Cesedin üstünde göbek atan tarikat: 'Başına 13 el daha ateş edip...'
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugün kaleme aldığı yazısında gazeteci Fethi Yılmaz'ın 'Katli Vacip' isimli kitabından dehşet veren satırlar aktardı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugün kaleme aldığı yazısında gazeteci Fethi Yılmaz'ın 'Katli Vacip' isimli kitabından dehşet veren satırlar aktardı.
Terkoğlu, İsmail Hikmet’in öldürülüp tarikatın zikirlerinin yapıldığı bağ evinin arka bahçesine gömüldüğünü ve aynı günün akşamında cesedin üstünde kına gecesi yapıldığını anlattı.
Barış TERKOĞLU / CUMHURİYET
Cesedin başında göbek atan tarikat
“Çok söz söyledi. Çok hikâye anlattı. Rivayet odur ki Yunus üç bin şiir yazmıştı. Her Yunus’un bir Molla Kasım’ı vardır. ‘Şeriata aykırı’ dedi. Binini yaktı, binini suya attı, son binde ‘Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir’ beytine rastladı. Yakılanlar göğe, sudakiler balığa döndü, kalanı beşere kaldı. Molla Kasım mı? Yaktığının, boğduğunun başında oturup günahlarına ağladı. Günahını da din adına işledi, affını da Tanrı’dan diledi. Molla Kasım’ların devri daimi hiç bitmedi.”
Gazeteci Fethi Yılmaz’ın “Katli Vacip” kitabı, benim yazdığım bu satırlarla başlıyor. Kitap, Türkiye’nin karanlık düzeninin sembolü tarikat ve cemaatlerin sır cinayetlerini aydınlatıyor. Katledilenler “imansız” sanmayın. Son nefeslerini inanarak verenlerin ölümü, “Müslüman kardeşleri”nin elinden oluyor. Buna rağmen her cinayete inanç karıştırılıyor. Kan alan çıkar, din kılıfına sokularak kutsallaştırılıyor. Geriye, gözü kara bir müride, “öldür” demek kalıyor. İşin ilginci, nasıl oluyorsa yargı, cinayet işleyen müritleri “mecburen” cezalandırırken azmettirenlere gözlerini kapatıyor.
Tamamı dehşet verici. Fakat bir tanesi var ki aklımdan çıkmıyor. Belki yıllar önce haberlerde gördüğüm görüntüden. 12 Aralık 2006 tarihinde Milliyet gazetesinde yer almıştı. Rufai tarikatının zikir töreninde, ellerinden duvara çivilenecek kadar şeyhine teslim olmuş İsmail Hikmet Öncel’in fotoğrafından söz ediyorum.
Rufailer zikir törenlerinde kendilerinden geçiyor, vücutlarına kesici, delici aletler sokuyor. Gelgelelim, sözünü ettiğim sıradan bir tarikat haberi değildi. Zira İsmail Hikmet Öncel, vahşi bir cinayetin kurbanıydı. Hem eşi Leyla Öncel, hem mensubu olduğu tarikatın şeyhi, hem de şeyhin ailesi, cinayet nedeniyle suçlanıyordu.
‘BENİM BAŞIMA GELEN SENİN BAŞINA GELSE’
Nasıl mı?
İsmail Hikmet Öncel ile eşi Leyla Öncel, 14 Şubat 2006’yı ertesi güne bağlayan gece, “bir nedenle” kavga etti. İsmail Hikmet evi terk etti. Her ikisi de Rufai tarikatından, 1981 doğumlu genç Şeyh Ömer Faruk Tüker’in müridiydi. Neden kavga etmişlerdi?
Bir iddia, Leyla Öncel’in, eşinin aldığı altınları şeyhe vermesiydi. Öteki ise iddianamede şöyle anlatıldı:
“Sanık (şeyh) Ömer Faruk Tüker ile maktulün eşi Leyla Öncel arasında 2006 yılı ocak ayından itibaren duygusal yakınlık oluştu. (…) 01 Ocak 2006 tarihinden olayın olduğu 25 Şubat 2006 tarihine kadar telefonda hemen her gün uzun süreli görüşme yapmalarının yanı sıra 01, 22, 27, 28, 29, 30 ve 31 Ocak - 03, 05, 09, 11, 22 ve 21 Şubat 2006 günü geç saatlerde (saat 23.00-05.00 arasında) karşılıklı mesaj gönderdikleri...”
Cinayeti itiraf eden katil İbrahim Bakır da bu iddiayı doğruladı. Katlettiği ve aynı zamanda bacanağı olan İsmail Hikmet’in ona, “Benim başıma gelen senin başına gelse sen de aynı şeyi yaparsın” dediğini söyledi.
Hem şeyhi hem eşi ile ters düşen İsmail Hikmet’i öldürme işi, şeyhin müridi İbrahim Bakır’a ve şeyhin kardeşi Mustafa Tüker’e düşmüştü.
Mustafa Tüker ve İbrahim Bakır, tarikatın zikirlerinin yapıldığı bağ evinin arkasındaki mağara evinin bahçesine, 25 Şubat 2006 sabahı bir çukur açtı. Akşam 5 gibi İsmail Hikmet’i, bir bahaneyle oraya getirdiler. Mustafa Tüker, İsmail Hikmet’i önce göğsünden ardından başından vurdu. Can çekişen Öncel’in telefonunu, ardından cüzdanını ve cebindeki 1500 lirasını aldılar. İbrahim Bakır, çukura attıkları İsmail Hikmet’in kafasına 13 el daha ateş etti. Ardından üstüne toprak attılar.
‘MANEVİ BİR EMİR’
Daha da beteri…
O akşam bağ evinde, Şeyh Ömer Faruk Tüker’in öteki kardeşi İbrahim Halil’in kına gecesi vardı. Ertesi gün evlenecek damat için yapılan kutlama ertelenmedi. Arka bahçede İsmail Hikmet’in cesedi soğurken, bağ evinde oyun oynandı.
Arayış, İsmail Hikmet’in kardeşlerinin kayıp ağabeylerinin peşine düşmesiyle başladı. Polis gelip bağ evinde arama yaptığında, gömü ve kan izlerini fark etti. Mezar açıldığında, İsmail Hikmet’in 15 mermi yemiş cesedi bulundu.
Cinayeti önce şeyhine biat etmiş İbrahim Bakır tek başına üstlendi. Olayı, “kravat çekme şakası”yla başlayan şahsi husumete bağladı. Peki, cinayeti tarikat adresinde işleyip bir de oraya gömme işini nasıl gerçekleştirmişti? Şeyhin kardeşi Mustafa Tüker’in suç ortağı olduğunu itiraf etti. Azmettiricinin şeyh olduğunu da söyledi. Anlattığına göre, Leyla Öncel ile duygusal ilişkisinin duyulması korkusu yaşayan Şeyh Ömer Faruk Tüker, “manevi bir emir” diyerek Bakır’ın görevini açıklamıştı. Mahkeme sürecinde, Leyla Öncel’in şeyhinin fotoğraflarını sakladığı, ona şiirler yazdığı da ortaya çıktı.
HÂKİMLER FETÖ’DEN GİTTİ
Gelgelelim…
Davada tutuklanan Şeyh Ömer Faruk Tüker’i bir el koruyordu. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesi, şeyh hakkında, delil yetersizliğine dayanarak beraat kararı verdi. İbrahim Bakır ve şeyhin kardeşi Mustafa Tüker’i ise müebbet hapse mahkûm etti. Şeyhin kardeşi ve en sadık adamı durup dururken, şeyhle sorun yaşayan bir müridi, hem de tarikatın zikir evinde, şeyhten habersiz neden katletmişlerdi?
Mahkeme bu soruya yanıt vermedi? Ancak hikâye FETÖ operasyonlarıyla daha da ilginç bir hal aldı. Kitapta anlatılana göre, “Yetmez ama evet” denilen referandumun ardından oluşan HSK, mahkeme başkanı Ahmet Turan Doğan’ı, Yargıtay’a kadar taşımıştı. Doğan, 15 Temmuz’un ardından önce görevden alındı, sonra tutuklandı, 2019’da FETÖ üyeliğinden ceza aldı. Heyetin diğer hâkimi Zeynep Ateş de FETÖ gerekçesiyle ihraç edildi. Tarikatların suçlarını FETÖ’nün temizlediği, FETÖ’den boşalan yerlere diğer tarikatların geldiği döngü, yeni bir aşamaya geçmişti.
Tarikat ve cemaatlerin kadrolaşmasını yıllarca konuştuk. Çocuklara ve kadınlara istismar hikâyelerini tartıştık. Mahkemelerdeki işlerini nasıl çözdüklerini anlattık. Fethi Yılmaz’ın “Katli Vacip”i ise kutsal kitaplardaki “öldürmeyeceksin” emrinin, nasıl “şeyh için öldüreceksin”e dönüştüğünü anlatıyor. Kitaptaki altı cinayet hikâyesi; gözünü kapatarak gavslara, şeyhlere, hocalara teslim olanların, Tanrı’ya varmak için çıktıkları yolda, nasıl vahşi bir katile dönüştüklerini gösteriyor.
İsmail Hikmet, kendisinden 18 yaş küçük Rufai hocasına “şeyhim” diyordu. Elini çivileterek gösterdiği bağlılık, onu aynı dergâhta son nefesine götürdü. Kendisini şeyhe bağlayan saf inancı, adeta İsmail Hikmet’in içeceğine atılan afyon olmuştu.
İsmail Hikmet’in hikâyesini okuyunca, “laiklik, en çok dindar yurttaşlarımızın inançlarının onlara bir bıçak gibi saplanmasını engelliyor, inançlarını sömürüden özgürleştiriyor” diye yazdığım önsözü şöyle bitirdim:
“Kim bilir gökte mi yoksa balıkların karnında mı? Yunus’un sözü uçtu gitti. Belki bugün değil ama mutlaka yarın. Türkiye ‘sigaya çeken’lerin şiddetinden başı yukarda çıkacak.”