Demet Cengiz: Hepimizin yaraları çocukluğumuzdan

Gazeteci Demet Cengiz’in ilk romanı “Adımı Deniz Koydular” kısa sürede çok okunanlar arasına girdi. Azerbaycan, İngiltere ve KKTC’de de Türkçe baskısı okurlarla buluşan roman sarsıcı toplumsal konusuyla ve kurgusuyla dikkat çekiyor.

Daha önce yayınlanmış beş kitabı bulunan gazeteci-yazar Demet Cengiz, ilk kez okurun karşısına bir romanla çıktı. “Adımı Deniz Koydular – Kuşlar boynumuza dolandığında” kurgusuyla olduğu kadar işaret ettiği toplumsal sorunlarla da okunması gerekenler listesinde. Demet Cengiz ile Adımı Deniz Koydular isimli romanını konuştuk.

* Neden bu isim?

- Romanın ismi beğenildi. Tam adı “Adımı Deniz Koydular-Kuşlar boynumuza dolandığında” aslında. İsimlerimiz kaderimizdir, bize konulur. Romanda iki esas kahraman var, biri doğudan Deniz Yıldız, ki onun adı da Denizyıldızı Hikayesi’ne gönderme, diğeri ise batıdan James Rowe… Deniz, kenar mahallenin kenarı yoksul bir semtte ikiziyle birlikte dünyaya geliyor. Kızlardan biri iri, yaşayacağı kesin gibi ve sırf bu yüzden ona Yeter ismi veriliyor. Bu da onun kaderi! Diğeri ise çok cılız ve yaşamayacağını düşünülen –belki de umut edilen- bir bebek… Ona bir isim verme zahmetine bile girmiyor ailesi. Haftalar sonra o kıza Deniz adı veriliyor. İsim konulmamış veya Yeter adı verilmiş, sırf kız diye istenmemiş çocuklarla dolu bu memleket.

* Sert bir roman… Neden?

- Bazıları “Bu siyasi bir roman mı?” diye soruyor. Hayır, değil ama sonuna kadar da siyasi bir roman. Üniversitedeyken Ünsal Hoca (Oskay) kitap tavsiye ederdi. Öğrenciler “Hocam, kitap çok ağır” diye şikayet edince “Kitap ağır değil siz hafifsiniz” derdi. Adımı Deniz Koydular romanım da sert değil, yaşadığımız dünya, bu ülkede olup bitenler sert. Gerçek hayattan bir kesit sunmaksa maksadımız hiçbir öykü gerçeklerin kendisinden daha sert değil. Bu gerçek olaylardan esinlenerek kurguladığım bir roman…

* Tamam sert değil sarsıcı diyelim, kabul ediyor musunuz?

- Elbette sert ve sarsıcı… Okurken sert ve sarsıcı… Yazarken de sert ve sarsıcıydı! Yazarken gerçekten hırpalandım.

* Okurlar kitabı okurken sürekli dayak yediğini hissediyor, fazla yüklenmemiş misiniz?

- Bu romanı okuyabilmek bir dayanıklılık meselesi mi bilmiyorum ama düşünün, bizim okumaya dayanamadığımız, yazarken perişan olduğumuz acıları insanlar hayatlarında yaşıyor. Birkaç okur “Plajda ağlamaktan perişan oldum, tatil sonu okudum bitirdim” dedi. Plajda keyif çatarken okunacak bir roman değil elbette. Zaten okurun bütün dikkatini isteyen talepkâr bir roman bu. Fakat gerçek hayattaki acılara biraz olsun empati yapabilecek miyiz? Esas mesele bu. Bizim trajik deyip kaçtığımız bir öykü, bir insanın yaşam hikayesi. “Yüzleşmek istemediğimiz sorunları bir bir suratımıza çarpan bir roman” da dendi. Biz bu sorunları kabul etmezsek çözemeyiz. Kabul etmeyen, yok sayan, üstünü örten milyonlar var. Biri üzerimize boca etmeden göremeyeceğiz demek ki. Bizdeki halı altına süpürme, oturma odasını temiz tutup sadece misafirin gözünü boyama ikiyüzlülükleri bitmediği sürece de sorunlarımızı çözemeyeceğiz.

* Nedir bu ikiyüzlülükler?

- İstemediğimiz, izlemediğimiz halde haberdar olduğumuz şu gündüz kuşağı dedektifçilik programları örneğin… Öldürüp bahçeye gömdüğü kızını televizyon ekranlarına çıkıp feryat figan ederek bulmaya çalışan anneleri, babaları görmedik mi? “Kadın tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, annesi ölsün” diyen siyasetçi görmedik mi? Kadınları tecavüzcüleriyle evlendirip ‘mutlu’ yuvalar kurdurmaya kalkanları görmedik mi? Bunlardan âlâ ikiyüzlülük olur mu? Tecavüzcüsüyle evlendirilen bir kadının nasıl bir hayat sürdüğüne dair ufacık bir fikrimiz var mı? Böyle bir kadının, tecavüzün meyvesi bir çocuğu büyütürken çekeceği acılara dair ne biliyoruz ki? Sorunların hep kadınların kendilerinden, bedenlerinden, zihinlerinden ödün vererek çözülmesini isteyen ikiyüzlü bir toplum var. Hatta ikiyüzlü demek çok hafif kalır, zorba bir toplum var.

* Ne yapacağız peki?

- Bir röportajda söylemiştim. İnsanın sınavı insanla. İnsanı insandan nasıl koruyacağız? Hepimizin melekleri de şeytanları da içimizde. Bütün sınav, bütün savaş kendi içimizdeki iyilikle ve kötülükle. İyiliğin yanında saf tuttukça, kendi içimizdeki iyiliğe sarıldıkça kötülük kaybediyor. Kötülüğe sarıldıkça kaybeden iyilik oluyor. Başkalarının savaşını bırakıp kendi içimizdeki kötülüğü yensek, dışarıda sorun kalmayacak. Ama işte mesele yine ikiyüzlülüğe gelip tıkanıyor.

* Yıllarca ekonomi gazeteciliği yaptınız. Daha önce yayımlanan beş kitabınız var. Neden roman? Neden hırpalanmış çocuklara adadınız?

- Dediğim gibi roman iki hırpalanmış çocuğun doğdukları andan birer yetişkin olarak hayatın zorlu sınavlarını vermesine kadar geçen uzun bir dönemi anlatıyor. Aile içi sevgisizlik ana tema… Yaşadığımız bütün kötülüklerin kaynağı sevgisizliktir. Hepimizin yaraları çocukluğumuzdan… Yaralarımızın çoğunu çocukken aldık ve bu içine doğduğumuz ailelerde oldu. Böylesi sevgisiz ailelerde büyüyen travmaları olan çocuklar ne yazık ki birer yetişkin olduklarında da acılar çekiyor. Bir yetime, bir öksüze daha çok üzülüyoruz ama kimi analı-babalı çocuklar herkesten daha yetim, daha öksüz olabiliyor.

* Neden roman yazarlığı?

- Çünkü kalbim bu lisanı konuşuyor. Kalbimde taşıdığım hikayeler var kimi gerçek hayattan kimi onlardan esinlenerek kurguladığım… Onları söylemezsem dilim lal olur.

* Kur’an’da İsra suresinden bir ayetle açılıyor kitap ve şu cümleyle başlıyor: “Burası Seyrantepe. Burada Tanrı yoktur. Her işimizi kendimiz görürüz. Devlet? Devlet henüz kurulmadı burada.” Romanın konusu, kurgusu tezatlarla dolu. Adeta tezatların dansı… Neden yordun bizi bu kadar?

- Adımı Deniz Koydular –Kuşlar boynumuza dolandığında kitabın bütün ismi. Boyuna dolanan kuşlar İsra suresinden. Söz konusu ayetler herkesin boynuna asılan kaderini ve kıyamet günü önünü açılacak kendi kitabını anlatır. Bunun romanın kurgusu içinde özel bir anlamı var. Bu anlamı da sadece romanı okuyan biri çıkarabilir. Tezatların dansına gelince… Hepimiz bu dünyaya en az bir eksik (yokluğunu çektiğimiz bir şey ki bu sağlık olabilir, para, aile, sevgi, aşk, şöhret, başarı, vs. olabilir) ve en az bir çelişkiyle (aşılması veya başa çıkılması gereken bir zorluk. Örneğin çocukları çok sevip kısır olmak gibi) geliriz. İster tesadüf diyelim, ister kader, ister tanrısal kurgu ben insanlara baktığımda onların hikayelerinde hep en az bir şeyin büyük eksikliği ve en az bir çelişki görürüm. Ben değil hayat yoruyor yani.

* Yoksulluk ile ilgili gözlemler ve tespitler gerçekçi...

- Gazetecilik mesleği araştırma konusunda insanı iyi terbiye ediyor. Hikayenin başladığı yıllarda köyden kente göç çok arttı. Göçenler büyük oranda devlete ait arazilere gecekondular yaparak kentlere yerleşti. İstanbul’da Küçük Armutlu, 1 Mayıs, Gülsuyu, Seyrantepe, Çayan ve şimdi koca bir ilçe olan Ümraniye ile Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli gibi şehirlerde pek çok gecekondu mahalleleri o yıllarda kuruldu. Aralarında öyle büyük bir fark da yok. Hangisini araştırsam ilk kuruluş yıllarında derme çatma evler, dışarıda tuvaletler, kaçak elektrikler, tankerlerle taşınan sular gerçeğini gördüm. Hatta araştırma yaparken 80 yaşlarında bir kadın “Biz ilk yerleştiğimizde tuvaletleri evlerin çok uzağına yapardık. Sonra o kadar çok gecekondu yapıldı ki arazi kalmadı, tuvaletler evlere yaklaştı” dedi. Türkiye hep yoksul bir ülke… Ve ne yazık ki nüfustan kentleşmeye, o yıl yetiştirilmesi gereken domates miktarından eğitime pek çok konuyu planlayamıyoruz, organize edemiyoruz. Ne yazık ki kervanlar hep yolda düzülüyor. Ne yazık ki çoğunlukla yamuk yumuk düzülüyor. Şu okulların açıldığı hafta yaşanan trafik çilesine bakar mısınız? Adeta insanlar evden işe ve okula gidemesinler diye cehennem gibi şehirler inşa etmişiz.

* Romanda çok sayıda siyasetçi ve kanaat önderinin talihsiz demeçlerini de aktarmışsınız.

- Talihsiz demeç dediğimiz çocuk istismarı, taciz, şiddet, tecavüz, ensest, ihmal, kadın cinayetleri, ayrımcılık, ırkçılık gibi hassas konularda edilmiş laflar. Pek çok konuda pek çok kişinin çok dikkatsiz konuştuğunu düşünüyorum. Zaten konuşma dilimiz oldukça problemli. Küfür etmeden, argo konuşmadan kimse kendini ifade edemiyor. Dilimiz sert ve kaba… Herkeste bir başkasına laf yetiştirme sevdası var. Ülkede siyaset de bu çarklar arasında dönüyor. Bu nedenle sorunları çözmekten çok laf ebeliği yapılıyor. “Küçüğün rızası var” denmiş bir ülke burası. Böyle laf olur mu? Benzer kötü cümleleri hatırlattım sadece.

* Romanda –iki ayrı romanı okuyor insanlar aslında- arka planda haber bülteni okunuyor gibi. Buna neden gerek duydunuz?

- Kurgu içerisinde bunun da bir nedeni var. Okurlar bunun nedenini de okuma serüveni içerisinde çözüyor. Hikayedeki gelişmelerin yaşandığı yılların hem Türkiye’de hem de dünyada öne çıkan olayları hatırlatılıyor. Arkada sanki radyo açık kalmış gibi…

* Ve karşımıza Türkan Saylan, Fazıl Say gibi gerçek kişilerle birlikte Ergenekon operasyonları, Gezi Direnişi gibi pek çok yakın tarihteki olaylar da çıkıyor.

- Nelson Mandela, Leydi Diana, Margaret Thatcher, Luciano Pavarotti… Kimler yok ki! Pek çoğuna yeri geldiği için değindim. Türkan Saylan, Dicle Koğacıoğlu gibi bu dünyadan ayrılmış değerlerin ise önünde eğilmek istedim. Öyküde Fazıl Say’ın ilk Türkiye konseri de var. O konseri araştırırken çok duygulandım. Organizasyonu yapan Türkan Saylan çünkü. Romanda öyküsü anlatılan Deniz Yıldız, bir kardelen. Aldığı burslarla hayatı değişen bir genç kız.

* Sizinle ilgili yazılan kritiklerden birinde “Tornadan çıkmamış” deniyordu. İlla kalıpları yıkmak mı gerekiyor?

- Önemli olan hikayedir ister kalıplarla yazılsın ister kalıpları kırsın. Fakat bu yazarın aldığı bir risktir. Ben o karmaşık kurguyu, bir öyküyü birinci tekil şahıs diğerini ikinci tekil şahıs aktarmayı, geri plandaki haber akışını, büyülü gerçekliği özellikle tercih ettim ve o riski aldım. Kalıplarla savaşım yok. Bir öykü vardı; onu böyle anlatmak istedim, böyle anlattım. Başka bir öyküyü başka bir yöntemle tamamen tornadan çıkmış olarak da anlatabilirim.

Enes Güran'ın Ses kayıtları Ortaya Çıktı 19 yaşındaki genç kız vahşi şekilde katledildi Okan Buruk'un özel isteği Michail Antonio Derin yırtmaçlı sahne kıyafeti olay yarattı Narin Güran cinayeti davasında yeni gelişme! Sıcaklıklar 15 derece birden düşecek