AYŞENUR ASLAN'IN YAKIN MEDYA TARİHİNE ESKİ ARKADAŞINDAN YANIT

Şu anda Macaristan'da yaşayan ve Ayşenur Aslan'la hem Star hem de ATV günlerini paylaşan Tarık Demirkan Radikal İki'ye gönderdiği yazıda Aslan'ı ağır bir dille eleştirdi.

SOFIE’NIN SEÇİMİ Mİ? AYŞENUR’UN SEÇİMİ Mİ?



Günlerden  cumartesi. ATV’den Star’a gidişimizin üzerinden henüz birkaç ay geçti. Akşam bülteninde  editörlük yapıyorum, muhabir arkadaşların kaleme

aldıkları haber metinlerine göz atıyor, gerekirse düzeltiyorum.



Birden, masamın üzerine bir belge bırakıldığını fark ediyorum. Yanımda, ATV’den Star’a geçtikten sonra bülten sorumluluğuna getirilen genç arkadaşımız duruyor.

-Ayşenur Hanım bundan haber  yapmanızı istiyor.



Masamın üzerine bırakılıveren kağıtta neler olduğunu bilmesem de hissediyorum. Çünkü Star haber merkezi bir kaç gündür artık Aydın Doğan’a karşı haberler hazırlamaya başladı. Metinler “yukarıdan” geliyor ve biz,

yani ATV’den gelenler tarafından değil, Star’ın eski kadrosu bir kaç arkadaşca hazırlanıyor. Şimdilik...



Ve bu “haberlerin” haber değerinin olmadığını, tek amacının karşı tarafa saldırmak olduğunu herkes biliyor.



Ayşenur Arslan cumartesi ve pazarları çalışmıyor.

Gerekli olduğunda telefonlaşıyor, kritik kararlarda onayını istiyoruz.

Ya da Ayşenur Arslan gerekli gördüğünde bizleri arıyor.

Ama bu kez aramamıştı, haber yapmamı istediği “belge”, bülten sorumlusu aracılığıyla gelmişti.



Masanın üzerindeki “belgeye” bir göz atıyorum. Aydın Doğan’ın aldığı krediler. Şirketler arasındaki hesaplarda para transferleri. Rakamlar, rakamlar. İstenen belli. Bu metinden yararlanılıp Doğan grubuna karşı “haber” yapılacak.



Metni  geri veriyorum.

-Ben böyle bir haber yapmam!

-Ama Ayşenur Arslan sizin yapmanız gerektiğini söyledi.

-Hayır, beni arasın, bana söylesin o halde!



ATV’den geldiğimizden beri korktuğumuz şeydi bu. Uzan grubunun hırçın ve saldırgan üslubuna alet olmak, piyasadaki holdingler arasındaki kavgalarda

haberlerimizle  “taraf” konumuna düşmek. Bu nedenle de biz bir grup arkadaş, “büyük kavga” başladığında kendi aramızda prensip kararı almış, ve bu kavgada asla taraf olmayacağımız konusunda anlaşmıştık. Kararımız

kesindi: “tetikçilik” yapmayacaktık.



Pazartesi, Ayşenur Arslan’ın odası. Haber koordinatörü beni odasına çağırdığında benimle ne konuşacağını iyi biliyorum. Ama genellikle soğukkanlı olmama rağmen o konuşmanın beni ne kadar etkileyeceğinin henüz

farkında değilim. Aramızda aşağıdaki konuşma geçiyor. Neredeyse kelimesi kelimesine.

-O haberi neden yapmadın?

-Çünkü o tür haberler yapmanın bizim işimiz olmadığını düşünüyorum!

Metnin haber değeri yok ve ben bir haberi sadece patron istiyor diye karşı tarafa saldırmak için yapmayı kendime yakıştıramıyorum!

-Ama kavgayı karşı taraf başlattı ve bu taraf bu noktada artık haklı!

-Olabilir, ama bu neyi değiştirir? Biz yine de bu kavgada araç olacağız!

Ayşenur, biz bunun için gelmedik buraya! Ben yapamam!



Ayşenur çok kızgın. Sert hareketlerle sigarasını arıyor masasının üzerindeki kağıt yığının altında.



-Peki şekerim kim yapacak o zaman? Kiminiz ekrana çıkmamak için Amerikalara kaçıyor (A.Kırca’yı kasdediyor) kiminiz “kirli haber yapmam” deyip elini çekiyor! Ben mi yapacağım! Siz temiz prenslersiniz de ben

mahallenin orospusu muyum!

-Değilsin tabii! Sen de yapma o zaman! Sen de kendinle ilgili karar vermekte özgürsün. Ben verdim!



Konuşamız giderek kontrolden çıkıyor, ama artık yapacak birşey de yok. Gözlerini gözlerime dikiyor:



-Sen nerede yaşıyorsun? Görmüyor musun, sektör bu hale geldi. Piyasa bu!

-Sektör bu hale kendiliğinden gelmedi, getirildi, sen de buna aracılık ediyorsun. Sen de karşı çık, gerekirse geldiğimiz gibi hepimiz çekip gidelim buradan! Ama kalırsak da beni işten bile atsan bu tür haber

yapmayacağım



Ayşenur’un yüzü gerginleşiyor! Artık sadece kızgın değil, kararlı da:



-Peki o zaman! Ben bundan sana haber yap demeyeceğim. ! Sadece bunu değil, başka haber de yapmayacaksın o halde!



Odayı terkettiğimde ardımda bıraktığım köprünün çoktan alevler içinde olduğunu biliyorum. Dönüşü olmayan bir adımdı attığım. Bu benim tercihimdi. Yani gazetecilik onurumu kaybetmemek için direnmek. Sıra şimdi

Ayşenur’un tercihindeydi ve onun nasıl karar alacağını da zaman gösterecekti.



Aradan sanırım on gün kadar bir zaman geçti. Bültenimiz Aydın Doğan haberleriyle dolu. Bense kızaktayım. Normalde stajiyerlerin yaptığı rutin haberler yapıyorum.  Ayşenur Arslan çağırıyor diye seslendiklerinde de

yine elimde çok sıradan bir kaza haberi var. İşimi bırakıp odasına gidiyorum. Artık her zaman olduğu gibi “şekerim” diye konuşmuyor, resmi, mesafeli.

-Tarık, -diyor, -biliyorsun yukarıdan yine liste geldi. Yeni çıkarmalar isteniyor.



Yüzüne bakıyorum, konuşmuyorum. Gözlerim gözlerinde. Derin bir suskunluk.

Sonra konuşmaya başlıyor.



-Maalesef sen de varsın bu kez listede. Ama sakın bunun geçenki konuyla ve aramızda geçen konuşmayla ilişkisi olduğunu düşünme.



Gülümsüyorum.

-Peki Ayşenur, diyorum, -Anladım düşünmem. Sana  yolunda başarılar diliyorum.



Bu kadar. Arkamı dönüyor, odadan çıkıyorum.

Beş yıllık birliktelik bu tek cümleyle sona eriyor.

Ayşenur Arslan’ı bu son görüşüm.

İşten atıldığımı arkadaşlara söylüyorum.



Siyaset Meydanının unutulmaz programlarının  geri plandaki ismi Lale Tayla için de  bu artık dayanılmaz sürecteki son nokta! O da bu gelişme üzerine

istifa ediyor.



Tarih geriye dönüp baktığınızda farklı görülebilir, hele hele vicdanınız rahat değilse. İnsan bilinci, olumlulukları hatırlamaya eğilimlidir. Olumsuzluklar, bugün artık utanarak düşündüğümüz anlar bir süre sonra

ağırlıklarını yitirir, bilinçaltının karanlık dehlizlerinde bir yerlerde sürgüne gönderilir. Ama söz konusu tarihin özneleri hala aramızda yaşıyorsa, o zaman bu iş biraz daha zor. Olguları değiştirerek vicdanınızı

rahatlatamaz, sorumluluğu üzerinizden atamazsınız. Aldığınız kararların sonuçlarını, o sonucun sorumluluğunu üstlenmek zorundasınız. Benim, ve o süreci birlikte yaşayan, ama “şimdilik” suskun kalan başkalarının

tanıklığı, Ayşenur Arslan’ın bugün ısrarla kanıtlamaya çalıştığı “valla billa ben masumum” hezeyanının asla doğru olmadığının kanıtı olarak medya tarihine geçecektir.



Evet, Ayşenur Arslan holdingler arasındaki kavgaları, haber bültenlerine taşımakla suçludur. “Yanlı” haberler yapmış, ya da  yaptırmıştır. Bunu isteyerek ya da istemeyerek yapmış olması hiç birşeyi değiştirmez. O haber koordinatörü olarak, daha da önemlisi bir birey olarak karşı çıkma hakkını kullanmamış, maddi ya da manevi kaygılarla  kendinden istenene  “evet!”

demiştir. Mesele bundan ibarettir.



“Zorlu fırtınalarda gemisini ve tayfalarını sağ salim  limana götüremeyi beceremeyen  kaptan hava durumunu bahane etmemeli” der bir İngiliz atasözü. O dönem yaşanan koşulların ağırlığı, medya grupları arasındaki

talihsiz çatışmalar, siyasi ve ekonomik kriz gibi faktörler haber merkezlerinin tepesinde oturanlar açısından, bugün artık geçmiş döneme yönelik olarak durumu izah etmek için tutunulmaya çalışılan zavallı canyelekleridir. Çünkü kabul edilebilir ve onurlu alternatifler her zaman

olduğu gibi o zaman da vardı. Ama bugün artık önemli olan, bunların neler olduğu değil, yaşananlardır. Yani ahlaki ve mesleki çöküştür.





Ayşenur Arslan’ın yakın medya tarihi başlığı altında anlattığı pek çok şey gerçeklerle örtüşmüyor.  Star’da kimleri işten, kendi deyimiyle “çıkarmak zorunda” olduğundan bahsederken şöyle diyor: “ne  başarıları ne ekrana yakışmaları: tek bir kriter vardı seçimimizde: Ailesinin durumu iyi olanlar ya da eşi çalışanlar öncelikliydi”. Çok şey gibi bu da doğru

değil! Üç kırık cümleyle işime son verildiğinde eşim de çalışmıyordu, ve işsiz kaldığımda kızım iki yaşındaydı!



Ayşenur Arslan yazılarında sürekli kendini değil de ekibini, arkadaşlarını düşünen bir yönetici imajını yaratmaya çalışıyor. Hani neredeyse  “Baba Demirel”in kadın olanı! Oysa o dönemi bilenler, Ayşenur Arslan’ın

herşeyini borçlu olduğu “ekibini” rahatça feda edebildiğini ve çok çabuk unuttuğunu iyi bilirler.



Kanıt mı isteniyor? İşte Ayşenur’un ATV haber kadrosunun neden çok  iyi olduğunu anlattığı yazısında ismen de andığı Viki İsrail ve Emine Munyar!

Ayşenur Arslan Star’a giderken “iyi gazeteci” olduklarını bugün de itiraf ettiği bu iki editörünü  batttığını sandığı ATV’de bırakıp gitmiştir. Hem de arkasına bile bakmadan, hatta vedalaşmadan!



İşte bir zamanlar çok yakın çalışma arkadaşı olan, özel haberleriyle gündem yaratan Mehmet Güç. O da unutulanlar listesindedir.



Bu yaşananlar üzerinden birkaç yıl geçti.

Benim, o zamanlar anlatmayı “utanç verici”  (kendi açımdan değil elbet) bulduğum dönemi Ayşenur Arslan şimdi yaşandığı gibi değil de, hayalinde

kaldığı gibi, ya da olmasını istediği gibi tefrika ediyor.

Ve bunlar “yakın medya tarihi” gibi bir başlıkla gazete sütunlarına taşınıyor. İşte,  “resmi tarihte” anlatılanların dışında başka tarihlerin de olduğunu hissettirmek kaygısı beni yaşadıklarımı yazmaya zorladı.

Madem “birşeyler” anlatılıyor, o zaman “herşey” anlatılmalı!



“Resmi tarihin” dışında başka “tarihler” de var. Ve bunların da  bilinmesi gerek.



Ayşenur Arslan ATV’yi anlatırken, oradaki çalışma arkadaşlarının “efsane ekip”  olduğunu vurguluyor. Bir yazısında benim de adımı anıyor, ama “engelli” olmam sıfatıyla. Doğru tekerlekli sandalyede yaşıyorum, ve

birçok engelli haberi de yaptım. Ama sanırım o yıllarda  benim daha çok Susurluk, Milli Görüş, Yeşil Sermaye, Hizbullah, Batman Terör gibi dosyalarla tanındığımı en iyi bilen Ayşenur olmalıydı.



Yazık, demek ki Ayşenur bunları da unutmuş.

Çünkü belli ki bugüne kadar köprülerin altından  çok sular aktı!



Geceyarılarına kadar dosyaların içine birlikte gömüldüğümüzü, Susurluk labirentlerinde iz sürdüğümüzü, Hizbullahın karanlık ilişkilerini ortaya

çıkarmak için Batman’da, ya da Hizbullah tetikçileriyle hapishanelerde görüştüğümüzü artık hatırlamıyor.

Bunları yaparken sadece ve sadece gerçeği ortaya çıkarmayı hedeflediğimizi, hayatımızı tehlikeye atarak yaptığımız işin mükafatının sadece bu olduğunu da hatırlamıyor.



Oysa ATV,  bizim için tv haberciliğinin ‘kahraman, masum ve bir o kadar da nahif” dönemiydi!

Star ise utanç dönemi!



Star’ın  ardından gelen çok zor aylarda, sevdiğim bir arkadaşımla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:



-O haberi hazırlasaydın eğer, altında haberi hazırlayan olarak senin imzan çıkar mıydı?

-Hayır, çıkmayacaktı!

-Enayilik etmişsin o zaman, yapman gerekirdi! Kimse bilmeyecekti nasıl olsa!

-Kimse bilmese de ben bilecektim!Ve  ben hep hatırlayacaktım. Bu yeterli bir ceza değil mi?



Evet ben hala hatırlıyorum, yaptıklarımı, yapmadıklarımı ve başkalarının neler yaptığını.

“Şimdilik” sesleri çıkmasa da, çok iyi hatırlayan başkaları da var, bundan eminim.

Ve işte belki de gerçek “medya tarihi” hatırlayan herkesin konuşmasıyla yazılacak.



Doğru olan da bu değil mi zaten?



Tarık Demirkan

Freelance gazeteci, Budapeşte.



demirkan.tarik@axelero.hu


Enes Güran'ın Ses kayıtları Ortaya Çıktı Derin yırtmaçlı sahne kıyafeti olay yarattı Okan Buruk'un özel isteği Michail Antonio Narin Güran cinayeti davasında yeni gelişme! Sıcaklıklar 15 derece birden düşecek Restorandaki yangından acı haber geldi