Ne zaman sizi okusam cıvıl cıvıl kuş sesleri duyuyorum. Neden bu kadar uzaklardan çığlıklar atıyorsunuz?
Oooo, kuş sesleri ta buradan oraya geliyorsa, ölsem de gam yemem Sayım! Sen bunu söyleyince sevinçten yine çığlık atasım geldi. Kafiye takıntımdan mı acaba? Çığlık atasım var; çünkü çığlık atılası hızda bir hayatım var. Ve memleketimize sen de uzaktan baksan, bence senin de sık sık çığlık atasın gelir. Biz gürültülü ülkenin gürültücü çocuklarıyız. Sessizliktense çığlık atılsın, fena mı? Giderek daha az konuşan, daha korkak, daha suskun insanlar olmak mı, sesinden utanmadan çığlık atan olmak mı? (Hmmm bu olmadı; soruları sen soruyorsun, ben cevaplıyorum ama birden ağzımdan soru kaçtı? J)
Aşk hastalarını köşenize sık sık konuk ediyorsunuz…
Sık sık dediğin Şubat’ın Sevgililer Günü’nü barındırmasından dolayı sanırım. Ama zaten aşk hastası olmayan yoktur ki! Olmadığını söyleyen de eksikliğinden hastadır. Aşkı sık sık konu ediyorumdur; çünkü aşk önemli. Etrafımda konusu, gündemi, derdi, tasası aşk olmayan yok ki! İş aşkı, çocuk aşkı, sevgili aşkı, hayat aşkı... Yaşlısı genci aşk peşinde. Evlisi de bekarı da. Hatta baksana artık tek aşk yetmiyor kimseye.
Bu arada Cardigans grubunun Sick and Tired adlı parçasını dinlediniz mi?
Dinledim. J Ama sen bunu söyleyince aklıma arkadaşımın oğlunun aşka dair yorumu geldi; Sinan 9 yaşında ve aşk için SICK AND WRONG demiştiJ. Bak çocuktan al haberi!
Aşk hastası olamayan erkek yazarlara ne söylemek istersiniz?
Aşk hastası olmayan erkek yazar da mı var? “Aşk hastası değilim!” demek daha havalıysa, öyle görünmeye çalışan vardır belki. Bana mı denk gelmedi? Ben mi bilemedim. Aşk hastası olmayan erkek yazar varsa, acilen hastalanmasını dilerim. Amin.
Ayşe Arman’la yakın arkadaşlığınız olduğunu biliyorum. Ayşe Arman sizce nasıl bir gazeteci?
Ayşe bir tanedir. Çok iyi gazetecidir. Ben hayatımda işini bu kadar seven, önemseyen, en ince detayına kadar sahiplenen bir insan görmedim. Her bir röportajını çocuğu gibi benimsiyor Ayşe. Paylaşıma açık. Aman bunu anlattım, rolümü çalar filan gibi basit şeylere takılan bir kadın değil. Akıllı ve çok çalışkan. Üstelik sürekli ve düzenli spor yapıyor. Ne alaka deme, spor yapan insan iyidir. Bu zor ve çukuru bol yolda gördüğüm en güçlü kadındır. Ayşe bir insana destek olmaktan gocunmadığı gibi, elinden geleni yapmayı ardına koymayacak kadar da büyük kadındır. İnsanlar çelme takmak, seni yok saymayı isterken o yüzüne gerçekleri söylediği gibi, sorununa çözüm de önerir, neyi nasıl yapabileceğine, geliştireceğine dair yardım edip yol da gösterir. Bilgisini paylaşır bilgisini. Okul gibidir. Ayşe’yi çok seviyorum, takdir ediyorum.
İnsanlar Ayşe Arman’ın neyine inanıyorlar?
Samimiyetine. Cesaretine. Ayşe gerçek. İlham veriyor insanlara. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Ve tam da bam tellerimize değen şeylere cevap arayan bir kadın. Nereden bulur da o insanları, sorar o soruları Allah’ ım! Babanla mı derdin var? Babanla olan derdini analiz eden, kafandaki soruya cevap veren adam Ayşe’nin köşesinde var. İnsana cesaret veriyor. Ayşe kadınların kendilerinden utanmadan yaşamalarına yardımcı oldu. Bu nasıl bir toplumsal ilaç bilmem farkında mı bazılarımız.
Sizin gazetecilik serüveniniz nasıl başladı?
Sayım ben gazeteci değilim. Kendime gazeteci demem, gazetecilere karşı haksızlık ve ayıp. Ben gazetede köşe yazarlığı yapıyorum. İçimizden birilerinin dile getirmek isteyip de getiremediklerini yazıyorum. Ben aslında kısa hikaye delisiyim. Bir dolu kısa hikaye yazıyorum. Babamı kaybedince bir kısa hikaye yazmıştım. O hikayem minicik bir ödül aldı zamanında. Sonra kısa yazılar başladı. Derken anneyiz.biz'de yazdım bir süre. Oradan hurriyet.com.tr'ye geçtim. Esas olay hurriyet.com.tr’dir. Çünkü Fatih Çekirge, bana yürü değil koş diyen isimdir. Ardından Kelebek şimdi de Elele eklendi. Şu kitabım da bir bitse!
Ertuğrul Özkök’ün ikinci kızı olmak sizde ne gibi değişimlere yol açtı?
Ertuğrul genel yayın yönetmenliğini bıraktığında Kelebek’teki köşemde bir yazı yazdım. Hepsini ince detay anlattım. Anlatmalara doyamadım. Dünyanın en farklı ve en ilginç iki babası ile büyüdüm ben. Şanslıyım diyorum. İki çok farklı yapının ürünü oldum galiba J. Tarhana oldum! Olmuşum yani. İnsan büyüdükçe anlıyor. Çocuklarını yetiştirirken fark ediyor. Kafamdaki kalıplar yerinden oynadı. Hayata gülümsüyorum. Hayata daha hoşgörülü bakabiliyorum. Eleştiri kaldırabiliyorum. Önyargıların kötülüğünü gördüm. Başkasının sözüyle değil, kendi kafamla hareket etmeyi öğrendim. Bana kendime güvenmeyi öğretti Ertuğrul. Kavgacı değil, tartışmacı bir insan oldum sayesinde. Bu çok önemli. Bir de bir türlü söylemeye fırsat bulamadığım bir şey var: Ben o evde sonsuz bir hayvan sevgisi gördüm ve öğrendim. Çocuklarıma öğretiyorum şimdi. Bir insana merhameti, empatiyi anlatarak öğretemezsin. Öğrettiğini sanırsın da eksik kalır. Bir insana hayat dersi vermek istiyorsan ona hayvan sevgisi vereceksin.
Ertuğrul Özkök o yazıyı yazdıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Sayım hangisi? Üç tane var. Birinde ismim geçmez gerçi. Onur duydum. Büyük sorumluluk hissettim. Ertuğrul bir insanı asla şımartmaz. Şımartmak için de yapmaz. Ama şunu da iyi öğretti bana; insanın asla övgülerden şımarmaması, yergilerden de kendini paralamaması lazım. Yoksa insan ne oldum delisi olur veya kendini bitirir. Ha bir de sayesinde tüm Türkiye memelerimin küçük olduğunu öğrendi. J
Sizin yazdığınız yazıların okuru kimler?
Müthiş bir okur kitlem var. Her yaştan. Yurt içinden ve yurt dışından, çalışan ve inanılmaz iyi okuyan ve çok dikkatli bir okur kitlem var; beni zorlayan ve de çok şey öğreten. Her satırı tartışabilen bir okur. Bayılıyorum. Resmen terletiyorlar beni. Müthişler! Körü körüne her dediğime hayran bir okur kitlem olacağına yerden yere vursunlar beni. Düşünmeye zorlasınlar. Hatalarımdan öğreneyim. Bu kadar zorlayıcı okurun bir yazıya beğenisini dile getirmesi de, inan bana hazların en akla zarar vereni.
%80’i arka sokaklar olan ülkemize nasıl bir bakışınız var?
Ben bu ülkeye ve halkımıza çok güveniyorum. %80 arka sokaklar dediğin ülkede inanılmaz dinamik bir gençlik var. Geçenlerde Galatasaray Üniversitesi hocalarından avukat bir arkadaşımızla aynı şeyi konuştuk; soru soran, düşünen, bizden farklı olduğu kesin ve de iyi olan bir gençlik geliyor. Bizim için bu değişimi kabullenmek zor oluyor, bocalıyoruz. İnanılmaz titiz, eğitim delisi ana babalar çocuk yetiştiriyor bu ülkede. Millet bunca kısıtlı imkana rağmen iyi çocuk yetiştirecek diye kendini perişan ediyor. Anne babalar çocuklarına yatırım yapıyor. Çaba varsa -ki var- iyi olacak demektir. Ayrıca o arka sokak dediğin yerden de insanlar okuyor ve çıkıp ana caddede yürüyor. Birine bile elimiz, yazdığımız tek kelime değse, tamamdır. Kazançtır. Arka sokak diyerek kesip atmak yanlış.
Dubai’de ciddi bir ekonomik daralma yaşandı. Orada insanlar ciddi bir panik yaşadı mı? Neler oldu?
Yaşandı ama bu yeni değil. Küresel kriz her yeri etkilerken, dünyanın en dikkat çekici küresel köyünü etkilememesi haber olurdu esas. Dubai’de yüzü aşkın milletten insan tüm dünya ile iç içe iş yapıyor. Çok insan arabasını havaalanında terk edip eşyalarını bile alamadan ülkesine dönmek zorunda kaldı. Tanıdığımız mükemmel mühendislerin projeler için getirtilip de projelerinin iptal edilmesi, ertelenmesi nedeniyle bir anda kendilerini işsiz bulmalarına kahrolduk. İnsanın kendi memleketinde işinden olmasıyla, yurtdışında işsiz kalması bambaşka. Büyük travma. Dubai eskiden haddinden fazla cazipti, bence şimdi ayakları yere basar gibi oldu. Bir şehir Dubai kadar spotlar altında dolaşırsa, yaşadığı ufacık sorun da o kadar büyük olay olur. Kriz kriz dedikleri de ne Türkiye’dekine benziyor, ne de başka yerdekine. En zor zamanlarında, yine oteller dolu, yine alışveriş merkezleri dolu. Uçaklarda yer yok. Altyapı yatırımları aynı hızla devam ediyor. Şehir asla hayalet şehir filan olmadı. Dubai, büyük bir coğrafyanın ticaret, turizm, eğlence, kültür-sanat, ulaşım, alışveriş merkezi olmaya devam edecek. Bloomingdales, basının Dubai’de kriz çığlıkları attığı hafta açıldı. Mart ayında Sting, Spandau Ballet, Rod Stewart ve hatta Fazıl Say geliyor. Biletler yok satıyor. Bilmem anlatabildim mi?
Sözcükleri daha çok yaşayan ve de konuşur gibi yazan yazarların azlığını neye bağlıyorsunuz?
Yeniliğe karşı ürkekliğe, tutuculuğa ve Türkçe’yi yeterince esnek ve zengin bir dil olarak görememeye bağlıyorum. “Türkçemizi güzel kullanalım, sahip çıkalım” sloganı altında Türkçe’yi kısır bırakmaya kıyamıyorum. İmla hatası düzeltmek başka, dilin kullanımını kısıtlamak başka. Bence Türkçe’yi kasmamak, serbest bırakmak lazım. Uzamasına, genişlemesine, akmasına, uçmasına izin vermek lazım. Öyle de müsait ki. Dilin genç hali, yaşlı hali, ciddi hali, argo hali, erotik hali, çılgın hali olsun. Ne güzel! Hem bu dil “kafatası”, “bilgisayar” gibi kelimeleri türetmiş ve kabullenmiş ya! Daha ne?
İnsanlar dillerini kullanmakta özgür kaldıkları sürece gelişir o dil. Gerilemez. Biz insanları dilden soğutuyoruz bu katı tutumla. O yüzden ben uydurma kelimelerle eğleniyorum. Kızanlara da üşenmeden anlatıyorum. İnsanın kendi diliyle dans edebilmesi müthiş. Türkçe, söylenen ve düşünülenin tam aksine çok kıvrak ve yaratıcılığa müsait bir dil.
Gazete yazılarında kendini Kafka sanan yazarlar da var ama kim olduklarını biliyoruz. Biraz kendilerini komik duruma düşürmüyorlar mı?
Sayım kim onlar? Neden şifreli bu soru? Ben neden bilmiyorum onları? Anlamadım inan.
Ama niye komik duruma düşsünler ki? İnsan kendini birine benzetmeye çalışırken belki ortaya bambaşka bir şey çıkar. O da ilginç olur. Her taklidin de kendine has bir yanı vardır illa. İlla kendini ele verir. Hem bazen hepimiz komik duruma düşüyoruz. Ne var ki bunda? Baktım ben beğenmedim, başkasına geçerim. Okumama hakkımı kullanırım, eleştirme hakkımı kullanırım.
Hürriyet’in web sitesinde köşe yazarları çok ciddi bir şekilde okunuyor. Eğer bir internet sitesinde yazar olmak zorunda kalsanız, nerede yazarsınız?
Hurriyet.com.tr’den başka bir yerde yazar olmak istemiyorum Sayım, ağzından yel alsın! Hurriyet.com.tr, yazarını sonuna kadar destekleyen, sahip çıkan, özgür bırakan, yaratıcılığın ve hayallerin hepsine anında yer açan bir internet sitesi. Böyle okur kitlesi olan bir internet sitesi daha var mıdır bilmiyorum, sanmıyorum. Bir gün radyo programlı yazı yazmak istiyorum dedim. Adını Radyo Ben yazısı koydum. Aradım Fatih Çekirge’yi, “Bundan böyle köşemden Radyo Ben’den canlı yayındayım. Uygun mu?” dedim,
“Hiç durma hemen yap Yonca!” dedi. Erhan Acar teknik olarak olayı anında halletti. Oğuz Güven dakikasına ana sayfadan “İnternetin ilk radyo yayınlı köşe yazısı!” diyerek yayına verdi. Düşünebiliyor musun? Bundan daha müthiş bir ekip olabilir mi? Ufacık sorun olur, Aslı Yurtseven jet hızıyla el atar. Serkan Pulluk her gece kahrımı çeker. Yok yazının sesi, yok şarkısı, yok virgülü, yok fotoğrafı... Herkes destek. Koşuyorum biliyorsun ve kameraya çekiyorum, bizim WEBTV’de yayınlıyoruz. Ona da imkan ve destek verdiler. 3 sene dolacak hurriyet.com.tr yazarıyım, bir kere sorun yaşamadım. 3 aydır Okur-Yazar köşesi yapıyorum, her ay bir okur benim köşeme konuyor. Hayalini kur, yap, anında yayında.
Kelebek, Günaydın, Cadde gibi gazete ekleri günümüz Türkiye’sine ne kadar yanıt verebiliyorlar? Sizce magazin eklerinin günümüz hayatına ne gibi yararları var?
Yararları bu işin başında olan adamların vizyonu kadar geniş ve sonsuz. Bakınız Selim Akçin, Cengiz Semercioğlu ve ekibi. Bence vizyonu çok geniş bir ekip Kelebek ekibi. Magazini hem güzel, hem faydalı, hem de akıllıca kullanıyorlar. Magazini insanlar basite indirgemek isterken, onlar yukarı çekti. Kelebek’te okuduğun her köşeden bir şey öğrenmediğini söyleyebilir misin bana? Asla! Sokağı, medyayı, felsefeyi, kitapları, dedikoduyu, modayı, trendleri, teknolojiyi, hayvan sevgisini, çevre bilincini, sinemayı, eğlenmeyi, yemek pişirmenin püf noktalarını, diyetleri, sağlıklı olmayı, sporu. İnsanın merak ettiği ne varsa, var. Ve her gün var! Kelebek hap gibi. Lafı uzatmadan, kısa kısa; tak tak tak. Okumaktan nefret eden adama bile Kelebek’i okutup bir dolu şey öğretirsin. Bu da bence büyük başarıdır. Bayılıyorum Kelebek’te yazmaya, olmaya, okumaya! En büyük hayallerimden biriydi Kelebek’te yazmak. Daha ne diyeyim ki?
Kelebekte yazan yazarlar arasındaki rekabeti nasıl buluyorsunuz?
Rekabet mi var? Kelebek yazarları, benim gördüğüm kadarıyla, işlerini çok severek ve de isteyerek yapan insanlar. Herkes kendi alanında bir numara. Herkes yeterince özgün ve işini en iyi şekilde yapmaya çalıştığından başkasıyla derdi yok, en başta kendisiyle yarışıyor. Bir de çılgınca çalışkanlar. Yazı İşleri Koordinatörümüz Nigar Akan Aktay mesela, sanırım 7 gün 24 saat orada yaşıyor J. Yazarlar arasında medeni bir ilişki var. Özveri ve heyecan var. Üstelik herkes birbirini güzelce eleştirdiği gibi, takdir etmesini de biliyor. Hani rekabet dediğin buysa, yıkıcı değil, yapıcı. İnsanı diri tutar. Keşke böyle rekabet her yerde olsa.
Kelebekteki köşe arkadaşlarınız için neler söyleyebilirsiniz?
Müdavim okurlarıyım!
Son olarak, aşk konusunda yazılmış kitapları bol bol okuduğunuzu tahmin ediyorum...
Yooo, aslında her daldan okuyorum.
Aşk kitapları size daha çok hangi kitapları hatırlatıyor?
Sylvia Plath! Ve en son Perihan Mağden yıktı geçirdi beni. İçim acıdı, hala aklım o unutuverdiğimiz çocuklarda...
SAYIM ÇINAR