Alexandra’nın hikayesi Rüya ile devam ediyor
Kırık Rapsodi’de cevapsız kalan sorular ikinci ve son perde olan Rüya’da cevaplarını buluyor.
“Özgürlüğü Eşsiz Kılan, Uğruna Ödediğiniz Bedeldir.”
Bahar Gedik
Kırık Rapsodi ile başlayan Rüya’nın ve büyük büyükannesi Alexandra’nın hikayesi Rüya ile devam ediyor. Neslihan Stamboli ailesinin zamanın silmeye yüz tuttuğu hikâyesini rüyasını da katarak anlatmaya devam ediyor. Kırık Rapsodi’de cevapsız kalan sorular ikinci ve son perde olan Rüya’da cevaplarını buluyor.1900’lü yılların başından günümüze Macaristan-Türkiye-Fransa coğrafyasında yaşamış bir ailenin hikâyesini anlatan Kırık Rapsodi’nin devamı olan Rüya’da bu sefer Rüya’nın yazdığı Bir Macar Rapsodisi adlı roman sinemaya uyarlanmaktadır. Bu süreçte derin bir iç çatışma yaşayan Rüya’nın hayatında ise ciddi değişimler olur… Rüya, büyük büyükannesi Alexandra'nın hayatını kaleme aldığı ancak yarım bıraktığı romanına gördüğü tuhaf bir "rüyanın" verdiği ilhamla kaldığı yerden devam etmeye karar verir. Çünkü ilk başlarda onu yazmaktan alıkoyan şey mutsuz bir sonun kaçınılmazlığı gibi görünse de, mutlu bir sonun hiçbir romanı mümkün kılamayacağını keşfetmiştir… Ve hayatın, bütün mutsuzluklarımızın toplamı, bu toplamın da hem özgürlüğün hem de mutluluğun bedeli olduğunu...Yazar... Durmadan, yılmadan yazar. Yazdıkça da bir gerçeğin daha farkına varır: Hiç ulaşamayacak olsak da salt yaşamaktan fazlasını amaç edindiysek eğer, o hayat kesinlikle yaşamaya değer...Çöken imparatorlukların, filizlenen devrimlerin, korkunç felaketlerin, soykırımların kıskacında oradan oraya savrulan ruhların ve kanla yazılan bir tarihin biçimlendirdiği hayatların hikâyesi... Neslihan Stamboli bu epik dramın ikinci ve son kitabında okuyucuyu acı, ıstırap ama her şeye rağmen romantizm dolu bir yolculuğa çıkarıyor! Rüya-Kırık Rapsodi 2 Altın Kitaplar etiketiyle tüm kitapçılarda.
Rapsodi, Rüya ile sona eriyor. Rüya’da neler anlatılıyor, hikâye nereye gidiyor?
Kırık Rapsodi ve devamı olan Rüya, 1900’lü yılların başından günümüze kadar uzanan yüz yıllık bir dönemde, Macaristan-Türkiye-Fransa coğrafyasında bir ailenin dört kuşağına yayılan epik bir anlatı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çökmesinin ardından Macaristan’da yaşanan siyasal ve toplumsal değişimlerin, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Musevi soykırımının, darbelerin, devrimlerin ortasında yaşanan kişisel dramların anlatıldığı romantik bir destan. Fırtınalı aşklar, sanatsal arayışlar, özgürlük uğruna ölümü bile göze alarak ödenen bedeller, iç çatışmalar ve bu iç çatışmaların getirdiği kişisel dönüşümler, kurulan hayaller, bu hayallerin gerçekleştirilmesini engelleyen korkular, korkularının esiri olanlar, korkularının üstesinden gelip hayallerini gerçekleştirenlerle birlikte çıkılan duygusal bir yolculuk.
Bu yolculuğun ilk durağı Kırık Rapsodi’de, ailenin dördüncü kuşağını temsil eden Rüya, anneannesinin annesi Alexandra’nın hayatıyla ilgili bir roman yazmaya başlar. “Bir Macar Rapsodisi” adını verdiği romanıyla birlikte biz de yüz yıl geriye döneriz. Macar bir genç kadının – güzel, soylu, varlıklı, iyi okumuş ve yetenekli bir ressam olan Alexandra’nın – yabancı bir ülkede ve farklı bir kültürde – Türkiye’de – karşılaştığı zorluklara tanık oluruz. Köklerinden kopmasının yarattığı sancıları, ailesine ve memleketine duyduğu özlemi, kocasının aşırı kıskançlıklarından ve baskısından bunalmasını ve yavaş yavaş kendini altından bir kafese kapatılmış hissetmesini izleriz. Onun gibi biz de, hasretle rapsodinin son bölümünün başlayacağı, acıların biteceği anı bekleriz. Ancak Alexandra’nın yaşamı mutlu sonu olmayan kırık bir rapsodi gibidir.
Bu yolculuğun ikinci ve son durağı olan Rüya’da, gördüğü tuhaf bir rüyanın verdiği ilhamla yarım bıraktığı romanını bitiren Rüya’nın, romanının sinemaya uyarlanması sırasında yaşadığı değişime tanık olur, sevmek arzusu ile sevdiklerini kaybetmek ve yapayalnız kalmak korkusu arasında bocalamasını ve sonunda iç çatışmasının çözümlenmesini izleriz. Diğer yandan, özgürlük hayalleri ile sorumlulukları arasında gidip gelen Alexandra’nın yaşamıyla ilgili olarak Kırık Rapsodi’nin sonunda cevabını merak ettiğimiz sorular yanıtlanır. Ağabeyi Karoly’un İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında neler yaptığını, onun özgürlük hayallerini ve ne gibi bedeller ödediğini öğreniriz. Ve sonra rapsodinin coşku dolu son bölümü başlar. Duyguların uç noktaya vardığı son bölüm...
Kitapta özgürlük teması dikkatimizi çekiyor. Başka hangi temalara yer veriliyor?
Özgürlük temasına ek olarak gerçek/rüya, bilinç/bilinçaltı kavramlarını da irdelemeye çalıştım. Rüya’nın “Bir Macar Rapsodisi” adlı romanında kaleme aldığı Alexandra’nın yaşam öyküsünde, özellikle mektuplar ve günlüklerle gerçek bir hikâye duygusu yaratılır. Ancak bu gerçek hikâye duygusu, Rüya’nın yaşadıklarını anlatan çerçeve hikâyede inkâr edilir. Rüya’nın gördüğü hayaller ve rüyalarla okuyucuya sürekli olarak okuduklarının bir kurgu olduğu ima edilir. Ve okuyucu neyin bilinç neyin bilinçaltı, neyin gerçek neyin rüya olduğu sorusuna cevaplar aramaya başlar. Ve bu cevapları ararken, “gerçekleri olduğu gibi görebilmek” meselesiyle baş başa kalır.
Bir rapsodi diyoruz; ne kadar rapsodi bu kitap, müzik neresinde hikâyenin?
Anlatının çatısını oluştururken, Macar rapsodilerinin çatısından esinlendiğimi söylemeliyim. Macar rapsodileri üç bölümden oluşur. Hikâye de, tıpkı rapsodilerde olduğu gibi üç bölümde – üç perdede – anlatılıyor. Her perde içeriği ve temposu itibariyle rapsodinin bölümlerindeki temaları ve tempoları yansıtıyor. Birinci Perde bir yaz gününün rehavetiyle ağır ve telaşsız başlıyor. Kahramanların yaşamlarında her şey günlük güneşlik. İkinci Perde, yakıp yıkan, ezip geçen, kırıp döken bir bölüm. Savaşlar, soykırım, darbeler, devrimler... Üçüncü Perde duyguların uç noktaya vardığı, coşku dolu bambaşka bir alem. Diğer taraftan, bu üç perde, yedi tablodan oluşmakta. Her tabloda farklı besteler dinleniyor. Birinci Tablo’da, Do majör veya Do minör besteler var örneğin. İkinci Tablo’da Re Majör veya Re minör besteler. Hikâyenin sonuna yaklaştıkça dinlenilen müzik de adeta “yükseliyor” ve karakter değişimlerini, ruh hallerini yansıtıyor.
Sizi bu hikâyeyi yazmaya iten ne oldu?
Karakterleri, özellikle baş kahramanları, ailemde benim için çok değerli olan bazı kişileri temsil etmek üzere yarattım. Beni bu yolculuğa sürükleyen en önemli dürtü, onlara yaşayamadıkları mutlu bir son yaşatma, mutlu bir son kurgulama çabası oldu sanırım. Hayalimde de olsa onları mutlu etme çabası. Yazarken ben de yer yer mutlu oldum, yer yer hüngür hüngür ağladım, aşık oldum, acı çektim, kahramanlıklar karşısında gururla göğsüm kabardı. Ve şimdi okuyucunun da bütün bu duyguları paylaşmasını bekliyorum heyecanla.
Hikâyenin ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal?
İlk bakışta tekdüze, sıradan, önemsiz gözüken yaşamların içinde bile bir öykü gizlidir. Başkalarını duygulandıracak, düşündürecek, eğlendirecek ya da heyecanlandıracak bir öykü. Ancak yaşam öyküleri roman değil. Romanlaştırılabilmeleri için olay örgüsü haline getirilmeleri gerekiyor. Ve bunun için de bir yazarın hayal dünyasıyla beslenerek kurgulanmaları... Kırık Rapsodi ve Rüya zaman içinde silinmeye yüz tutmuş gerçek bir hikâyenin, hayallerimle beslediğim, biraz değiştirdiğim, biraz eklentiler, biraz kesintiler yaptığım bir izdüşümü. Aile içinde söylenegelen birkaç cümleden, kısacık birkaç anekdottan, eski fotoğraflarda dikkatimi çeken bazı ayrıntılardan hareket ederek yarattığım bir dünya. Dolayısıyla hikâyede gerçekler var, hem hayaller var, hem de rüyalar var.
Nasıl bir yazım süreci yaşadınız?
Yazabilmek için öncelikle bir ilham perinizin olması şart. Size hikayeler fısıldayan bir peri... Ancak bu, roman yazmanın belki de binde biri. Perinin fısıldadıklarını roman haline getirebilmek için önce uzun bir planlama ve araştırma süreci sizi bekliyor. Tabii, roman tekniklerini zaten çoktan bildiğinizi varsayarsak. Olay örgüsünün hazırlanması, kurgulanması, karakterlerin oluşturulması, çatışkıların ve değişimlerin belirlenmesi başlangıçtaki temel meselelerinizden birkaçı. Araştırma ise devamlı bir süreç. Hele hele yaşamadığınız bir dönemi anlatacaksanız, o dönemin ruhuna girebilmek, o dönemin insanlarından biri olabilmek için sadece tarihi olayları değil, sosyal ve kültürel yaşamı, önemsiz görünen ayrıntıları da didik didik incelemeniz gerekiyor. Sadece anlatıya gerçeklik kazandırmak açısından değil, aynı zamanda romandaki karakterlerin okuyucuya bilgi aktaran kuklalar olmaktan kurtulmasını, ve sevilen veya nefret edilen, ama her halükârda okuyucunun kendinden bir iz bulduğu, etten kemikten insanlar haline gelmesini sağlamak açısından da önemli bir süreç araştırma. Tabii bu arada hiç yazmıyor değilsiniz. Ancak, yazdıklarınız henüz nereye gideceğini bilmeyen, her dürtüyle coşan, heyecan dolu genç bir küheylanın amaçsız ve bilinçsiz koşturması gibi. Zamanla biraz hedefini belirlemesi gerekiyor.
Kırık Rapsodi ve Rüya’yla ilgili planlama sürecini tamamladıktan sonra, ön araştırmalarım aylar sürdü. Farklı dillerde yazılmış çok sayıda tarih kitabı okudum. Macar yazarların o yılları ve o yılların insanını çözümledikleri eserlerini okudum. Adım adım Macaristan’ı gezdim. Sokak sokak Paris’i dolaştım. Budapeşte’deki çeşitli müze arşivlerinde, Londra’daki İmparatorluk Savaş Müzesi arşivinde ve Ulusal Arşiv’de haftalar geçirdim. Budapeşte’deki bir caddenin hangi dönemde, ne kadar süreyle, hangi adla anıldığından tutun, İkinci Dünya Savaşı sonunda Stalin ile Churchill’in, geleceğin Demir Perde ülkelerinin kaderini belirlemek üzere el yazısıyla düştükleri notlara kadar çeşit çeşit bilgiler içeren bir dağarcık oluşturdum. Ve en nihayetinde, bütün bu çalışmalardan sonra, hedefe doğru doludizgin yazmaya başladığımda, kendimi rapsodinin son bölümünde olduğu gibi, duyguların uç noktaya vardığı coşku dolu bambaşka bir alemin içinde buldum. Yazmak işte böyle bir şey benim için.
Devam romanı yazmanın artıları, eksileri var mı?
Devam romanlarının eksi yönü, iki kitap arasında belirli bir zaman geçtiği için, okuyucunun hikâyedeki ayrıntıları unutma olasılığı. Ancak bu eksi yönün, yazar için bir artı sayılabileceğini düşünüyorum. Kurguyu yapılandırırken, bu sorunun çaresine bakmak üzere, çok daha güçlü olmasına özen göstermek zorundasınız. Farklı roman teknikleri kullanmak, denemek zorundasınız. Toplamda 1.200 sayfalık bir anlatıdan ve 130 karakterin rol aldığı destansı bir hikâyeden söz ediyoruz. (Elbette, önemsiz görünen rollere sahip, ama her halükarda olay örgüsüne katkısı olan sözsüz karakterler de dahil bu sayıya.) Böyle bir anlatıda tutarlılık sağlamak, okuyucunun hafızasını ve ilgisini taze tutmak gibi çabalar her yazarın omuzlamak isteyeceği bir mücadele bence. Ve sonuçta mutlaka yazara artısı olacak bir deneyim.
Yeni projeleriniz var mı?
Olmaz mı? Elbette var. Burada, Macar yazar Sándor Márai’dan bir alıntı yapmak isterim: “Sanatçı, istese de istemese de, kendisine itici güç veren yaratıcılığının kişisel bir dışavurumundan başka bir şey değildir. Ve içindeki bu itici güç bazen eline bir kalem, bazen bir fırça, bazen de bir kılıç tutuşturur.” Benim elimden de kalem bir türlü düşmüyor. Duyduğum bir sözle, bir kokuyla, bir tatla birlikte ilham perisi sürekli kulağıma bir şeyler fısıldıyor ve zihnimde sürekli yeni hikâyeler şekilleniyor.