Ceren Kenar: Nedim Şener'den özür diledim!

Türkiye gazetesi yazarı Ceren Kenar, Medyatava'dan Eylem Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.

Taraf gazetesinden ayrılıp Türkiye gazetesine geçen Ceren Kenar'la Taraf'tan ayrılma sürecini, Türkiye gazetesini ve Türkiye gazetesinde yaşanan istifaları konuştuk.



Genç Siviller'le başlayalım. Senin gazeteciliğe geçişin de bu hareket ile oldu. Genç Siviller'in çok ilginç, mizahi eylemleri oluyordu ve Türkiye’de vesayete karşı güzel eylemleri oldu. Bu harekete şimdi ne oldu?



Genç Siviller belli bir konjonktürün getirdiği bir oluşumdu. Genç Siviller'i mümkün kılan siyasi dönem değişti. O zaman ciddi bir askeri vesayet problemi vardı ve ona karşı çok farklı ideolojilerden gelen, belki başka hiçbir konuda bir araya gelmeyecek insanların askeri vesayet sorunun da birleştiği bir hareketti Genç Siviller. Bu sorun artık kalmadı. Genç Siviller’in alametifarikası mizahtı ama şimdi Twitter’daki trollerle yarışamaz. Bu yeni bir mizah ve internete özgü bir mizah ve Genç Siviller bununla yarışamaz.



Genç Siviller ve Taraf çok iç içeydi politik tutum olarak. Senin Taraf’a geçişin nasıl oldu? Nasıl başladın gazeteciliğe?



Taraf gazetesi kurulmadan önce biz Taraf fikrini biliyorduk ve Genç Siviller olarak ona dâhil olmuştuk.



Tarafın kurulacağını daha önceden biliyordunuz yani…



Şöyle, Taraf fikri çıktığı zaman, tarafı kuran ekip Alev Er, Ahmet Altan, Yasemin Çongar, bizimle diyaloğa geçti. Genç Siviller Taraf’ın ideolojisine çok yakın bir ideolojiydi. Ve Genç Siviller’den de Yıldıray yazı işlerine ve yazarı olarak, Turgay’da işte Sivilay Abla olarak, Taraf’a geçti. Aslında benim gazeteci olmak gibi bir fikrim, isteğim yoktu.



Neden?



Ben akademisyen olmak istiyordum. Ve Lübnan’a taşındım. Hem Arapça öğrenmek hem 2. mastır yapmak için. O zaman Türk medyasının Ortadoğu ile ilgili doğru bir algısının olmadığını fark ettim. Oratadoğu’yu Türkiye çok geriden okuyordu. Bunun nedeninin de bölgede yeterince gazeteci, akademisyenin olmamasıydı. Bunun üzerine Arap devrimleri de başlayınca, Mısır’da, Tunus’ta olan devrim daha çok ilgimi çekti ve gazeteliğe böyle başladım. Arap devrimleri olmasa gazeteci olur muydum bilmiyorum.



Peki, Taraf’a nasıl girdin?



Arap devrimleri ile ilgili haber geçmeye başlamıştım. Türkiye, Arap devrimlerinden önce daha içine kapalı bir ülkeydi. Eğer bugün Türkiye’de Ortadoğu tartışılıyorsa bunda Arap devrimlerinin etkisi var. Bu gelişmelerle ilgili Her Taraf’a yazı gönderiyordum sonra köşe yazarı olmamı istediler.



Kim istedi?



Yıldıray Oğur. Böylece bir köşe yazarlığı dönemi başladı.



Taraf ve Genç Siviller’in Türkiye’de vesayete karşı olarak beraberliğinin sonrasında ayrışmalar yaşandı. Taraf’tan önce Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ayrıldı. Geçtiğimiz günlerde Yıldıray Oğur’un da ‘kullanışlı aptallar’ diye bir ifadesi oldu. Dışardan biri olarak gelinen bu noktayı nasıl yorumluyorsun?



Taraf gazetesinin editöryal çizgisinde bir değişiklik oldu. Taraf gazetesi bir seçim yaptı. Ben de Oral abiyle Yıldıray’larla ayrılan ekiptenim. Orada gazetenin yayın çizgisiyle ilgili çok ciddi bir fikir ayrılığı oluştu.



Neydi bu fikir ayrılığı?



Barış süreci. Barış sürecini nasıl görecek gazete. Bu noktada bir ayrışma yaşandı.



Ama gazetenin çekirdek kadrosu, kuruluşundan bugüne Kürt sorunun çözümündeki tavrı hep netti. En çok gündeme getiren gazeteydi. Buradan nasıl bir ayrılık çıkabiliyor?



Türkiye’de barış sürecini güya desteklermiş gibi yapıp aslında desteklememek mümkün.



Nasıl?



Mesela şu anda şöyle bir çağrı var. Şu anda Türkiye’de kimse Kürtlerle savaşalım demiyor. Fakat Kürt meselesinin çözülmesini isterken dediğimiz şey de önemli. “Kürt sorunun çözülmesi lazım ama BDP direniş kavramını satarak hükümetle anlaşıyor” gibi bir cümle kurduğun zaman aslında barış sürecine destek vermiş olmuyorsun. Taraf gazetesinde de olay şöyle başladı, Oral abi Akil İnsanlar komitesindeydi. Çalışmaları kapsamında Karadeniz’deyken, Kurtuluş Tayiz’in gazeteden atılmasıyla sonuçlanan bir süreç vardı. Buna direnen Markar Esayan’ın atılmasıyla devam eden bir süreçti. Bu barış sürecini nasıl göreceğiz üzerinden yaşanan bir ayrışmaydı. Gazete burada bir tercih yaptı ve bunun üzerine bir sürü gazeteci yazar oradan ayrıldı.



Ama bundan önce orada bir ayrılma yaşandı. Gazeteyi kuran isimler Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ayrıldı oradan bu istifalar neden oldu?



Ben bilmiyorum niye ayrıldıklarını. Bence çok anlaşılmaz bir şey Ahmet Altan’ın ve Yasemin Çongar’ın istifa etmesi. O zaman söylenilen şey, Ahmet Altan’ın çok anti hükümetçi olduğu için ayrıldığıydı.



Sizin 22 yazar olarak Taraf’tan Kurtuluş Tayiz’in ve Markar Esayan’ın çıkarılmasıyla başlayan bir tepkiniz oldu ve toplu bir istifa gerçekleştirdiniz. Fakat Taraf’ı kuran Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’dı. Onların istifasına yönelik o zaman neden böyle bir tepki verilmedi?



Çok güzel bir soru bu. Ahmet Altan o zaman gazetede kalan insanların ayrılmamasını ve gazetenin çıkmaya devam etmesi gerektiğini kendisi bizzat herkesten rica etmişti. Ahmet Altan bir duruş sergileyerek gitmedi, ben ayrılıyorum ancak bu gazete devam etmeli, sizler bu gazetede kalmalısınız diyerek gitti. Ve Ahmet Altan gittiği zaman gazetenin yayın çizgisinde çok büyük bir değişiklik olmamıştı ama Oral Çalışlar’ın ayrılmasıyla gazete 180 derece değişti.



Bir gazeteden 22 yazarın tavır alıp istifa etmesi bir ilkti. Ayrıldıktan sonra neden birlikte bir yerde yer almadınız? Mesela Oral Çalışlar neden sizinle değil?



Taraf gazetesinden ayrıldıktan sonra kendimde dâhil olmak üzere herkes işsiz kaldı. Bir teklif sonucu ayrılmamıştık ve bir işe gireceğimiz bile belli değildi. O yüzden “şövalyeci” bir tavırdı o. Uzun bir zaman kimseye de teklif gitmedi daha sonra ben, Melih, Yıldıray ve Alper Görmüş Türkiye’den teklif gelince oraya geçtik. Markar Yenişafak’a geçti. Bu seçimlerin hepsi bireyseldi, kolektif değildi.



Oral Çalışlar neden Radikal’e geçti? Radikal’in yayın çizgisiyle sizin yayıncılığınız farklı.



Daha önceden de Radikal’de yazıyordu. Oral abinin çizgisinde bir değişim olmadı. Köşesin de yazılarını yazıyor. Taraf’ta çizgisine benzer bir çizgisi var. Bir gazetede yazdığınız da gazetenin yayın çizgisine zımnen onay vermiş olursunuz ama yüzde yüz katılmak zorunda değilsinizdir. Ben Taraf gazetesinde çalışırken de bir sürü haberini eleştiriyordum.



Mesela?



Ergenekon sürecinde Taraf’ın o dönem bazı belgeleri aktararak, gazetecilik reflekslerine ve etiğine sadık kalmadığını düşünüyorum.



Yayınlamaması mı gerekiyordu?



Yayınlanmaması değil de, bu tür belgelerin, sızıntı belgelerin yayınlanması Türkiye’ye özgü bir şey değil. Dünyanın her yerinde gazetelere belge sızdırılır. Fakat buradaki mesele şu, bununla ilgili gazeteci refleksi nasıl geliştirilir? Senin önüne bir belge geldi, belgenin kimden geldiğini biliyorsun veya bilmiyorsun birincisi o belgeyi nasıl yayınlayacağız? Gazetecinin müdahalesi bu noktada başlar. O belgeyi aynen mi koyarsın, ajandasını sorgular mı koyarsın? Burada tarafın bütün o belgeleri yayınlarken bu muhasebeyi yapmadığını düşünüyorum.



Öyle diyorsun ama Taraf gazetesi, Balyoz, Kafes Eylem Planı, Lahikalar gibi o belgeleri yayınlayarak ülkede bu soruşturmaların başlamasına neden oldu. Askeri vesayet sorunun bitmesini böyle sağladı. Şimdi ortada böyle bir gerçek varken o belgelerin yayınlanmasının nesi yanlış?



Doğru, Taraf gazetesinin bu ülkeye çok ciddi katkıları oldu. Türkiye’de temizlenirken kirlendiğimiz bir dönemdi o. Kirleme noktasında Taraf gazetesinin de bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Kafes Planın tamamen sahte bir plan olduğu konusunda çok ciddi iddialar var.



Kafes Planı İbrahim Şahin’in avukatının ofisinden çıkmıştı ve içinde Hrant Dink operasyonu yazıyordu. Hrant Dink de öldürüldü! Aynı şekilde Balyoz darbe planında da öldürülecek yazar arasında Hrant Dink’in ismi vardı…



Çok güzel bir soru bu. Peki, o zaman neden Hrant Dink davasında Kafes davasını soruşturmaya sokmuyorlar?



Kafes Planı ayrı bir dava olarak açılmıştı ve Hrant Dink’in avukatları da oraya ve Poyrazköy davasında müdahil olmuştu… Bu davaların gerçekten soruşturulup soruşturulmadığını sorgulayabiliriz



Ben öyle bilmiyorum. Kafes planının Hrant Dink davasında ciddi savunma oluşturduğunu düşünmüyorum. Orada şöyle bir sıkıntı var, Balyoz davasında da, Kafes davasında da oradaki bütün belgeler sahte değildi tabi ki, bütün hedef aldığı yargılanan insanlar da “kader kurbanı” değil. Gerçekten suçlu insanalar var. Taraf’ın bu anlamda yaptığı çok doğru bir şeydi. Fakat burada kurunun yanında yaşta yandı.



Bu yargıyı ilgilendiren bir durum Taraf’ı değil ki…Gazeteci eline gelen belgeyi toplumu ilgilendirdiği noktada yayınlar sonrası hukukun alanına girer.



Ama orada toptancı bir yaklaşımı vardı ve dikkatli olması gerekiyordu. Ben Ergenekon soruşturması sırasında hiç yazı yazmadım bu konuyla ilgili. Külliyen derin devlet yok, Ergenekon yok diyen bir blok vardı. Buna karşı da bu davaları tümden savunan bir blok oldu.  Genç Siviller ve Taraf bu noktaya düştüler.



Ahmet Altan, geçtiğimiz günlerde gazetecilik üzerine yaptığı konuşmada “devlet sıralarını saklamayı gazetecilik sanan gazetecilerle dolu bu ülke” dedi ve yayınlananlardan ziyade yayınlanmayan haberlere bakmak lazım dedi. Gerçekten de Taraf’ta başka gazetelerde yer almayan haberlerin yayınlandığını gördük ve ülkede vesayeti geriletti bu yayıncılık ama sen bunun böyle olmaması gerektiğini söylüyorsun…



Ben daha nüanslı bir şey söylüyorum. Burada iki farklı şey var. Biri gazetecilik, ikincisi Türkiye demokrasisine olan katkı. Bunların ikisi farklı şeyler. Gazetecinin illa siyasi misyonu olacak bir şey değildir.



Ama gazeteci ülkesinin sorunlarından azade değildir, geri de duramaz değil mi?



Bu tartışılır, bir gazetecinin müdahalesi nerede başlar, nerede biter, bir gazetecinin kamuoyuna sorumluluğu nedir bunlar konuşulur tabi ki, ama ben şunu söylüyorum Taraf gazetesi hem gazetecilik açısından hem Türkiye’nin demokratikleşmesine yönelik çok önemli bir şey yaptı. Bunu yaparken hatalar da yaptı. Bunu yaparken kötü niyetli olduğunu söylemiyorum ama hatalar yapıldı.



“NEDİM ŞENER’DEN ÖZÜR DİLEDİM”



Taraf’a o dönem Ergenekon’un olmadığını ifade eden yazarlardan ve Ergenekon’un yalan olduğunu söyleyen kitlelerden tam da dediğin eleştiriler yöneltiliyordu. Bu bir zamanlar tam karşısında yer aldığınız kitleyle aynı yere gelmek olmuyor mu?



Kesinlikle olmuyor. Ergenekon davası sırasında o davayı itibarsızlaştırmaya çalışan gazetecilerin Türkiye’de gazetecilik yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Vesayetin sürmesinde aktör olanların, TSK’nın PR kurumu olan gazeteciler, gazetecilik yapmasın. O zamanın şartlarını düşünmek gerek. Ergenekon davasını itibarsızlaştırmaya çalışan çok ciddi bir kamuoyu vardı. Buna karşı başka türlü tavır alınabilir miydi bunu tartışmak gerek. Özeleştiri yapmak kötü değildir.



Yıldıray Oğur’un Taraf’la ilgili kullandığı kullanışlı aptal ifadesi sence doğru mu? Özeleştiri midir?



Kullanışlı aptal lafını ilk ben kullandım. Rus istihbaratının Türkiye’nin Ortadoğu politikasını itibarsızlaştırmasını ve bunu Türkiye’de yayan gazeteciler için kullanmıştım. Türkiye’yle ilgili değildi. Yıldıray’ın bunu kullanmasında bir haklılık olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de Ergenekon soruşturması büyük bir güç kavgasıydı. Bu kavgaya fazla avukat oldular, fazla müdahil oldular. Yıldıray’da bu yüzden öyle söyledi. Ben de Nedim Şener’i ilk gördüğümde söylediğim ilk şey, özür dilerim sizden oldu.



Neden?



Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasına tepki de göstermiştim. Ve o dönem “Gazetecilikten tutuklanmadılar” manşeti atan bir gazetede çalışıyordum. Bu anlamda kendimi Nedim Şener’e ve Ahmet Şık’a karşı sorumlu hissediyorum. Onların tutuklanmasını meşru gösteren bir yayıncılığı vardı Taraf’ın. Bunu eleştirmek neden yanlış olsun. Bunu söylediğimiz de ama o zaman öyle demiyorsunuz, şöyle diyordunuz diye şimdi insanların tepki göstermesi özeleştiri kültürüne zarar verir.



Nedim Şener, “Türkiye’de gazetecilik üzerine en son konuşacak insanlar Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’dır” dedi. Bunu o dönem yapılan haber nedeniyle dile getirdi. Aynı fikir demisin?



Nedim Şener, kızgın olmakta çok haklıdır. Kimse Nedim Şener’i bu anlamda suçlayamaz.



Peki, Türkiye gazetesi ile nasıl anlaştınız? Türkiye gazetesi Taraf’tan oldukça farklıydı. Taraf’tan Türkiye’ye geçmek yazarlar açısından da bir riskti. Nasıl karar verdiniz?



Bana Nuh Albayrak’tan teklif geldi. Türkiye gazetesinde bir değişim olacağını ve bu değişim içinde Taraf’tan ayrılan birkaç yazarla çalışmak istediğini söyledi. Bu sadece bizim için değil, gazete içinde zordu. Türkiye gazetesinin de kendi kitlesi var. O kitleye çok aykırı gelebilecek fikirleri olan bir grup insanı aldılar. Biz de risk aldık ama bu gazete için daha büyük bir riskti. Bu bir çeşitlilik oluşturmaydı ve önemliydi. Mesela Hürriyet gazetesinde başörtülü birinin çalıştığını düşünemeyiz ama Türkiye’de benim gibi liberal birinin çalışması normal bir şey haline geldi.



Sence Türkiye gazetesinin yayıncılığı gerçekten değişti mi? Yenilendi mi?



Tabi ki. Kürt meselesine bakışta yenilendi. Aslında bizi gazeteye davet ederken, gazetenin değişmeye başladığını söylemişlerdi. Türkiye gazetesi 2009 yılında Murat Karayılan’la röportaj yaptı. Şimdi bu Türkiye medyasında adetten oldu ama 2009 yılında böyle değildi.



Fakat Gezi olaylarıyla ilgili senin de eleştirdiğin “Marmaray’a Gezi sabotajı” diye bir manşeti var. Ayrıca Berkin Elvan’ın terörist olarak gösterilmesi, cenazesine katılanları da aynı şekilde terörist olarak gösterdiği manşetleri var. Bu gerçekten değiştiğini gösterir mi?



Bu tip şeyler olur. Ben Gezi manşetini eleştirmiştim ve gazeteye teşekkür ediyorum, çünkü gazetenin yayın politikasını eleştirmeme rağmen ben gazeteyle bir problem yaşamadım. Bu da gazetenin çoğulcu olduğunu, eleştiriye açık olduğunu gösterir. Taraf gazetesinde çalışırken de bazı haberleri işlemesinden rahatsız olmuştum burada da oldum. Ama nedense Taraf gazetesi attığı manşetlerden sorumlu tutulmazken Türkiye gazetesi tutuluyor.



Peki, Balçiçek İlter, Deniz Ülke Arıboğan, Alper Görmüş de istifa ederek ayrıldı. Bu istifaları nasıl değerlendiriyorsun?



Alper abi El Cezire’ye geçti. Balçiçek İlter ve Deniz Ülke Arıboğan’ın ayrılmasıyla ilgili konuşmak bana düşmez. Neden ayrıldıklarını bilmiyorum.



Balçiçek İlter, Berkin Elvan’ın terörist olarak gösterilmesine yönelik haberler nedeniyle istifa ettiğini açıklamıştı.



Dediğim gibi ben bununla ilgili konuşmak, kimseyi itham etmek istemem. Beyan esastır demek lazım. Bilmiyorum.



Nuh Albayrak neden istifa etti?



Bilmiyorum.



Nuh Albayrak sizi gazeteye davet etmişti ve istifa etti. Sizin tepkiniz ne oldu? Daha önce ki gibi yine istifa ederek tepki göstermeyi düşündünüz mü?



Nuh Bey, ayrılma kararı verdikten sonra bizimle görüştü. Bizim gazeteden ayrılmamamız gerektiğini söyledi. Gazetede bir değişiklik olmayacağını ifade etti ve biz de yazmaya devam ettik.



Gazetenin haberlerine, manşetlerine sizin de müdahil olmanız, sadece yazar olarak değil yazı işlerinde de olmanız istenmişti. Şimdi gazeteye hiç gitmediğiniz söyleniyor. Doğru mu?



Ben daha bu Cuma günü gazeteydim. Böyle bir şey yok. Şu anlamda yok, zaten gazetede idari bir pozisyonumuz yok. Ben köşe yazarıyım ve yazı işleri toplantısına yazarlar girmez zaten.



Serbestiyet’le ilgili konuşalım istiyorum biraz da. Serbestiyet ilk kurulduğunda da epey olay oldu. Parasal kaynağıyla ilgili iddialarla gündeme geldi. Serbestiyet nasıl kuruldu?



Taraf’tan 22 kişi ayrıldı ve birlikte bir şey yapma isteği doğdu. Bu insanların ortak ideolojisi olduğu için olmadı. Mesela Roni ile benim aynı ideolojide olmamız söz konusu değildir. Roni sosyalisttir, ben liberalim veya Hidayet Şefkat Tuksal’la Halil Berktay’ın hayata bakışları çok farklıdır. Bizi birleştiren Taraf’tan ayrılma sürecimizdi. Çok onurlu bir duruş sergilendi. Serbestiyet fikri buradan çıktı. O dönem çok ahlaksız saldırılara maruz kaldık. Maddi hiçbir güç yoktu. Biz yazarlar olarak para koyup kurduk.



Çok farklı fikirlerin bulunduğu kadrodan daha sonra ayrılıklar oldu. Roni Margulies ve Ferhat Kentel ayrıldı. Bunun nedeni nedir?



Roni ve Ferhat Kentel’in ayrılması, Serbestiyet’in çizgisinden özellikle Gezi olaylarındaki çizgisinden memnun değiliz diyerek oldu.



Gezi olaylarındaki çizgisi nasıldı Serbestiyet’in?



Aslında çok bölük, pörçük bir tavır vardı. Bence Gezi olayları olurken Türkiye’de eksik olan şey ara bir pozisyondu. Griye biz muhtaç kaldık. Ya Gezici bir medya vardı ya da anti Gezici bir medya ortamı vardı. Ben bu iki uçta da durmadım. Serbestiyet’inde de böyle ortada durduğunu düşünüyorum.



Gezi’nin sence medyaya nasıl bir etkisi oldu?



Gezi sürecinin medyada kalıcı bir tahribat yarattığını düşünüyorum. Türkiye’de gazetecilerin gazetecilikten önce siyasi aktivist yönleri var. Gezi olayları bunu çok sarih bir şekilde ortaya çıkardı. Diren Gezi mesela bir slogandır ve bir gazetecinin bilgi verirken Diren Gezi hastag’ini kullanması bir duruş göstergesidir. Burada taraf alınması gerektiği üzerinden bir habercilik yapıldı. Bunun içine Gezi’ye sempatiyle bakanları da, antipatiyle bakanları da koyuyorum. Bu nedenle Türkiye medyası çok kötü bir sınav verdi. Taraf’ın ‘Ahmet Düşmedi’ manşeti ne kadar vahimse hükümet medyasının da Mehmet Ali Alabora’yı hedef göstermesi o kadar yanlıştı.



Yolsuzluk operasyonuyla birlikte şimdi de Gezici ayrılığı yerine Cemaatçi-Hükümetçi ayrılığı yaşanmaya başlandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?



Gazetecinin tek sermayesi itibarıdır. Türkiye’de gazetecilerin hakkaniyet ve hakikatle ciddi bir sorunu var. Siyaset gazetecilik refleksinin önünde gidiyor. Bağımsız bir medya yok Türkiye’de ve gri alanda kalmamış durumda. Bunun ne entelektüel anlamda faydası var ne de siyaset açısından faydalı. Kendisini silahşör zanneden gazeteciliğin bulunduğu ortam sağlıklı değil.



Gazetecilik yapılması için uygun ortam var mı ki Türkiye’de? ‘Alo Fatih’ diye bir gerçeğimiz var. Telefonla alt yazı değiştiren, gazetecileri işten attıran, programa çıkarmayan, gazete patronlarını arayıp da ağlatan bir Başbakan var. Sence bir hükümetin medya üzerinden bu kadar baskı oluşturması normal mi?



Ben ve birkaç gazeteci ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ile bir görüşme gerçekleştirdik. Orada ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ki kendisi aynı zamanda basın ve PR’dan sorumlu bakan yardımcısıdır,  enteresan bir şey söyledi. Benim işim dedi, ABD’deki medyanın ABD Dışişleri’nin çıkarlarıyla en uygun şekilde çalışmasını sağlamaktır. Ben gazetecileri ararım dedi. Örneğin bir haber ulusal güvenliğimizi tehdit ediyorsa söylerim ve onları etkilemeye çalışırım dedi. Bundan sonrası da gazeteciye kalır dedi. Başbakanın buradaki baskısı doğru bulanacak bir şey değil ama burada bundan daha yanlışı medya patronlarının buna uyması. Siyasiler her zaman medyayı kontrol etmek isterler, bu siyasilerin doğal isteğidir. Türkiye’de bağımsız medya yok ama bunun sorumlusu hükümet değil. Eğer gazete patronlarının devletle ilişkileri varsa, devletle ihaleleri varsa kendi siyasi ajandaları olur. Medya daha önce neredeyse yüzde 80 başka bir gücün kontrolü altındaydı.



Şimdi de başbakanın kontrolü altında...



Hayır, Türkiye’de medya tek başına Başbakan’ın kontrolü altında değil. Gazetelere, televizyonlara baktığımız zaman hakikatten ikiye bölündüğünü görüyoruz. Bu sağlıklı değil. Bir sürü sorunlu tarafı var medyanın patronaj ilişkileri gibi, ama daha önemlisi kimsenin konuşmadığı ciddi bir kalite sorunu da var. Türkiye’de dünyayı takip etmeyen, hiçbir şekilde çalışmayan, kendi yazdığı konularda dahi zerre uzmanlığı bulunmayan köşe yazarları var. Türkiye’de kaç tane gazeteci uluslararası medyada çalışabilecek nitelikte? Bu önemli. Gazetecilerin de biraz kendisini sorgulaması lazım.



Yapılan bir haber de hemen gazete patronlarını arayan, “adam bize hakaret yapıyor ya” deyip yazmasını istemeyen, programlar da konuşturmayan, yazar, gazeteci attıran sayfa editörlerinin dahi Başbakan talimatıyla kovulduğu bir dönem yaşıyor medya. Buna bütün gazetecilerin tepki vermesi medyanın da düzelmesi için bir direnç olmaz mı?



Hükümetin gazete patronlarını araması tek sorun derseniz diğer sorunları gizlemiş olursunuz. Örneğin orada ortaya çıkan bir şey oldu, Karaalioğlu’nu arıyor Başbakan ve birkaç gazeteciden rahatsız olduğunu söylüyor ve Karaalioğlu direniyor. Hidayet hanım kendisi de açıkladı.



Mehmet Altan da direnmediğini de gördük...



Mehmet Altan’ın neden ayrıldığını bilmiyoruz. O konuşma nedeniyle mi olduğunu bilmiyoruz. Mustafa Karaalioğlu o konuşmadan 1 sene sonra Mehmet Altan’ın çıktığını söylüyor. Bir neden sonuç ilişkisi kuracaksak bu 1 seneyi açıklamamız lazım. Gerçekten ve hakkaniyetten kopmamamız gerekiyor. Hükümetin politikalarından rahatsız olan gazetecilerin olması çok normaldir, Türkiye demokrasisinin ne kadar sağlıklı bir noktaya gittiğini gösterir. Ama Türkiye’de şu an medya özgür değil diyen bütün gazetecilerin benim gözümde itibar sorunu var. Başta Ertuğrul Özkök olmak üzere.



Neden başta Ertuğrul Özkök?



Ertuğrul Özkök’ün öncelikle yapması gereken şey, ciltler dolusu özeleştiridir. Ertuğrul Özkök, patronu adına bir gazetecinin girmemesi gereken pazarlıklara girmiş zamanında. Ahmet Kaya’yı şerefsiz olarak ilan etmiş, bu ülkenin yüz akı olan, gururu olan Orhan Pamuk’u pamuklara sarıp saklamamız gereken bir yazarı memleketten kaçırmış, Hrant Dink’i hedef göstermiş biri. Eski Türkiye’nin bütün günahlarına sahip bir insan. Ve Ertuğrul Özkök şu an gazetecilik dersi veriyor. Murathan Mungan’ın “Türkiye’de her şey oluyorsun ama rezil olamıyorsun” diye bir sözü var ya, Özkök’un durumu böyle bir şey.



Şimdi bir de sosyal medya var. Twitter gazeteciliği diye bir şey türedi. Twitter’ı gazeteciler nasıl kullanmalı? Gazetecilik mesleği nereye doğru evrilir? Bununla ilgili yorumun ne?



Bunun çok iyi bir soru olduğunu düşünüyorum. Twitter sadece Türkiye’de değil bütün dünyada bir devrimdir. Devrimsel bir olaydır. Basını nasıl değiştireceğine yönelik bence henüz bir fikrimiz yok. O kadar önemli bir fenomenin başındayız ki, nasıl bir etki yapacağını kestirmek güç. Twitter kullanımı bir gazetecinin işinin parçasıdır. Ben okurumla sadece yazdığım yazıyla veya televizyonla irtibat kurmuyorum, Twitter’la da irtibat kuruyorum. Gazeteciler çok sorumlu davranmalılar Twitter’ı kullanırken. Eğer yanlış olduğunu bile bile bir haberi paylaşıyorsanız bu sizin kötü gazeteci olduğunuz anlamına gelir. Gazetecinin işi doğru haberi vermektir. Twitter’ın yazılı basına, televizyona bile üstünlüğü var çünkü hız söz konusu. Bunun çok olumlu olduğunu düşünüyorum.



Peki, Başbakan’ın Twitter’a, Youtube’a, Facebook’a savaş açtığı bir durum var. Twitter’ı yasakladı, sonra açıldı. Youtube hala kapalı. Twitter ilerledikçe Başbakan’ın yasakları artar mı? Ne düşünüyorsun?



Twitter’ın kapatılmasına şartsız, amasız karşıyım. Bunu yasaklandığında da yazdım. Kısa bir sürede bir yanlıştan dönülmesi olumluydu. Kısa bir süre sonra Twitter ve Youtube açıldı. Bu önemli.



Youtube açılmadı. Mahkeme yasağın kaldırılmasına karar verdi ama hala kapalı…



O zaman Youtube’un da bir an önce açılması gerektiğini düşünüyorum. Fakat burada Twitter yasağını yorumlarken bence yine genel Türk medyasın da olan tarafgirlik üzerinden giremediğimiz daha derin bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Ben Twitter yasağının aslında küreselleşmeyle bir ulus-devletin imtihanı olduğunu düşünüyorum. Ulus-devlet o küresel şirkete diyor ki, benim kurallarım var ve sen bunlara uymuyorsun. Böyle bir sorun söz konusu. Bunu hükümet yandaşlığı veya karşıtlığı ekseninde tartışıyoruz. Fakat burada önemli bir soru var bence, bir siyaset bilimci için, bir gazeteci için fikir jimnastiği sağlaması açısından çok önemli bir soru. Bu tür durumlarda devletler nasıl davranmalı, şirketler nasıl davranmalı? Ben internetin sokaktan farksız olduğunu düşünmüyorum. Sokakta nasıl uymamız gereken kurallar varsa internette de belli kurallar olmak zorunda. İnternet hukuktan daha hızlı ilerliyor. Burada ki, özel hayat kuralları, devletin güvenliği, insanların özgürlüğü tartışmaları dahi teknolojinin hızından daha yavaş ilerliyor. Bu sadece Türkiye’de değil dünyada daha çok tartışılır.



Eylem YILMAZ



eylemyilmaz83@gmail.com


A101 26 Aralık Perşembe aktüel kataloğu yayımlandı Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi