Akşam’ın en kıdemli yazı işleri müdürüydü şimdi şu sorunun cevabını arıyor: Sistem bizi neden dışarı attı?

Akşam'da çalışmaya başladığında oğlu 1 yaşındaydı. TMSF gelip işssiz kaldığında 18. Akşam’ın en kıdemli yazıişleri müdürü Banu Kurt, geçen hafta görevinden alındı. Deneyimli gazeteciyle Çevrim Çeviren konuştu.

Dile kolay, Türkiye gibi bir ülkede, medyada 17 yıl aynı kurumda çalışabilmek. Banu Kurt çalıştı. 24 Mayıs’ta TMSF gazeteye el koyana kadar… Kurt, geçen Pazartesi de çıkışını alarak gazeteden ayrıldı. Deneyimli gazeteci bu yıllar içinde 2 Körfez, 1 Afganistan savaşı, Susurluk, Ergenekon, 7-8 yayın yönetmeni ve en nihayetinde de mesai bitişi gazeteye el koymaya geldiği gazetede gazetecilere “Siz hala çalışıyor musunuz” diyen TMSF memurlarını gördü.





MT - 17 yıldır Akşam’da çalışıyordunuz. Özellikle Türkiye medyası koşullarında çok uzun bir süre. Hangi görevle başladınız Akşam’da ilk olarak?



Banu Kurt - Ben Akşam’a muhabir olarak geldim. Ben işe Ankara’da başladım ama Ankara’da yetiştim diyemiyorum. İstanbul’da yetiştim aslında. Ankara’da kalsik Belediye muhabirliğinden başlanır, ondan sonra yavaş yavaş siyasi partiler, bir polis-adliye muhabirliğine pek fazla bulaşmadım ama bilirim nerde ne olunur, nasıl gidilir. Parlamentoya hiç bulaşmadım.



MT- Neden?



Banu Kurt -O çok farklı bir şey. Parlamento muhabiri arkadaşlarım kızacaklar belki bana ama, oraya bir giren bird aha çıkamaz. Girersiniz bir kere, kapalı bir alan, Meclis, iktidarlar gelir, muhalefet gelir geçer, siz hala orada durusunuz. Böyle, gelip geçecen bakarsınız. Ama çok başarıyla devam eden dönem arkadaşlarım var, çok severek yapıyorlar. Ben bütçeden bütçeye giderdim. Onda bile hemen çıkmak isterdim.



MT – Hangi yılda başladınız?



Banu Kurt -87’de başladım bu Belediye Muhabirliği dediğimiz olayla. 2000 yılında İstanbul’a geldim. Yetişrim dememin sebebi o aslında. Muhabirlik çok benim ruhuma gore değilmiş. Onun için çok girişken olmanız lazım. Sürekli dışarı çıkacaksınız, bir şeyin peşinde koşacaksınız filan .Yaptım ama çok sevmedim. Masada olduğum zamanları hep daha çok severdim Ankara’da. Sonra burada yazıişlerine geldim. Baktım, “benim yapacağım iş buymuş” dedim, böyle organizeetmek, yönetmek. Bir düzen çizmek.Sonra haber merkezinde editor olrak başladım. Bir sürü değişiklikler oldu. Ekipler geldi, gitti 2003’de yazıişleri müdürü oldum. Akşam’da 17 yılımın son 10 yılıyönetici olarak geçti.



MT- Peki, ekipler geldi, geçti siz nasıl dayandınız? Medyada o kadar kolay bir iş değil bu kadar uzun yıllar aynı yerde kalabilmek.



Banu Kurt-Şunu söyliyeyim ilk once: bu yaşadığımız çok özel bir dönem. Ayrı bir dönem, farklı bir dönem. Daha önce de ekipler değişti, geldi gitti insanlar fakat böyle olmadı hiç. Zaten şunu düşünüyorum hep; 1 hafta 10 gündür düşünüyorum, neydi, ne oldu diye... Medyaya, kamuoyuna yansıyan kısmı yazarlar boyutu, daha fazla anlamda. Bir yayın yönetmeni vardı, o gönderildi. Ama bunun perde arkasında gazeteyi yapan bir ekip, yazıişleri ekibi, büyük bölümü Akşam’da değil artık.



MT- Bir çoğu da kadındı herhalde. İsmail Küçükkaya kadınlara çok mu güveniyordu?



