Ermeni gazeteci olarak anılmaktan yorulan Hayko Bağdat: ‘Profesyonel Ermeni’yim

Gazeteci Hayko Bağdat’a koruma verildi mi? Önümüzdeki seçimlerde milletvekilliği için aday olacak mı? Bağdat kendini neden ‘profesyonel Ermeni’ olarak tanımlıyor? Son yılların parlayan yıldızı Bağdat’la Eylem Yılmaz konuştu...

Radyoculuktan televizyonculuğa geçişini böyle açıklıyor. Artık Ermeni gazeteci Hayko Bağdat olarak anılmaktan yorulduğunu söylüyor.  Halen İMC TV’de Roni Margulies’le birlikte ‘Azı Karar Çoğu Zarar’ programını hazırlayıp sunan  ‘Hayko Bağdat’la “Ermeni bir gazeteci olarak” tecrübelerini konuştuk..



Seni gazeteci olarak biliyoruz ama farklı bir mesleğin daha var. Nedir?



Babadan gelme matbaacıyım ben. İstanbul Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Tarihi okudum ama bitirmedim. Bir Ermeni olarak Türkiye’de tarih okuduğunda ne olabilirsin? Mesela bir öğretmen olmak istersen yapmıyorlar zaten veya tarihçi olsan yine mümkün değil. Üniversiteyi bırakıp askere gittim. Savaşın en yoğun olduğu zamanlarda Tunceli’de 18 ay yaptım askerliğimi. Geldiğimde de matbaacılığa devam ettim.



Gazeteciliğe ve radyoculuğa başlaman nasıl oldu?



2000’li yılların başında Agos Gazetesi, Aras Yayıncılık gibi alanlar Ermenilerin konuşabilirliğini ortaya çıkarmıştı. Ben de bu dönemde yeni kurulmuş olan Yaşam Radyo’da Türkiye’de ilk defa Ermeniler üzerine yayın yapan Ermeni programcı oldum. Ama profesyonel bir iş değildi yaptığım.



Teklif kimden geldi?



Cengiz Abaz’dan gelmişti. Metin Göktepe üzerine çektiği belgesel ile ödül almış olan Cengiz abimiz teklif etmişti. O zaman radyo temsilcisiydi ve Yaşam Radyo’nun da başına geçmişti. Fakat ben o zaman Ermeni taklidi yapan bir gençtim.



Ermeni taklidi yapan bir genç nasıl oluyor?



Yani işte, herkes gibi solcu molcu takılıyordum. Çok fazla etnik kimliğimi vurgulamıyordum ve kendi kimliğimin kurumlarını falan bilen bir adam değildim. Bu nedenle de bir sürü komik şey gelmiştir başıma. Çünkü Türkiye’de Ermeni programı yaptığını var sayıyorsun, diasporada bile etkileri duyulmuş, programın CD’leri filan diasporaya gitmiş, Türkiye’de nasıl olur da böyle bir radyo programı olabilir, nasıl olur da bu şarkılar çalınabilir soruları doğmuş ama ben bu arada Patrikhane’nin yolunu bilmeyen bir adamdım.



“PATRİĞİN ANNESİNE NASIL HİTAP EDİLDİĞİNİ BİLE BİLMİYORDUM”



Başına gelen en komik hatıran ne oldu bu süre içinde?



İnanç turizmi için 30-40 kişilik bir grubun gezisi sırasında otobüs devrilmişti ve kaza geçirenler arasında Patrik Mutafyan da vardı. Ben o sırada canlı yayına çıkmak üzereydim. Ali Hergel ile yapıyorduk programı. Oradaki arkadaşları aradık Patriğin ve birkaç kişinin yaralandığını söylediler. Ben de Patriği yayına almak istedim, kabul edildi. Fakat şöyle bir durum var, cemaatin bir takım gazeteleri vardı o zaman, Agos, Marmara ve Jamanak. Ben Marmara’da köşe yazarlığı yapıyordum. Patrik ile telefonda konuştuğumda “burnum ve ayağım kırık, ameliyata gireceğim, Allah’tan kimseye bir şey olmadı” dedi. Biz Patrik ile telefonu kapattıktan sonra telefonlar gelmeye başladı. Bir kadın aradı dedi ki, “Merhaba ben Diramayr, kaza için çok üzgünüm, sizin bazen çaldığınız modernize edilmiş bir ilahiniz var onu istiyorum, çalar mısınız?” dedi. Ben de neden bilemiyorum ama telefonla istek müzik yapan bir program formatı gibi algıladığımdan “Diramayr Hanım çok mümkün değil ama bakarız, çalmaya çalışırız” dedim ama galiba da çalmadım. Daha sonra telefonlar ve maillerle “sen acaba Ermeni programı yapmasan mı, çok bilmiyorsun” tepkileri aldım. Bu tepkilerin neden olduğunu da sonra anladım ki, Diramayr bir isim değil, bir sıfatmış. Yani buyurun Ayşe Hanım gibi kullanabileceğimiz bir isim değilmiş. Diramayr Patriğin annesine denirmiş yani arayan Patriğin annesiymiş. Bu tip pot kırmalarım çok olmuştur, Patriğin kendisine bile yapmışlığım vardı.



“HRANT ABİDEN GEREKEN İLGİYİ GÖRMÜYORDUM”



Peki, Ermeni taklidi yapan bir genç olmaktan nasıl çıktın?



Türkiye Ermeni toplumunun kurumsal yapısını öğrendim, zaten okul ve dernek geçmişim vardı. Aras Yayıncılık’ın, Agos’un açtığı sivillik üzerinden Ermenilik anlatımı bana daha da heyecanlı gelmeye başlamıştı. Birçok vakıf yöneticisinin devletle ve devletin resmi politikası ile uğraşamadıkları daha doğrusu bunu çoktan kaybettikleri bir durum söz konusuydu. Amatör olarak köşe yazarlığını ve radyoculuğu devam ettirdim. Daha sonra Hrant Abi’yi kaybettiğimizde Hrant’ın Arkadaşları ekibini kurduk. Tüm bunların aslı şu, biz konuşan Ermenileriz. Ne söylediğimizin çok önemi var mı bilmiyorum ama Hrant Abi’nin kaybından sonra toplasınız 7-8 isim sayabileceğimiz kadar, yeni jenerasyonun da dâhil olduğu bir konuşan Ermeniler grubu var artık.



Radyoculuğun döneminde Hrant Dink’e kırgınlığının nedeni neydi?



Ben gazete yazarlığı yaparken, kendi gençlik algımda hep, ben solcu bir adamım, parlak bir adamım niye Hrant Abi’den gereken ilgiyi görmüyorum duygusuna kapılmıştım. Onunda ilgi göstermediği, hala kızgın olduğum tarafları vardır. Ben isterdim ki, el vererek yeni jenerasyon içinden biraz daha “parlayanların ve çabalayanların” yer bulabilmesini. Hrant Abi’nin de  “Ben kötü bir yöneticiyim. Çok gelen oldu ama çok giden de oldu” diyerek yaptığı bir özeleştirisi vardır. Son dönemlerinde de zaten bana Agos Gazetesi’nde yazmamı teklif etmişti. Ve ben o zamana kadar ki kızgınlıklarımı hemen unutup kabul etmiştim. Ama tabi bu kısmet olmadı. Birçok alanda mesaimiz oldu. Özellikle o dönem bir Ermenice radyo yapılsın projesi vardı. Patrik ile Hrant Abi’nin arası açıktı son dönemlerde ve tek ortak projeleri bu olmuştu. Ben de bir radyocu olarak o projenin heyetinde yer almıştım.



“PROFESYONEL  ERMENİYİM”



Radyoculuktan İMC TV’ye geçişin nasıl oldu?



Önemli günler ve haftalar vardır Ermeniler için. Büyük toplumun merak ettiği zamanalardır bunlar. 19 Ocaklar, 24 Nisanlar, Fransız Parlamentosu’ndan bir yasa çıkacağı zamanlar ya da Sevag Balıkçı gibi ırkçı bir cinayete kurban giden bir gencimiz olduğu zaman bir Ermeni lazım olur insanlara. Bunu anlayışla karşılıyorum. İnsanlar yüzleşmeyi şöyle anlıyor, bir tane Ermeni’yi, bir Rum’u, bir Kürdü, bir Romanı, bir trans bireyi, toplumda ötekileşmiş bütün kimlikleri çağırıp, bir masa etrafında söz hakkı vererek, onların anlattıklarını dinleyerek bir yüzleşme olacağını düşünüyorlar. Bu mantıklı bir şeydir, ben bunu yadsımıyorum ama hep aynı sorular soruluyor: “Sana ne oldu.” Ve sen de ne hissetiysen, ne yaşadıysan anlatıyorsun. Bütün anlattıklarından sonra oturup sen de anlayıp anlamadıklarını ölçmeye başlıyorsun.



Nasıl ölçüyorsun?



Yüz ifadelerinden anlıyorum. Uzmanlaştık. Profesyonel Ermeniyim dememdeki espri işte bundan kaynaklanıyor. Şöyle bir şey düşün, 1915 ile ilgili hissettiğin bir şey var diyelim, ya ailenle ilgili var, ya bir yakınınla ilgili ve sen bunu bütün samimiyetinle anlatıyorsun. Sonra bir daha anlat diyorlar ve bir daha anlatıyorsun, sonra yine, sonra yine ve sonra artık otomatiğe geçmiş anlatıyorsun. Yavaş yavaş duyguna tecavüz edildiğini fark ediyorsun… Bu durum samimiyeti, duyguyu azaltan bir hale geliyor. Bir gün bir panelde bana anlat diyorsunuz, peki size ne oldu diye sordum. Mesela, 6-7 Eylül’ü görmüşseniz, yanı başınızda yaşanmışsa, bundan sizin etkilenmemeniz mümkün mü? Size de bir şey olmuş olması lazım. Herkese ortak bir şey olmuş olması lazım. Sadece ölenin hikâyesi değil, kalanında hikâyesi ilginç olabilir.



“TELEVİZYONA ÇIKIP SOYKIRIM DİYORUM SONRA DÖNÜP KARTVİZİT LAZIM MI ABİ DİYORUM”



İMC TV’de program fikri bu meraktan mı doğdu?



Evet. Burada kendime bir tane daha “gavur” aradım ve Roni geldi aklıma. Roni’yle konuştuk, kabul etti. Önce merkez medyada yapalım diye düşündük, merkez medyada olan ve yıllarca orada çalışmış deneyimli arkadaşlarımıza sorduk. Böyle bir format çok kolay değil, herkesi bağlamaz ama normal bir televizyon programcılığı yapacaksanız da insanlar sizden Ermenilik ve Rumluk yapmanızı bekler, çelişki çıkar dediler. Başka yerlere sormayı düşündük ama üşendik. Şimdi İMC TV’de Yaşam Radyo’da hissettiklerime paralel şeyleri hissediyorum. Böylece televizyonculuk yapmaya başlamış oldum ama şöyle de komik bir durum var ki, hayatımı hala matbaacılıktan kazanıyorum. Televizyona çıkıp soykırım diyorum, sonra dönüp kartvizit lazım mı abi diyorum. Böyle bir hayat yaşıyorum, belki de artık bir tanesinden vazgeçme zamanı gelmiştir.



Merkez medyada yapılabilecek bir program değil demiştin. İMC TV’nin de PKK’ya ait olduğu iddiaları var ve aynı zamanda çok fazla Kürtçülük yapılıyor eleştirileri de yöneltiliyor…



Ben İMC TV’nin yöneticilerini şahsen tanımıyorum, bu söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu bilemem. Benim hissettiğim şudur, İMC TV bir takım dertleri anlatmak için ama Kürtleri anlatmak için kurulmuştur. Bunu yaparken de bir propaganda kanalı işlevini yerine getiriyor değil. Bunu şuradan görebiliriz, kanalda yapılan programların çoğuna baktığınız zaman “onların orada ne işi var” diyerek Kürtlerin kızabileceği isimler var. İmralı görüşmeleri ilk sızdığı zaman Abdullah Öcalan’ın Ermeniler üzerine söylediklerini Roni ile Medya Takip köşemizde herhalde Türkiye’de en sert biçimde biz eleştirdik. Bunun ardından kanal yönetiminden herhangi bir eleştiri almadık.



Abdullah Öcalan’da, hükümette Müslümanlık vurgusu yapıyor. Sence bunun kaynağı nedir ve nelere yol açabilir? Senin buradan duyduğun bir rahatsızlık var mı?



Orada sadece Müslümanlık vurgusu yok. Gelişen müzakere sürecinde insanların geleneksel durdukları noktalardan başka ne taraflara doğru esnediğini var sayacak olursak bunu müzakere süreci içinde anlamlı görebiliriz. Hatırlayalım, heyetin İmralı’ya gitmesinden önce hep beraber Başbakan’ın Başkanlık Sistemi istediğini, bunun için MHP oylarına ihtiyacı olduğunu, dokunulmazlıkların kaldırılacağını, Öcalan’ın asılmasını konuşuyorduk. Üç gün sonra Kürt Özgürlük Hareketi lideri ile görüşmeler başladı. Öcalan’ın da söylemlerinde geleneksel Kürt hareketinin siyasallaştığı yerlerin dışında söylemler var. Bunların içinde Müslümanlık vurgusu var, soykırım kurbanlarının kriminalize edilmesi var… Burada iki yöntemimiz var. Birincisi, alıştığımız kodlarımızın dışında bütün bu müzakere sürecinin beğenmediğimiz yönlerini yüksek sesle haykırırız ki yeri geldiğinde bunu yapmalıyız. Fırsat buldukça bu süreci alaşağı etmeye çalışırız. İkincisi ise, bunun bir parçası oluruz ve kendimize bir sorumluluk addederiz. Ermenileri tehdit olarak algılamak, soykırımla yüzleşmemek gerçek bir toplumsallaşmadan uzaklaştırır. Biz bunları Öcalan ile görüşmeye giden heyetteki arkadaşlarımıza ilettik. Onlar da Öcalan ile yaptıkları görüşmede bu endişelerimizi ilettiler ve zannediyorum yapılan görüşmenin yarım saatlik bir kısmı bu konuya ayrıldı. Daha sonra yayınlanan mektupta daha ılımlı, ilk çıkanın aksine bir açıklama geldi.



Bu geçiş samimi?



Bunu bilemeyiz ama bu 24 Nisan anmasına katıldılar ve BDP bir siyasi parti olarak bu ülkede  ilk defa, Ermenilerden özür dilenmesini, soykırımın kabul edilmesini seslendirdi. Gerçek mi, samimi mi bilemem, kendi aramızda bunu konuşabilir, tartışabiliriz fakat kendimizi bunun bir parçası göreceksek eğer orada bir değişiklik söz konusu.



Kendi aramızda konuşuruz dedin, peki Başbakan’ın Dersim Özrü sırasında “Beni Ermeni Diasporasıyla bir tutanın anlını karışlarım” demesi üzerine sen, Arat Dink, Markar Eseyan, Etyen Mahçupyan, ortak bir bildiri yayınlamış, tepki göstermiştiniz. Öcalan’ın Ermenilere yönelik açıklamasında neden böyle ortak bir tepki verilmedi?



Bunu tartıştık ve yapacaktık. Fakat aynı zamanda bu bildiriyi daha önce yazan, imzalayan, Türkiye’deki “konuşan Ermenileri” kendi mecralarında mesela Yetvart Danzikyan Radikal’deki köşesinde, Rober Koptaş Agos’taki köşesinde, Etyen Mahçupyan Zaman’daki köşesinde, Garo Paylan bütün toplantılarında, ben İMC TV’de bunları söyledik. Ortak bir tavır almak aşamasına geçtiğimizde de zaten ikinci açıklama geldi. Heyetin bu hassasiyeti iletmesinin ardından düzeltildiği bir süreç yaşadık. Sana şunu söyleyebilirim, babamın oğlu olsa tanımam. Dilde düzeltildi ve BDP’nin bu 24 Nisan’daki tavrı anlamlıdır.



Senin daha önce milletvekilliği adaylığın olmuş ve Yeni Anayasanın yapılacağı bir mecliste bir Ermeni Milletvekilliği herkesi heyecanlandırmıştı. Neden olmadı?



Evet, gerçekten çok önemli ve heyecan vericiydi. Beni vekil adayı olarak Ermeni cemaati ve Kürt hareketi içinden olmayan çevreler göstermişti. Biz Ankara’ya meclise Selahattin beyle görüşmeye gittik. O görüşmede bile kız istemeye gitmiş olmamak adına beni dışarda bıraktılar. O zamanda girememiştim meclise anlayacağın. Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Garo Paylan, Cengiz Alğan ve Pakrat Enstükyan gibi değerli dostlar görüşmüştü Selahattin bey ile. Kendisi olumlu bulduğunu ve bunu görüşeceklerini söylemiş. Neden olmadığından emin değilim ama sanırım sadece bir Ermeni değil Türkiye’de yaşayan birçok etnik kimliği temsil edebilecek birini istediler. Yeni Anayasa’nın yapılacağı bir mecliste Ermeni bir milletvekili olması çok heyecan yaratmıştı, doğru hatta olmalıydı ama bunun üzerine ne söylersem spekülasyon olur. Sana şunu söyleyebilirim, önümüzdeki dönem bu gerçekleşebilir.



“ÇELİK’İN AÇIKLAMALARI GÖRDÜĞÜM EN SAMİMİ AÇIKLAMADIR”



Ömer Çelik’in geri dönüş çağrısı için ne düşünüyorsun?



Benim Türkiye’de Ermeni meselesi üzerine bu zamana kadar gördüğüm en samimi açıklamadır. Aynı zamanda bu partinin içinde İdris Naim Şahin gibi “Hepiniz Piçsiniz” pankartı ile beyaz berelilerin Agos’a yürümek üzere olduğu bir topluluğun önünde durduğu bir milletvekili de söz konusu… Ben sana şunu söyleyebilirim, ben bir sürü hükümet yöneticisiyle hatta bakanla Ermeni meselesiyle ilgili, çözüm üretebilmek üzere görüştüm.



Kimlerle görüştün?



Programımıza aldığımız isimler diyeyim. Bir sürü isimle hem programda hem program sonrasında konuşuyoruz. Bu konulara çözüm üretebilmek adına birçok siyasiyle, Kürt Özgürlük Hareketi içinden de, CHP’nin içinden bir vekille de görüştüm. Bunda bir beis görmüyorum. Ama şunu diyebilirim, AKP’nin başındaki adam “affedersin, ne Ermeniliğimiz kaldı, ne Yahudiliğimiz” diyen bir adam, o zaman kapatalım dükkânı. CHP’ye baktığımız zaman Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal döneminde AKP’nin yasa tasarısı olan Azınlık Vakıflarının mallarının iade edilmesini Anayasa Mahkemesine götürmüş ve “Ermenistan’ın toprak talepleri olduğu dönemde ASALA’nın yapamadıklarını siz yapıyorsunuz” diye itiraz dilekçesi yazmış bir partinin başındadır Kılıçdaroğlu. Bu itirazın tamamı ırkçılıktır. O zaman CHP’ye de kapatalım dükkânı. Kürt hareketine bakacak olursak en az bunlar kadar bir malzeme bulurum ama bir yerde Osman Baydemir gibi bir insan var. Bir yerde Ömer Çelik var. Söylemek istediğim şu, nasıl ki Ermeniler dediğimiz zaman bir torba içinde tek bir insan algılıyoruz ve toptan bir ön yargımız var, siyasette de böyle. Ben bütün acılarımı, sıkıntılarımı bir köşeye bırakıp bu sorunların çözümünde bir aktör olma zorunluluğunu tarihin bize verdiği bir fırsat olarak görüyorum.



“MEMLEKETLERİNE DÖNEBİLME DUYGUSUNUN YARATACAĞI İKLİMİ ÖZLÜYORUM”



2015 için birçok tartışma var. Diasporadan bu 24 Nisan gelenler ile bu konuda konuştunuz mu? Bir hazırlıkları var mı? Nasıl karşılanacak? Ömer Çelik’in çağrısı hakkında ne düşünüyorlar? Geri dönerler mi?



Çok olumlu karşılandı tabi ki. Ben gelip gelmeyeceklerini bilmiyorum ama memleketlerine geri dönebilirler duygusunun yaratacağı iklimi çok özlüyorum. O iklimin olması bile yeterlidir. Türkiye’nin buradan gitmiş olan kadim halkını buraya çağıran bir halk olması beni onura edecektir. Yaşadığım halkla gurur duyacağım bir hale getirecektir beni. Bunun somut bir şekilde gerçekleşip gerçekleşmemesi önemli değil ama buradan gitmek zorunda bırakılmış kadim bir halkın, Hıristiyan bir halkın Müslümanlar tarafından memleketlerine çağırılması önemli. Uzakta yaşayan insanlarda geri dönebilirim algısının yaratılması demek zaten bu sorunun çözülmesi demektir. Ömer Çelik’in açıklamaları bu nedenle çok önemlidir. 2015’i hep beraber düşünmeliyiz. 2015 Türkiye halkına bir tehdit unsuru olan bir tarih gibi sunuluyor. Oysaki 2015 yüzbinlerce insanın öldüğü bir acı tarihidir. Şöyle örnek veriyim sana, eğer 1915 soykırımı bir film olsaydı, her birimiz orada elinde silahlı jandarmayı tutmazdık, orada çocuğunu kucağında taşımaktan artık yürüyemez hale gelip düşmüş, çocuğu ile beraber ölen kadını tutardık. İnsan vicdanı ve aklı buradan çalışır. Türkiye halkları da buradan çalışacak eninde sonunda.



Peki burada medyanın rolü nedir?



Medyanın yaptığı birçok hata olmuştur bugüne kadar. Hrant Dink’i manşetleriyle hedef göstermeleri gibi… Genellikle bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır da denebilir ama bugün bunun eskisi kadar olduğunu söyleyemeyiz.  Medyada bu değişimden nasibini alıyor ve değişiyor, değişecek de.  24 Nisan’a ilişkin haberlerin yer bulma biçimi bile fena değil. Moğolistan’dan bile mesajlar aldık.



Hrant Dink cinayetinin ardından Ergenekon soruşturması gerçekleşti, şimdi Turgut Özal davası açıldı ve Dink davası tekrar açılıyor. Burada o derin devlet yapısından bir kurtuluş görüyor musun?



Bunu göreceğiz. Ben elimdeki 6,5 yıla baktığımda, bu işin soruşturulması pozisyonunda olan devletin bütün kurumları, yargısı, hükümeti, polisi, askeri, MİT’i hepsi beyaz berelidir. Ben üzüntü beyanlarına tatmin olacak değilim, o zaman bakanlarla oturup beraber rakı içelim. Etkin bir soruşturma, kararlı bir siyasi arka plan desteği olduğu takdirde bu cinayet çözülebilir. Bu cinayet Türkiye Cumhuriyeti Devletinde devletin en fazla ifşa olduğu cinayetlerden birisidir. Bu kadar çok bilgi ve belgenin ortalıkta dolaştığı Türkiye’de hiçbir “faili meçhul cinayet” bu kadar çok delille karşımızda durmuyor. Bu cinayetin çözülmesi, delillerin toplanması, kamu görevlilerinin yargılanması, devletin derinliklerine ulaşılması bu hükümetin kolaylıkla yapabileceği işlerden bir tanesidir. Bunu yapmıyorsa, bildiği halde yapmıyordur, iş birlikçidir. Ben bunu bildiğini sadece iddia ediyorum. Hrant Dink’in ölümünde suçu olup olmadığını yargılanmadıkları için bilemediğimiz, hemen hepsi terfi almıştır. Eğer tüm bunlar değişirse o zaman o değişmiş haliyle tekrar konuşuruz.



Hrant Dink cinayetini konu alan Hile Yolu filmini izledin mi? Nasıl buldun?



Özel gösterimine davet edildim ve gittim. Türkiye’de Hrant’ı anlatan ilk film olması hasebiyle ilgiye değer bir film. Kurgulanış biçiminde oyunculuklar gerçekçi geldi bana. Yönetmeniyle de sohbet ettik. Bu konuyla ilgilenmek, sanatsal anlamda ilgilenmek önemli ama aynı zamanda bu meselelerin “rüzgârından” faydalanmak eleştirisini de beraberinde getiriyor. İnsanların gitmesini öneririm, en azından böyle bir filmin yapılmış olması çok önemlidir.



“EMNİYET TARAFINDAN BANA BİR KORUMA VERİLDİ”



Sevag Şahin Balıkçı cinayeti tam 24 Nisan’da işlenmişti ve davası kapandı. Gelinen bu son noktayı nasıl değerlendiriyorsun?



İnsanlar kendilerine şunu sormalılar, ben nasıl bir ülkede yaşıyorum? Bu ülkede çatışmalar varken insanların 20 yaşındaki oğlunu askere gönderirken yaşadığı kaygının Ermeniler, Rumlar daha farklısını yaşamaya başladı Sevag cinayetinden sonra. Yani İzmir’e de gitse vurulabilir, başka bir yere de, illa savaşa gitmesi gerekmiyor. Her yerde bir Ogün Samast’ın olmasına, benim hayatımı tehdit etmesine bizim bir cevabımız olmalı. Biz böyle bir ülkede yaşamak istemiyoruz diyebiliriz. Ben alalen Hrant Dink’i, 20 yaşındaki bir çocuğu öldüren, delilleri karartan, katillerinin özgür kalmasını sağlayan bir ülkenin vatandaşı olmak istemiyorum. Katilin serbest olduğu ve seri katile dönüştüğü bir sistemde yaşamak istememe duygusu çok önemli.



Tüm bunların ortasında sen nasıl yaşıyorsun?



Eskisine kıyasla artık daha tedbirli yaşıyorum maalesef.



Nasıl bir tedbir?



Emniyet tarafından bana bir koruma verildi. 



“ERMENİ HAYKO BAĞDAT DEĞİL GAZETECİ HAYKO BAĞDAT”



İMC TV dışında yeni sezonda merkez medyada bir program yapmayı düşünüyor musun? Böyle bir teklif geldi mi hiç?



Ben sürekli Ermeni kimliğim ve bunun sorulması halinden yorulduğum için İMC’de bu programa başladım. Bu zorlandığım bir durum haline geldi. Kendi içimde artık merkez medyada bir program yapayım, bu ilginç bulduğum durumu daha fazla insana temas ettireyim istiyorum. Artık Ermeni Hayko değil de sadece Hayko Bağdat olarak kendi alanımdaki bu icraatlarımı yapabileyim diye düşünmeye başladım. Benim bütün sorularım cebimde, artık yeri ve zamanı geldiğinde kullanırım, lazım olduğu zamanlarda. Bunların dışında bende artık Türkiye’de sporla, sanatla, siyasetle, kültürle normal hepiniz gibi yaşayabileyim istiyorum. Bu bağlamda bazı temaslarım var. Merkez medyanın birkaç önemli kanalıyla görüşüyorum.



Son olarak Taraf Gazetesi’nde yaşananlar ile ilgili ne düşünüyorsun? Barışa yapılmış bir operasyon olduğunu söyleyenler var, sence de böyle mi?



Hepimizin dedikodu sahibi olduğumuz bir durum söz konusu. Gidenler arasında da, kalanlarda da bir sürü arkadaşımız var. Neşe Düzel eskiden demokrattı bugün artık birden bire farklı mı oldu bilemiyorum, emin değilim. Giden arkadaşlarımızın kızgınlıkları bu sıcak dönemde anlaşılır, haklılar. Özellikle Mehmet Baransu ve Emre Uslu’nun tavırları oldukça rahatsız edici. Bu iki ismin dışında orada bir sürü başka arkadaş var, kalanları kriminalize etmek şuanda bizim haddimize değil. Biz içinde değiliz, detayları bilmiyoruz, icraatlarını görmedik insanların. Neşe Düzel’in Elif Çakır’ın yazdığı “Başbakanı yargılatacağım” iddiası üzerine bir yazı yazmış ve demedim diyor. Gidenler en çok siz bir projesiniz diye eleştirilmişti, şimdi aynı şeyi kalanlara yapmak ayıp olur.



Eylem YILMAZ



eylemyilmaz83@gmail.com


Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Wanda Nara Siyah Tangasıyla Meydan Okudu! Şakir Paşa Ailesi'ndeki yatak sahneleri alev aldı! Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem