70 yaşında bile sadece özgürlük istedi. Bu dünyadan ve Türk sinemasından Tuncel Kurtiz geçti: İnsanların özgür olmalarını istiyorum
Özellikle genç kuşaklar onu Ezel dizisindeki Ramiz Dayı rolüyle tanıdı. Oysa Tuncel Kurtiz, Ramiz Dayı'dan çok daha fazlasıydı. Sadece oyuncu olarak değil, insan olarak da. İşte Kurtiz'in hikayesi...
Sarp yolların arasında, tutam tutam dikenlerin içinde, her taraf toz dumanken bile dimdik duran kayalar vardır. Fırtınalar esse, depremler olsa, insanoğlu vura vura kırmaya çalışsa dahi o kayalara bir şey olmaz. Onlar oldukları yerde ve olanca heybetleriyle durmaya devam ederler. İşte kaya gibiydi Tuncel Kurtiz. Eğilmeden yaşadı, eğilmeden veda etti, '10 yıl daha yaşamak istiyorum' dediği hayata.
1936'da İzmit'te vali bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Soyu paşalara uzanıyordu. Tam da bu noktada durup düşünüyor insan, 'böyle bir ailede doğmuşsa daha rahat bir hayat sürdüremez miydi?'
Öğrenme merakı olmasaydı muhakkak sürdürürdü. Ama henüz 14 yaşında Dostoyevski, Emil Zola, Orhan Kemal, okuyor, kendini Sait Faik gibi hissediyordu. Lisedeyken en büyük tutkusu, sinema ve operaya gitmekti. Fakat gün geldi okumak, izlemek yetmedi. Tiyatroyla tanıştı. Bu tutkusu yüzünden bıraktı, hukuk fakültesini, filoloji, felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerini. Bu yüzden terk etti baba evini, annesinin ağlayarak baktığı yüzünü kazıyarak kalbine.
Evden çıkmasıyla başladı bir deli fişekle arkadaşlığı. İki cesur yürek, iki gencecik beden, dünyaya meydan okuyan iki delikanlı. Tuncel Kurtiz ile Yılmaz Güney... Güney'in Bebek semtindeki bodrum katında yaşamaya başladılar. Bir daktilo vardı evlerinde, bir de masa. Geceler boyu konuştular, geceler boyu hikâyeler yazdılar. O kadar çoktu ki söyleyecek sözleri hiç bitiremediler...
Yıllar sonra şöyle anlatmıştı o günleri Tuncel Kurtiz, 'İki komünisttik. Ülkemizi çok seviyorduk, içimizde başka bir inanç vardı. Komünisttik ama komünizmin ne olduğunu ne kadar biliyorduk... Ama şunu biliyorduk, bir haksızlık vardı.'
Bir haksızlığın karşısında ise bu iki genç delikanlının sadece hikâyeleri vardı. Umut'la çıktılar yola. Öyle ki bu film çekilirken askerdeydi Kurtiz. Ama Yılmaz Güney, 'sen oynayacaksın ihtiyar bu filmde rapor al' dediğinde raporunu aldı, sete koştu.
Onlar devrimciydi. Filmleri de devrimciydi. Kurtiz, devrimci sinemayı şöyle anlatmıştı:
"Bizim devrimci sinemamız bu olacak. Bu topraklardan çıkacak. Bu toprağın tarihinden çıkacak, sosyolojisinden, felsefesinden çıkacak. Başka çaremiz yok. Karacaoğlan'ı da olacak içinde, Ağrı Dağı'nın çiçekleri de olacak. Bu arada Nazım Hikmet de, İlhan Berk de olacak, şairlerimiz de olacak içinde, Fuzuli de olacak. Çünkü bir büyük yelpazenin içinden geliyoruz. Çok büyük kültürel temellerimiz var, ta Anadolu'nun temelinde on bin yıllık bir kültür var. Bunun içinden gelen Türkmenler, Yörükler ve diğerleri bu kültürle birleştiler. Bir tarafta Şah İsmail, bir tarafta Azerbaycan var, bir tarafta Gök Türkler var, Dede Korkutlar var, bir taraftan Osmanlı'nın Fuzuli'si Nedim'i var, Itri'si var Levni'si var. Yani öylesine geniş bir coğrafyadan geliyoruz ki, bunları yakalayabilmek lazım."
Güney'in yurt dışı çıkış yasağı vardı. O yüzden filmi Cannes Film Festivali'nde temsil etmeye Tuncel Kurtiz gitti. Geri dönemedi. Tüm arkadaşları tutuklanmaya başlamıştı. Ya kendi ülkesinde tutuklu kalacaktı ya başka ülkelerde sürgün olacaktı. Sürgün olmayı seçti. İsveç Kraliyet ve Devlet Tiyatrosu, Göteborg Şehir Tiyatrosu oyunculuğunu, Tunç Okan'la Otobüs'ün, Berlin Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran Kuzunun Gülümseyişi'ni ve Yılmaz Güney'le çektiği Sürü'yü bu sürgünlük yıllarına sığdırdı. Almanya'da Almanca, İsveç'te İsveççe, Amerika'da İngilizce oynadı. 1978'de Türkiye'ye döndü. 1980'de ise tekrar İsveç'e gitti. Dönmeyecekti artık, kararlıydı. Ta ki Türkiye'den, can dostu Yılmaz Güney'den haber alana kadar...
'Duvar'da ya Kurtiz oynayacak ya Kurtiz oynayacaktır. 'Gerekirse gazeteye ilan verin' diyordu Güney dostlarına. Gerek kalmadı, Kurtiz haberi duyar duymaz döndü ülkesine.
Duvar'dan bir yıl sonra, en iyi arkadaşını, gençliğini, hikâyelerinin kahramanı Yılmaz Güney'i kaybetti. Güney sık sık Kurtiz'in rüyalarına girdi. Tarifsiz bir acıydı bu ve Kurtiz bu acıyı bir belgeselde şöyle anlatacaktı: 'Rüyama girdi, öldün dedim. Ölmedim dedi. Hakikaten de ölmedi. Rüyalarımda hep arkadaşlığımız devam etti.'
Başka bir dünya arzulamışlardı. Başka bir dünya için tonla yük taşımışlardı sırtında. Belki bu yüzden Kurtiz, sonraları pek insan arasına karışmadı. Tiyatro yapmaya, film çekmeye devam etti. Tüm bunları yaparken içindeki o genç komünisti ise hiç öldürmedi. Maden işçilerinin, TEKEL işçilerinin, emeğin ve ezilenlerin yanında kalmaya devam etti. Bir röportajında hala komünist misiniz soruna şöyle yanıt verdi:
Başka bir yol var mı yani? Başka bir düşünce, başka bir hissiyat, başka bir felsefe var mı? Dünyayı bir bahçe haline getirebilecek, insanoğlunun insanca yaşamasını, köleliğin kalkmasını, ırkçılığın kalmamasını öneren bir yol var mı? Bir hayal dünyasında yaşıyorum belki ama ona inanıyorum. Bir gün gerçekleşecek.
Onat Kutlar, Kurtiz için, 'Türkiye farkına varamadı Tuncel Kurtiz'in. Kırıldı tabi, umarım ölmeden önce değerini anlarız' demişti. 2000'lerde anlaşıldı Kurtiz'in değeri. Umut’ta hamal Hasan, Duvar’da iyi gardiyan Ali emmi, Sürü’de Vesikanlar’ın lideri Hamo ağa olan Kurtiz artık Ezel'in Ramiz dayısıydı.
Kurtiz ise kaçtı büyükşehirden. Kalabalıklardan, arabalardan, korna seslerinden. Son aşkı Menend Kurtiz'le Kaz Dağları'na yerleşti. Ama hiçbir zaman vazgeçmedi, haklının yanında olmaktan. Grup Yorum konserinde şiir okumaya çağrıldığında kalbi tekliyordu, doktoru 'gitme' dedi. Doktora verdiği yanıt 'bizim çocukları yalnız bırakmaz olmaz' oldu.
Gençliğinde bir bürokratın çocuğu olarak kuş tüyü yastıklarda uyumayı reddeden bu deli fişek, ihtiyarlığında da spot ışıklarının altında oturmadı. Gezi Parkı direnişinde çektiği videoda, 'çok güzelsiniz' diye seslendi gençlere, Çarşı grubu hakkında dava açıldığında,
"Biz dünyayı değiştirmek için yola çıktık, olmadı dünyayı değiştiremedik.
Dünyayı değiştiremedik ama dünya da bizi değiştiremedi.
Hayallerim var, ütopik dedikleri düşüncelerim var.
İnsanlığın daha adil, güzel bir dünyada yaşamaya hakkı olduğuna inanıyorum.
Bütün insanların kardeş olduğuna inanıyor, ırkları küçümsüyorum.
Ben muhalifim, onun için Beşiktaş’ın çarşı grubundan yanayım,
Çarşı, her şeye karşı" diyerek yanlarında durdu.
Ölümünden sadece 5 ay önce verdiği bir röportajda, 'Menend bana çok iyi bakıyor, 10 yıl daha çok yaşamak istiyorum' demiş. Vefatından bir gün önce ise Neşet Ertaş türküsü söylemişti.
Can dostu Güney gibi bir eylül gününde veda etti yaşama. Arkasında şu vasiyeti bırakarak, 'İnsanların özgür olmasını istiyorum. İnsanların söz söylemelerini, rahatça söylemelerini istiyorum.'
Gideli 10 sene oldu. Bu 10 senede onun istediği kadar söz söyleme hürriyeti gelmedi ülkeye. Ama söz olsun, o gün, özgürlüğün geldiği gün ölmek yasak olsun.