Banu Kurt-Küçükkaya, evet kadınlara güveniyordu ve tercih ediyordu. Hep söylüyordu zaten, kadınlar daha titiz, daha detaycı, sağduyuları daha güçlü. Bir yerde frene basmak gerekir ya hani almış başınızı giderken, biz onu fazlasıyla, temkinle “Şimdi burada duralım” diye yapıyorduk.



MT – Dolayısıyla gönderilenler de kadınlar oldu…



Banu Kurt-Valla ben buna “tesadüf” demek istiyorum. Hani inanmak istemiyorum böyle bir şeye ama, İsmail Bey gittikten sonra onunla birlikte Ankara’dan gelen Nergis Hanım vardı, Nergis Bozkurt, Yayın Koordinatörü, o gitti. Ben vardım, Semra Kardeşoğlu vardı. Süreyya Vardı. Gerçi biz gönüllü de olduk.



MT – Kadınlar birbiriyle iyi çalışıyor muydu, yoksa aranızdaki  rekabe daha mı keskindi?



Banu Kurt-Çalışıyor, çalışıyor. İnanılmaz bir özgürlük vardı bir kere. Herkes her şeyi söyleyebilirdi. Biz hepimiz aynı görüşte insanlar değildik. Yani sğcısı da vardı, solcusu da vardı. AK Partilisi de vardı ama yaşlarımız birbirine yakındı, gençler de vardı. O homojen yapı o kadar iyi birleştirmiştik ki, masada her şeyi konuşurduk. Herkes kendi fikrini rahatlıkla, özgürce söylerdi ve çoğunluk ne diyorsa, genellikle, Küçükkaya onu uygulardı. Ama hep bir fren mekanizmamız vardı, fazla uçmayalım, fazla gitmeyelim…  Son sözün söylenmesi gereken yerde, bir karar verilmesi gerekiyorsa ve ortada kalmışsa İsmail Bey o kararı da veriyordu. Ama çok büyük fikir ayrılıkları olmadı. Birbirimizi taşıyabiliyorduk çünkü. Çoğumuz arkadaştık eskiden tanışıyorduk. Öyle çok büyük sorunlarımız olmadı. Sonuçta zaten gazete yapıyorsunuz, habercilik yapıyorsunuz, benim 17 yılım geçmiş, haber nereden gelir, nasıl gelir, nasıl oluşur, kime meyi sipariş edelim, birçok şeyi, hangi haberi nasıl verirsem gündem olur, elimde bir haber var, bunu nasıl verirsem konuşulur, neyi öne çıkarırsam yazarken o mesajı vermiş olurumu bu kadar zaman geçirdikten sonra çok iyi anlıyorsunuz. Bizde o denge çok iyiydi.



MT – Ama siz bu arada Küçükkaya’nın dışında da yayın yönetmenleri ile çalıştınız. Kaç yayın yönetmeni geldi geçti?



Banu Kurt-7 mi 8 mi? Arada atladıklarım oluyor. Ankara’dayken Metin Yılmaz – Bülent Aydın ikilisi vardı. Ben İstanbul’a geldiğimde yayın yönetmeni Deniz Arman’dı. Bir sure sonra o gitti Ali Genç geldi. Ali Bey 2-3 sene çalıştı. Ben iç sayfaları yapıyordum o sırada. Sonra Ali Bey gitti, Nurcan Akad geldi.



MT- Tam kadın ekibi olmuşsunuz demek ki Nurcan Akad’la birlikte o zaman.



Banu Kurt-O zaman bu ekip yoktu. O zaman ekibiyle gelmeyi bırakmıştı artık zaten insanlar. Sistem öyle kurulmuş ki medyada, 10-15 yıl öncesinde nereye giderseniz gidin, bir ekip var, onunla uyum sağlayanlarla çalışıyorsunuz. Yani, ekibimle gelirim, ekibimle giderim bizden de eskilerde kalmış. O Güneri Civaoğulları dönemi filanmış. Hiç öyle bir şey olmadı. Yani Nurcan Hanım da iki – üç kişi geldi onlarla da gayet güzel ilişkiler kuruldu. Hala da görüşürüz hatta. Kadın egemenliği yoktu o zaman Nurcan Hanım döneminde fakat inanılmaz eğitici, öğretici dönem oldu. Ben o kadar çok şey aldım ki Nurcan Hanım’dan… Gidişi de çok kötü oldu. Üzücü oldu…



MT- Nasıl?



Banu Kurt-İşte böyle, gazete yönetimi ile bir takım anlaşmazlıkları vardı. Zaten Akşam’da o çok kronik bir sorundur hep yönetimle… Birgün “Ben yapamıyorum, bırakıyorum” dedi. Herkes inanılmaz üzüldü. Ve inanır mısınız kaç yıl geçti aradan, 10 yıl filan oldu herhalde, hala Nurcan Hanım böyle efsane olarak, büyük bir sevgiyle anlatılır. Görüşürüz arada, mesajlaşırız. Her zaman hala arkamızda. İyi bir şey yaptığımız zaman tebrik eder, kutlar, inanılmaz zarif, bambaşka bir insandı Nurcan Hanım. Sonra Serdar Turgut geldi.



MT – O herhalde enteresan bir dönem oldu…



Banu Kurt-Enteresandı. Akşam’ın en eğlenceli dönemiydi. Serdar Bey inanılmaz nazik bir insan, tam bir beyefendi… Dışarıya karşı görünüşü, konuşmaları birçok kişiyi kızdırır, üslubunu eleştirirler ama asla öyle değil. Ben daha bir kere bilinçli olarak sesini yükselttiğini, bağırdığını, kalbimi kırdığını hatırlamam. Öyle bir şey hissettiğinde bile kalkardı, gelirdi “Banu’cum üzüldün mü, ben böyle böyle söyledim” derdi. İnanılmaz nazik bir insandı. Onunla da hala mesajlaşıyoruz.



MT – Onun ayrılışı nasıl oldu?



Banu Kurt -O da çok sancılı oldu. Akşam’ın yine bu krizlerinden biriydi. Hiç bitmiyordu zaten. Kriz kriz üzerine… Maddi kriz, yönetim krizi, idareyle olan kriz filan… Büyük bir tenkisat yapılması gerekiyordu, listeler hazılandı. Serdar Bey de ekiple gelmedi. Yazar olarak geldi zaten, Nurcan Hanım gidince yayın yönetmeni oldu. Dışarıdan kimseyi getirmedi. Ekibe katılanlar oldu dönem dönem, Serdar Bey’in de tanıdığı ama yine birlikte, uyum içinde çalıştık. O dönemde çok fazla başladığı dönem giden olduğunu hatırlamıyorum. Gidişinde yine böyle ekonomik bir darlık vardı. Tenkisat yapılması gerekiyordu. Lİsteler hazırlandı filan, kötü bir dönemdi, Serdar Bey de bırakmak zorunda kaldı o zaman. Sonra Küçükkaya geldi. Ama o da varolanla devam etti. Zaten şu dışarıdan çok iyi anlaşılmıyor: Bİr gazetenin vitrinindeki isimler; yazarlar, yayın yönetmeni, muhabirler… ön plana çıkanlar… onların arkasında bir arada tutan, yapıştırıcı nitelikte yazıişleri var. Biz o işi, o sinerjiyi o kadar güçlü kurmuştu ki… Akşam farklı bir yerdir medyada diğerlerine gore. Küçük hesaplar yoktur. Şunun arkasında şu işi çeviriyim, şöyle yapıyım gibi bir şey yoktur. Genellikle aynı yaş grubunda yönetici seviyesindeki gazeteciler, alt seviyede yeni yetişen, gayet yetenekli, başarılı genş arkadaşlarımız hep ona destek vererek… Çünkü hep muhabirlikten gelmişiz, daha fazla bir şey olabilme hırsımız, muhabirin önüne geçiyim, kendimi ön plana çıkarayım gibi siskin egolar yoktu. O yüzden her gelen için Akşam nefes alınacak bir durak olmuştur. Dışarıdan gelen birçok arkadaşım. Bizim odamız çok ortadaydı, hiç de boş kalmazdı. O yüzden arada bir kovardık insanları, “hadi çıkın gidin, işimiz var” diye. Hep, “Biz bilmemnerde yazıişleri müdürünün odasına girdiğimizi hatırlamıyoruz”… Ama bizde sıcak ve kucaklayıcı bir ortam vardı. Fakat şöyle de bir yönü var: Buna uyum sağlayamayan kişileri de bünye dışarıya attı. Onlar kalamadılar. Mutlu olamadılar.



MT –Var mı bu isimlerin arasında tanıdık olanlar?



Banu Kurt -Üst düzeyden bahsetmiyorum. Yazıişlerinden bahsediyorum, o yazıişlerindeki sağlam duruşu çok önemsiyorum ben. Çünkü, mesela,  İsmail Küçükkaya dönemi de en yoğun ve en çok çalıştığımız dönemdi.



MT- Niye öyle oldu?



Banu Kurt -Serdar Bey’in gidişi sırasında kadrolar yarıya indi. Dağıldı. Herbirimiz üçer kişilik iş yapmaya başladık. Küçükkaya tam bir gazeteci. Ne şekilde tanımlarsınız derseniz bana aklıma başka bir şey gelmez. Gazeteci bir adam yani. Rüyasında haber görür. İnanılmaz heyecanlı. O heyecanı paylaşmak çok önemli. Ben 3 kere filan gitmişimdir. Ama haberle gittiğimde odasında çıkıp o heyecanı paylaşabilmek çok önemli. Yoğun ve çok çalıştığımız bir dönem oldu gerçekten, çünkü onun bir iddiası vardı. İyi bir gazete yapma iddiası vardı, çok da hırslıydı ve müthiş bir ekibimiz vardı. İlk geldiği zaman inananılmaz bir ekip vardı. Yavaş yavaş, maaş sorunları nedeniyle kaybettik bir kısmını ama gelenler yetişti. Akşam’da çalışmak çok garip bir şey, bir aidiyet hissediyorsunuz.



MT- Maaş alamamanıza rağmen mi?



Banu Kurt -Evet. Gitmeyenlerin birçoğu bu yüzden gitmedi. O aidiyet duygusu. Düşünebiliyor musunuz ben 17 yıl evime gider gibi gitmişim. Evimden fazla zaman geçirmişim. Meslek hayatımın 3’te birinden fazlası Akşam’da geçmiş. En son giderken öyle dedim: Ben 13 yıldır bu yolu gidip geliyorum. Tuhaf bir şey.



MT- Peki, bu kadar değişimde politik atmosfere de bakarsak, baskının yarattığı bir gerilim yok muydu?



Banu Kurt -Ben akşama başladım 1 Ocak 1997, bir ay sonra 28 Şubat oldu. O zaman Ilıcaklar sahibiydi Akşam’ın.



MT- Nasıldı peki gazetedeki hava?



Banu Kurt -O zaman muhabir olarak hiçbir baskı hissetmedim. Ama tabii çok zor bir dönemdi. İnanılmaz bir ortamdı ama muhabiri olarak gazeteden bir baskı görmedim o zaman. Belki çok geniş bakamıyordum. İstanbul penceresinden bakmıyordum belki de. Sonra iki tane Körfez Savaşı, bir Afganistan Savaşı.



MT- Çok kritik dönemler sahiden…



Banu Kurt -Herhalde Türkiye’deki gazeteciler kadar olay görmez dünya medyası, çalışanlar.



Hükümetler geldi gitti, koalisyonlar,



Susurluk, Ergenekon…  Nurcan Hanım döneminde de Irak işgali vardı. Orada da sadece haber saikiyle hareket ettik hep. O zaman da haber anlamında büyük zorluklar çektiğimizi hatırlamıyorum. Serdar Turgut döneminde AKP’Nin ilk yıllarıydı. Zaman zaman oarada bocaladığımız oldu, n’aplaım, nasıl yapalım diye. Hiç kimsenin duruşu net değildi ki o zaman. Herkes yalpalıyordu. Ama ben Akşam’ın hiç keskin bir taraf olduğunu hatırlamıyorum bütün bu süreçlerde.  Ama bu son dönemde, İsmail Küçükkaya’lı dönemde hakikaten çok zor geçti. Ama orada iyi bir denge tutturduk. Küçükkaya’nın ilişkileri çok iyiydi.



MT-Peki bu kadar dengeli bir çalışma ortamı içinde TMSF geldi. Size nasıl söylediler işten çıkartıldığınızı? TMSF geliyor… ne oluyor sonra?



Banu Kurt -Karamehmet’in bankalarına el konulduğunda da ben buradaydım. Birgün sabah kalktık, telefonlar çalıyor, dediler ki, “Pamukbank’a TMSF el koydu.” Haydaa, nerden çıktı bu, ilk defa oluyor çünkü o yıllarda… Geldik, kimse ne yapacağını bilmiyor. Patrondan zaten haber yok. Öyle kendi kendimize bir şeyler yaptık. Bu defa TMSF Show’a el koydu, haber geldi Show’a girmişler, diye.



MT- Siz de bekliyor muydunuz?



Banu Kurt -Beklemiyorduk ama merak ettik hep bize de gelecek mi sıra diye. İlk 2 gün çok konuşuldu. Sonra dendi ki, “yok bizimle ilgili bir durum yok.”



MT-Sonra?



Banu Kurt -Sonra bir Cuma akşamı biz çalışıyoruz, aşağıdan haber geldi, TMSF’den avukatlar geldi, gazeteye el koyuyorlar, diye. Bir de öyle kritik bir saat ki, 6 filan herhalde. Biz yedi buçuk, sekizde gazeteyi gönderiyoruz. En prime time’ımız bizim. Herkes durdu. Koridora çıktı, bakıyor insanlar. Şaşkınlık yaşandı.  Gazeteyi yapacak mıyız, yapmayacak mıyız bilemedik önce. Sonra, kendimize geldik, o yazı işlerindeki kadın grubu, “Hadi bakalım gazete çıkıyor yarın” diye. Gelenler de devlet memuru, “Bu saatte neden çalışıyorsunuz siz” diye soruyor. “E, dedik biz gazete yapıyoruz ya, bu saatte baskıya gönderiyoruz.” 9’dan 10’dan önce çıkmayız.



MT-Devlet memuru olunca tabii…



Banu Kurt -Onlar, mesai saatinde bitiminde gidelim diye hesaplamışlar. Ama prime time’ın içine düştüler. Sonra onlar bir köşede çalıştılar. N’aptılar hiç bilmiyorum. Ama biz kadınlar olarak gazetey, yaptık. Çok da güzel bir gazete yapmıştık o gün. Sonra ne olacağını bilmiyoruz, devam ettik. Gezi olayları patladı o sırada. Sonra birgün dedilerki yönetim değişiyor…



MT-Panik oldu mu çalışanlar?



Banu Kurt -Tabii. O öyle bir ruh hali ki, huzursuz olmamak mümkün değil. Bir gazeteye el konuyor, yönetim değişiyor, herkes kendini düşünüyor, gidicez mi, kalıcaz mı diye. O arada gazete yapmayha çalışıyorsunuz. Sonra Küçükkaya gitti…



MT – TMSF geliyor, en azından maaşlarımızı alırız diye sevinenler oldu mu?



Banu Kurt -Öyle espriler yapıldı da. Maaş çok ön planda değildi. Herkes düzenini ona gore kurmuştu. Ay içinde alınıyordu ama ara 40 gün, 45 gün 50 gün olabiliyordu. Elbette çok önemli, çok küçük maaşlar alan, onlarla geçinen arkadaşlarımız var ama bir şekilde herkes sistemini yürütüyordu. Zaten sevinen olmaz. O kadar emek veriyorsunuz, her şey bir anda yerle bir oluyor. Sonra yeni yöneticiler geldi.



MT- Tanışma faslı nasıl oldu yeni yöneticiler geldiğinde?



Banu Kurt -İsmail Bey gitti…



MT- İsmail Bey veda ederek mi gitti?



Banu Kurt -Yok hayır. Nasılsa görüşeceğiz diye… Biz 1’I okuyorduk mesela hiç görmedik gittiğini. Odaya girip çıkıyordu, bakıyordu nasıl oldu diye ama bir vedalaşması olmadı.



MT- Sonra gördünüz mü İsmail Küçükkaya’yı?



Banu Kurt -Hayır ama telefonda konuştuk.



MT-Ekip oluşturma gibi bir düşüncesi var mı?



Banu Kurt -Bilmiyorum.  Herkes o kadar yorgun ve yıpranmış ki, herkes “şu yazı bir atlatayım” diyor.



MT- Peki, Küçükkaya gittikten sonra…



Banu Kurt -Küçükkaya gitti, biz gazeteyi bildiğimiz gibi yaptık yine. Ertesi gün toplantıya Cengiz Özdemir geldi. Ocaktan Bey’le Murat Bey’i tanıştırdı. Murat Bey zaten masaya oturdu ve “Muhatabınız benim arkadaşlar” dedi. Gazeteyi onun yapacağı anlaşıldı. İlk konuşma yapıldı. “Kimlerle devam edeceğime ben karar vereceğim” dedi, biz de “Biz de bakacağız” dedik. İkinci günde ben zaten izin aldım iş yerinden ayrıldım.



MT-Siz yapamıyacağınızı mı hissettiniz?



Banu Kurt -Evet.



MT- Niye?



Banu Kurt -Onlar da zaten kafalarında bir plan programla gelmişlerdi 2 günde ortaya çıktı. Zaten Pazartesi aldım çıkışımı.



MT-Nasıl bir duyguydu?



Banu Kurt -Çok üzüleceğimi düşünmüştüm ama hafifledim. Hakikaten çok yorulmuşuz biz, çok yıpratıcı geçmiş. Mesela saat en geç 9-10’da sabah işte oluyorduk. Benim en erken çıktığım saat akşam 9-10’du. Ve öyle bir şekilde çalışıyorduk ki, insanüstü. “Bu kadar saçma sapan bir şekilde çalışılmaz” dersiniz. Gecedeki değişiklikleri de yapıp öyle çıkıyorduk. Bundan sonra belki… İlk şoku atlattıktan sonra, bir hesaplaşmaya dönüyor insan. Neydi, ne oldu, ne olacak… diye. Şuna cevap bulamıyorum: Bugünkü medyada çalışmanın ölçüsü ne? Kriter ne? Tecrübeli olmak mı? Hayır. Çok çalışmak mı? Hayır. Uyumlu olmak? Hayır. Ne bugünkü medyada çalışmanın koşulu? Sistem bizi niye dışarıya attı? Bunun cevabını bulmaya çalışıyorum. Çalışmaksa, inanılmaz bir şekilde, hiç şikayet etmeden, yoğun bir şekilde çalışıyordum. Tecrübeyse, zaten o kadar yıllardan sonra hele yazıişleri nde uzun zaman geçirip öyle bir deneyim kazanıyorsunuz ki. Ben tek başıma gazete yapabilirim şimdi. O kadar eminim kendimden. Demek ki tecrübe de değil kriter. E, para hiç değil zaten parasız çalışıyorduk bir anlamda.



MT-Diğer çıkartılanlar ne diyor?



Banu Kurt -Onlarla da aynı şeyi konuşuyoruz: Sistem bizi neden dışarıya itti? Buna bir cevap bulabilirsem çok rahatlıyacağım.



MT- Nasıl bildirildi size ‘ayrılık’? Size ne söylediler?



Banu Kurt -Kırıcı bir şey söylemediler. Ben sadece, “Eğer müsade ederseniz bugün çalışmayacağım, dinlenmek istiyorum” dedim Murat Bey’e. “Tabii” dedi… “O sürenin sonunda bakarız, konuşuruz” dedik, 3-4 gün sonra zaten “Ben yapamayacağım, dönmeyeceğim” dedim. “Peki” dedi.



MT- Siz “dönmeyeceğim” demeseydiniz devam eder miydi?



Banu Kurt -Beni ne olarak konumlandıracaklardı?



MT-Sistemin dışında kalmayı siz tercih etmiş olabilr misiniz, onu merak ediyorum…



Banu Kurt -Murat Bey çok tecrübeli bir insan. Birçok gazetenin kuruluşunda çalışmış. Mutlaka kafasında bir planla geldi. Profesyonel olmak bunu gerektirir çünkü . O mutlaka kafasında bir planla geldi. Biz sadece onun işini kolaylaştırdık.



MT – Bir boşluk duygusu var mı şimdi?



Banu Kurt -Bir boşluk duygusu yok da… Akşam böyle 6 ile 11 arası geçmiyor. Bizim en yoğun olduğumuz saatlerdi. Ne kadar uzun bir zamanmış 6-11 arası…



MT- Kırgınlık ya da kızgınlık var mı?



Banu Kurt -Kızgınlık değil de benim patronuma şahsi kırgınlığım var. Onun çok mu umurunda sanki… değil de, bütün bunlara göz yummamalıydı. Nereye gittiği çok belliydi çünkü. Medya şimdi bir yere gidiyor. Ölçüsüz, kritersiz bir yere doğru gidiyor. Şimdi yeni yeni yerleşmeye başlayan “şartlar” var. O şartlara uyarsanız her yerde çalışabilirsiniz. Herhelde bundan sonraki dönem de öyle olacak. Sadece Akşam’la ilgili değil bu. O toplumdaki yüzde 50 yüzde 50 kutuplaşma medyaya yansımıştı ama şimdi onun patlaması oluyor. Medya ikiye bölünüyor.



Röportaj: Çevrim Çeviren / twitter: @cevrimceviren




Son halini gören herkes aynı yorumu yaptı Narin Güran cinayeti davasında yeni gelişme! Okan Buruk'un özel isteği Michail Antonio Narin Güran cinayetinde 3 kişi daha evdeymiş Restorandaki yangından acı haber geldi Dikkat! Meteorolojiden kritik uyarı geldi