TÜRK BASINININ VAZGEÇEMEDİĞİ ALIŞKANLIK

Geçen hafta kaleme aldığı yazı nedeniyle hem partisinin, hem de bazı köşe yazarlarının hedefi haline gelen Vatan yazarı Zülfü Livaneli, Türk basınının vazgeçemediği alışkanlığı yazdı.

Google Haberlere Abone ol
TÜRK BASINININ VAZGEÇEMEDİĞİ ALIŞKANLIK

LİVANELİ'NİN BUGÜN VATAN'DA YAYINLANAN YAZISI:

Söz ola, kestire başı!

Yunus Emre bunu söylerken haklıydı. Dünyanın bütün yazar ve şairleri "söz"ün önemini iyi bilir.

Seçtiğiniz kelimeler ve ifade biçimi, düşünceniz kadar önemlidir. Eskiler bunun için "Üslubu beyan ayniyle insandır" derler.

Kısacası üslubu insanın kendisidir.

Ne var ki Türkiye'de insanın kendi üslubunu ve kelimelerini koruması çok zordur.

Özellikle basın devreye girince bu iş kontrolden çıkar. Çünkü basında "kan görme" merakı vardır. Yani herhangi bir kişiyle yapılan konuşma didiklenecek, içinden bazı kavramlar seçilerek yeniden biçimlendirilecek ve okurların görür görmez ilgisini çekecek, skandal tadı verecek başlıklara dönüştürülecektir.

Bu iş, Türk basınının vazgeçemediği alışkanlıklardan biridir.

Bir örnek vereyim: Diyelim ki tanınmış birisi sizin için ağır sözler söylemiş. Bir gazete muhabiri de sizin cevabınızı soruyor. Gülümseyerek "Çok üzüldüm" diyorsunuz, "Bence söyledikleri pek edep kuralları içinde değil."

Eğer bunu söylerseniz ertesi gün gazetede sizin ağzınızdan kocaman bir başlık görebilirsiniz: "Edepsiz adam dedi."

Belki edepsiz kelimesiyle, edep kuralları içinde olmamak aynı anlama gelir ama aralarında muazzam bir üslup farkı vardır. Düşünce tartışmalarında ise kullanılan her kelime sonsuz önem taşır.

Benim ağzım bu konularda epey yanmıştır. Yıllar önce bir dergi muhabiri, Gorbaçov'la görüşmemiz üzerine bir soru sormuş ve "Sizin için Kremlin'e kadar gitti, Gorbaçovla votka içti ama Sovyetler Birliği'ndeki insan haklan ihlallerini dile getirmedi deniliyor" demişti. (Zaten bütün tuzaklar böyle sorularla başlar.)

Ben de "Nasıl dile getirmem! Hürriyet'teki tefrikada okumadınız mı? Saygılı bir dille düşünce suçlularının durumunu da sordum" diye başlayıp, bir insanla dertleşir gibi durumu anlatmıştım.

Dergideki söyleşi şu saçma sapan manşetle çıktı: "Livaneli: Gorbaçov'a söyledim, Sakharov'u serbest bıraktırdım."


Nedense bu merak çoktur bizim basında. Geçen hafta Türkiye'nin güncel sorunları üzerine yeni bir yaklaşım denemek istedim, söylediklerim slogan ve sansasyon merakına kurban gitti. Düşüncelerim benimkiler olmaktan çıkü. Sokaklarda kaybolmuş bir çocuk gibi herkes orasından burasından çekiştirmeye başladı. Oysa ben söylediklerimin hiçbirisinden caymadım, görüşlerimi değiştirmedim. Ama anlamak istemediler.

Sonuçta ne oldu biliyor musunuz:

Birbirine taban tabana zıt görüşler taşıyan gazetelerde, bazı yazarlar aleyhime ağır yazılar yazdılar.

Buna kızmıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum:

Bu yazarlar ayrı dünya görüşüne sahiptir. Genelde birinin ak dediğine öteki kara der ama yeni açılımlar denemek isteyen birisinin karşısında tutumları aynı. Ortak saldın cephesinde buluşuyorlar.

Ben de şöyle düşünüyorum:

İki tarafa da yaranamayan düşüncelerin haklı olması ihtimali çok artıyor.

Yoksa niye hem sol-laik yazarlar hem de sağ ve din eğilimli yazarlar saldırsın ki?.

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin