LİVANELİ'NİN BUGÜN VATAN'DA YAYINLANAN YAZISI:
Söz ola, kestire başı!
Yunus Emre bunu söylerken haklıydı. Dünyanın bütün yazar ve
şairleri "söz"ün önemini iyi bilir.
Seçtiğiniz kelimeler ve ifade biçimi, düşünceniz kadar önemlidir.
Eskiler bunun için "Üslubu beyan ayniyle insandır" derler.
Kısacası üslubu insanın kendisidir.
Ne var ki Türkiye'de insanın kendi üslubunu ve kelimelerini
koruması çok zordur.
Özellikle basın devreye girince bu iş kontrolden çıkar. Çünkü
basında "kan görme" merakı vardır. Yani herhangi bir kişiyle
yapılan konuşma didiklenecek, içinden bazı kavramlar seçilerek
yeniden biçimlendirilecek ve okurların görür görmez ilgisini
çekecek, skandal tadı verecek başlıklara dönüştürülecektir.
Bu iş, Türk basınının vazgeçemediği alışkanlıklardan biridir.
Bir örnek vereyim: Diyelim ki tanınmış birisi sizin için ağır
sözler söylemiş. Bir gazete muhabiri de sizin cevabınızı soruyor.
Gülümseyerek "Çok üzüldüm" diyorsunuz, "Bence söyledikleri pek edep
kuralları içinde değil."
Eğer bunu söylerseniz ertesi gün gazetede sizin ağzınızdan kocaman
bir başlık görebilirsiniz: "Edepsiz adam dedi."
Belki edepsiz kelimesiyle, edep kuralları içinde olmamak aynı
anlama gelir ama aralarında muazzam bir üslup farkı vardır. Düşünce
tartışmalarında ise kullanılan her kelime sonsuz önem taşır.
Benim ağzım bu konularda epey yanmıştır. Yıllar önce bir dergi
muhabiri, Gorbaçov'la görüşmemiz üzerine bir soru sormuş ve "Sizin
için Kremlin'e kadar gitti, Gorbaçovla votka içti ama Sovyetler
Birliği'ndeki insan haklan ihlallerini dile getirmedi deniliyor"
demişti. (Zaten bütün tuzaklar böyle sorularla başlar.)
Ben de "Nasıl dile getirmem! Hürriyet'teki tefrikada okumadınız mı?
Saygılı bir dille düşünce suçlularının durumunu da sordum" diye
başlayıp, bir insanla dertleşir gibi durumu anlatmıştım.
Dergideki söyleşi şu saçma sapan manşetle çıktı: "Livaneli:
Gorbaçov'a söyledim, Sakharov'u serbest bıraktırdım."
Nedense bu merak çoktur bizim basında. Geçen hafta Türkiye'nin
güncel sorunları üzerine yeni bir yaklaşım denemek istedim,
söylediklerim slogan ve sansasyon merakına kurban gitti.
Düşüncelerim benimkiler olmaktan çıkü. Sokaklarda kaybolmuş bir
çocuk gibi herkes orasından burasından çekiştirmeye başladı. Oysa
ben söylediklerimin hiçbirisinden caymadım, görüşlerimi
değiştirmedim. Ama anlamak istemediler.
Sonuçta ne oldu biliyor musunuz:
Birbirine taban tabana zıt görüşler taşıyan gazetelerde, bazı
yazarlar aleyhime ağır yazılar yazdılar.
Buna kızmıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum:
Bu yazarlar ayrı dünya görüşüne sahiptir. Genelde birinin ak
dediğine öteki kara der ama yeni açılımlar denemek isteyen
birisinin karşısında tutumları aynı. Ortak saldın cephesinde
buluşuyorlar.
Ben de şöyle düşünüyorum:
İki tarafa da yaranamayan düşüncelerin haklı olması ihtimali çok
artıyor.
Yoksa niye hem sol-laik yazarlar hem de sağ ve din eğilimli
yazarlar saldırsın ki?.
TÜRK BASINININ VAZGEÇEMEDİĞİ ALIŞKANLIK
Geçen hafta kaleme aldığı yazı nedeniyle hem partisinin, hem de bazı köşe yazarlarının hedefi haline gelen Vatan yazarı Zülfü Livaneli, Türk basınının vazgeçemediği alışkanlığı yazdı.
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin