Ankara’daki katliama getirilen ‘en kapsamlı yayın yasağını' nasıl değerlendirdi?

Medyatava, Av. Hayati Şahin’e sordu!

10 Ekim tarihinde Ankara’da meydana gelen ve 102 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan terör saldırısına 3 gün önce getirilen gizlilik kararının ardından, dün de yayın yasağı ve beraberinde eleştiri yasağı getirildi.



Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi ile Ankara 6.Sulh Ceza Mahkemesi’nce alınan karar; medya kuruluşlarına “Soruşturma dosyası kapsamı hakkında yazılı, görsel, sosyal medya ile internet ortamında faaliyet gösteren her türlü medyada her türlü haber, röportaj, eleştiri ve benzeri yayınların yapılması yasaklanmıştır” ifadesiyle duyuruldu.



Karar; medya kuruluşlarına ulaştıktan sonra bir süredir yavaşlatılan Twitter’da ana gündem maddesi oldu. Gazeteciler karara tepkilerini tek tek dile getirmeye başladıktan sonra Cumhuriyet, Evrensel, Özgür Gündem ve BirGün’ün başında olduğu bir grup gazete “Yayın yasağı bizim için yok hükmündedir” açıklaması yaptı.



Türkiye’de son dönemde üst üste yaşanan benzeri olaylarla ilgili yayın yasağı getirilmesi alışkanlık haline gelirken, özellikle bu karara eklenen “eleştiri” ibaresi büyük tepkiyle karşılandı.



Peki bu kararların basın özgürlüğü açısından değerlendirildiğinde nasıl bir yaptırımı var? Basın mensupları ve halkın ifade özgürlüğü kapsamında en doğal hakkı olan “eleştiri”, soruşturmadaki gizliliği ihlal eder mi? Mahkemenin aldığı bu kararlara uyulmaması halinde medya organları ve bireylere nasıl bir yaptırım uygulanır, karara itiraz hakkı var mıdır?



Avukat Hayati Şahin, tüm bu soruların cevaplarını Medyatava'ya açıkladı!



MT: Ankara 6. Sulh Ceza Mahkemesi’nin Ankara’daki bombalı saldırıyla ilgili aldığı yayın ve eleştiri yasağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kararın basın özgürlüğü çerçevesinde hukuki dayanağı nedir?



Hayati Şahin: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri, Basın Kanunu'nunn 3. maddesi, bunların hepsinin tamamı basın özgürlüğünü güvence altına almıştır. Yani bu maddelerde "basın özgürdür, sansür edilemez ve her türlü fikri yayma hakkı vardır" der. Basın özgürlüğü bu temel maddelerle güvence altına alınmıştır. Ancak, basın özgürlüğüne sağlanan bu güvence bazı toplumsal olaylarda gözardı ediliyor.



Basın özgürlüğünü tarif eden 5187 sayılı yasanın 3. maddesinin 1. fıkrasında "basın özgürdür sansür edilemez" derken aynı maddenin 2. fıkrasında da hangi hallerde bu özgürlüğün sınırlandırılacağı yazılıdır. İşte, bu sınırlamalar da kamu düzeni, genel güvenlik, ülke bütünlüğü, toprak bütünlüğü vb. kavramlarla açıklanmakta. Ancak bu maddede sınırlandırmanın nasıl yapılacağına dair net bir düzenleme yok. Her olaya göre mahkemeler kendilerince şekil alıyorlar. Bu bazen yayın yasağına, bazen toplatmaya dönüşüyor...



Aslında bir tür sansür diyebileceğimiz, vatandaşların haber alma hakkını esas olarak engelleyen bir şey bu. Fakat bir yandan da, evet, soruşturmalar gizlidir. Bu da soruşturmanın iyi yürütülmesini sağlayabilmek, özellikle faillerin kaçmasına sebep olacak şekilde isimlerin yayınlanmasını önlemek gibi korumacı bir yaklaşıma hizmet ediyor. Fakat Ankara Katliamı ile ilgili alınan yayın yasağı bu amaca mı hizmet ediyor, yoksa basın yasağına yönelik bir kısıtlama olarak mı algılanıyor, bu önemli. Burada daha çok basın özgürlüğünü baskı altına alan bir karar olarak görüyoruz biz bunu. Çünkü "eleştiri" yasağı da getirilerek bir adım öteye gidilmiş. Sadece haberler değil, eleştiri de yayın yasağı kapsamına alınmış. Yasakçı anlayışla hareket ettiğinizde bunun her geçen gün artacağı yönünde bir bakış açısı var. Neredeyse "bu olaydan hiç bahsedilmesin" şeklinde bir anlayış var.



Halbuki gelişmiş ülkelerde de yayın yasakları olabiliyor ama bu kadar geniş kapsamlı, her olaya yayın yasağı getiren bir anlayış yok. Esas olan basının özgürce, halkın haber alma hakkının da kamusal bir görev olduğu da düşünülerek haber yayınlama hakkını yerine getirmesidir. Ama bunun aksine kararlar alınıyor mu? Evet, alınıyor... Yasal dayanağı var mı? Kendilerince koymuşlar. Basın kanununun özgürlüğü tarif eden 3. maddesinin 2. fıkrasındaki yasaklayıcı bakış açısıyla bu sefer sansür uygulamış.



Mahkeme yayın yasağı kararı verdiğinde, bu karar kaldırılana kadar herkesi bağlar. Fakat bir üst yazıya baktığımızda mahkeme Cumhuriyet Başsavcılığı'nı görevlendiriyor. "Cumhuriyet Başsavcılığı yoluyla kararın uygulanması" diyor. Peki, Cumhuriyet Başsavcılığı nasıl uygulamış; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'na göndermiş. Bu şu anlama geliyor; RTÜK'ün yetki ve görevi kapsamında faaliyet gösteren televizyonlara "Mahkemenin böyle bir kararı var, yayın yapamazsın" diyor. Yayın yaptığı vakit, uyarıdan kapatmaya kadar bir yığın ceza verebiliyor.



"Yayın yasağını tanımıyoruz" diyen gazetelere de belli bir para cezası uygulayabilir. İlgili yayın müdürlerine gizliliği ihlal ettikleri için ceza davaları açabilir, hapis cezası verilebilir. Mahkeme kararlarının yaptırımı var. Bu yaptırımları gazetedeki bir yazıya da uyguluyorlar, internet ortamındaki bir yazıya da...  Bu yaptırım mahkeme kararına doğrudan uymamak şeklinde değil, ama soruşturmanın gizliliği ihlal edilmiş denilerek uygulanabiliyor.



Fakat bu durumlara karşı itiraz kültürünü geliştire geliştire, belki bu kararların alınmasının önüne geçilebilir. Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Özgür Gündem başta olmak üzere bazı gazeteler bu yasağa itiraz ettiler. "Bu karar yok hükmünde bir karardır" diyorlar. Yani yasal dayanağı olmadığı halde "yayın yasağı" diye bir uygulama getiriliyor. Halbuki kanun doğrudan yayın yasağı demiyor. Basının özgürlüğünün belli sınırları var; bunlar da kamu düzeni, kamu yararı ve ülke bütünlüğü vs... Bunlar da geniş ve muğlak kavramlar olduğu için her şeyi bunun içerisine atabiliyorlar.



Eleştiri yasağıyla ilgili de eğer esas korunmak istenen soruşturmanın selametiyse, o zaman "Yakalananları deşifre etmeyin, biz üzerinde çalışıyoruz, belki başka ilişkilere geçeceğiz" deme hakkına sahiptirler. Ama "Bak burada yanlış yapmışsınız, keşke güvenlik önlemlerini düzgün alsaydınız da bu sonuç oluşmasaydı" gibi birebir soruşturmayla ilgili değil de yaşanan süreçle ilgili serzenişler bile yasaklanırsa, bu "tamamen bu olayı yok sayın" demektir. 



Aslında bu yasağa itirazın yasal bir yolu var. Yayın yasağına dair kararın sonunda diyor ki; "Sulh Ceza Hakimliği’ne verilecek bir dilekçe ile itirazı kabildir." Yani 7 gün içerisinde verilecek bir dilekçeyle karara itiraz edilebilir. Hukuki süreci budur. Fakat ne yazık ki itirazı karara bağlama süreci uzadığı için de yayın yasağı amacına ulaşmış oluyor.





Canan Kaya / Medyatava



canankaya@medyatava.com


















Galatasaray, Kayseri'yi ezdi geçti Maximin, Mourinho'yu hayal kırıklığına uğrattı Türkiye'nin en zeki illeri belli oldu! AFAD duyurdu: Muğla açıklarında deprem Narin Güran cinayetine ilişkin kritik bilgi İstanbul'da polise saldırı: Şüpheliler gözaltında