.
“SANSÜR VE OTOSANSÜRE UĞRADIM”
Peki haberleştirmek isteyip de yazamadığınız bir konu oldu mu? Sansür ya da otosansüre uğradınız mı?
Onu hissettiğimiz oldu. Fakat Türkiye'de basını ne kadar baskı altına alsanız da bir bölümü hâlâ özgür. Dolayısıyla sizin yazmadığınız bir haberi bir süre sonra başka birisi yazıyor. O da sizi rahatlatıyor.
İşsiz kaldığınız süreçte sektörden kırıldığınız, vefasızlıklarını gördüğünüz kişiler oldu mu?
Çok kişi var. En yakın arkadaşınıza bile şaşırıyorsunuz. Ben çok gazete değiştirdim. Gazete değiştirince de otomatikman bütün çevreniz değişiyor. Bu kaçınılmaz ama ben de daha önce ayrılmış bazı arkadaşları aramadığım için kendimi suçlu hissettim. Onun için hemen aramak gerekiyor.
Dünyada basın özgürlüğünde hâlâ en alt sıralardayız. Önümüzdeki süreçte bu tabloda iyileşme olur mu sizce?
Erdoğan baskısı bittiği ve AKP iktidarının gücü sınırlandığı için Türkiye medyası da özgürleşecek. Şu anda yerlerde süründüğümüz durumdan yükseklere çıkacağız çok yakında.
“AKP–CHP KOALİSYONU DAHA GÜÇLÜ BİR İHTİMAL”
Peki koalisyonla yeni bir hükümet kurulur mu, yoksa erken seçim kapı da mı?
Koalisyondan başka çare yok. Bu noktada AKP - CHP koalisyonu daha güçlü bir ihtimal. Ancak Erdoğan'ın erken seçimi zorlayacağını da düşünüyorum. Eski gücüne kavuşmak için planlar geliştirebilir. Meclis'in buna imkân vermeyeceğine inanıyorum.
“CÜNEYT ARCAYÜREK ‘EN İYİ ANKARA MUHABİRİ’ OLARAK HEP İDOLÜMÜZ KALDI”
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesi Başyazarı ve duayen gazeteci Cüneyt Arcayürek’i yitirdik… Hepimizin başı sağ olsun. Arcayürek'le özel bir anınız var mıydı?
Cüneyt Arcayürek'le hem aramızdaki yaş farkı, hem de onun Ankara'da, benim İstanbul'da olmam nedeniyle çok karşılaşmadık. Sadece, 1975 yılında henüz 14 yaşında bir çocukken aklımda kalan bir anım var. Yıl 1975, ben ortaokul öğrencisiyim. O yıllarda, şimdiki Doğan haber Ajansı'nın yerine Hürriyet Haber Ajansı vardı. Ve ajansın Diyarbakır temsilciliğini, gazeteci Aziz Korkmaz yürütüyordu. 19 Ekim 1975'te, Aziz Korkmaz esrarengiz bir trafik kazasında ölmüştü. Olayın bir kaza değil, bir infaz olduğu iddiaları vardı. Hürriyet'in bürosu, benim ağabeyimin bürosuna komşuydu ve ben de oraya yardıma gidiyordum. Bürodan çıkarken, bir anda karşımda üç ünlü gazeteciyi gördüm. Nezih Demirkent, Oktay Ekşi ve Cüneyt Arcayürek. Nezih Demirkent, dönemin Hürriyet Gazetesi'nin yarı patron Genel Yayın Yönetmeniydi. Oktay Ekşi, HHA (Hürriyet Haber Ajansı) Genel Müdürü'ydü. Cüneyt Arcayürek ise efsane Ankara muhabiriydi.
Bu manzaradan çok etkilenmiştim, gazeteciliğe başlamamda bunun etkisi de olabilir.
Sonraki yıllarda, Nezih Demirkent Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak üyelik rozetimi taktı ve beni öven yazılar yazdı. Oktay Ekşi abi ile yıllarca aynı gazetede ve Basın Konseyi'nde beraber çalıştık. Cüneyt Abi ise Ankara'da, "En iyi Ankara muhabiri" olarak hep idolumuz kaldı.
Kitabı okuyacak olanlara tavsiyeleriniz neler?
Öncelikle yaratıcı olsunlar. Dünyada her şeyin bir sonu var. Yalnızca tek bir şeyin sonu yok, o da beyin. Çünkü beyin gücünün sınırları sonsuz. Ayrıca kitapta bir sürpriz var, onu yakalasınlar.
Canan Kaya / Medyatava
twitter.com/ckayacanan
canankaya@medyatava.com