TOKTAMIŞ ATEŞ CUMHURİYET'TEN AYRILIŞININ HİKAYESİNİ ANLATTI

"Mustafa Balbay'ın bilgisayar kayıtlarında; bir subayın, o zamanlar yazmakta olduğu Cumhuriyet Gazetesi'ne, Oral Çalışlar ve Aydın Engin'le birlikte; bir anlamda, uymadığımı dile getirdiğine göre, bu konuda benim de bir şeyler yazmam şart oldu."

Google Haberlere Abone ol
TOKTAMIŞ ATEŞ CUMHURİYET'TEN AYRILIŞININ HİKAYESİNİ ANLATTI

Toktamış Ateş/BUGÜN


 


İlhan Selçuk


 


Mustafa Balbay'ın bilgisayar kayıtlarında; bir subayın, o zamanlar yazmakta olduğu Cumhuriyet Gazetesi'ne, Oral Çalışlar ve Aydın Engin'le birlikte; bir anlamda, uymadığımı dile getirdiğine göre, bu konuda benim de bir şeyler yazmam şart oldu.


 


Cumhuriyet Gazetesi'nin ikinci sayfasında,

"Düşünenlerin Düşüncesi"

bölümünde,1975'ten itibaren yazıyordum. Ama, 15 günde bir; ama,ayda bir...



Uğur Mumcu, alçakça katledildikten sonraydı. Bir akşam, kadim arkadaşım Şükran Soner, evden aradı. Evdeysem, İlhan Selçuk'un arayacağını söyledi. Birkaç dakika sonra İlhan Selçuk aradı ve Cumhuriyet'e yazmamı istedi. Okumayı söktüğü ilk günden itibaren, bir Cumhuriyet okuru için; bu teklif büyük onurdu. Memnuniyetle yazacağımı söyleyerek, teşekkür ettim.


                        x                                             x                                                         x


Belki son söylemem gerekeni,öncelikle söylemek istiyorum. Benim gözümde, Sayın İlhan Selçuk; her şeye rağmen, Türk basınının en değerli kalemidir ve kendisinden, öğrenciliğimden beri çok şey öğrendim.


Saygı ve sevgimde, bir azalma olmamıştır. Hırslı ve halk saygısı olmayan "Ergenekoncularla" karıştırmamak gerekir. Kendisini ilk kez, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğrenciyken; biraçık oturuma davet için ,Cumhuriyet'e gittiğimde görmüştüm. Eski İttihat ve Terakki merkez binasındaki odasında, yaptığımız daveti kabul etmiş ve toplantıya gelmişti. Zaten o dönemde, hemen her açık oturumun, en aranılan ismiydi. Zannediyorum 1964 yılıydı.Yani, neresinden bakarsanız, 45 yıl geçmiş. Nerdeyse yarım yüzyıl demektir bu...


Cumhuriyet'ten, yazılarım karşılığında, bir telif ücreti alıyordum ama, çekirdek parası bile değildi. Fakat, işin onuru, her şeyden değerli idi. Kimilerinin, "kaptan köşkü" dedikleri üçüncü katta; gene çok sevgi ve saygı duyduğum, Sami Karaören'in odasının yanında bir odam ve elektrikli daktilom vardı. O zamanlar, Bilgi Üniversitesi de olmadığından, hemen her sabah gazeteye gider ve sabah kahvemi orada içerek; "Cumhuriyet havasını", teneffüs ederdim.


                        x                                             x                                             x         


Sayın Selçuk'a büyük saygı ve sevgi duymama karşın, her zaman çok mesafeliydik. Odasıyla aynı katta odam olmasına rağmen, pek karşılaşmazdık. Zaten onun geldiği saat; çoğu kez, benim okula döndüğüm saat olurdu.


Cumhuriyet Gazetesi'nde "kıyamet", Gazeteci ve Yazarlar Vakfı'nın verdiği, "Hoşgörü Ödülü" sonrasında; ödül alan, diğer saygın kişilerle birlikte çektirdiğimiz fotoğrafta, Sayın Fethullah Gülen'le yan yana ve el ele çıkan fotoğrafımız sonrasında koptu. Gazetedeki birtakım "hazımsız tipler"; benim Cumhuriyet'e yakışmadığım iddiasıyla, bildiriler kaleme alarak imzaya açtılar.Aslında, bu işi tezgahlayanlar, kendi isimlerini bile koymamışlardı.


Ben tavrımı değiştirmedim. O fotoğrafın, doğru ve çok onurlu bir fotoğraf  olduğuna inanıyordum ve hâlâ inanıyorum. Bu toplumda, tüm "farklı düşünceliler", birlikte yaşamak zorundayız ve bunun yollarını aramamız gerekir.


Fakat Cumhuriyet'teki, kimi "süper zekalı" ve "keskin" Atatürkçüler"; bu davranışımı, "Atatürkçülüğe İhanet" olarak gördüler ve beni, tasfiye etmeye çabaladılar. Atatürk'ün , ulusa olan saygısının farkında bile olmayan; Atatürk'ün, "aydınlanmacı" yönünü göremeyen, kimi fikir fukaraları,arkamdan kılıç sallamayı sürdürdüler. Atatürkçülüğü, "halk için halka rağmen", gören ve rakı içmeyi, Atatürkçülük sanan bu zavallılara karşı; Sayın İlhan Selçuk, hep arkamda durmuş.Bunu, tahmin ediyordum ama, sonradan öğrendim.(Rakı içmeyi, Atatürkçülük sananlardan bazıları; rakı içmeyi de bilmezler, ağızlarına yüzlerine bulaştırır, kepaze olurlardı)...


Yıllar boyunca, Sayın Selçuk'un önceden telefon ederek, değiştirmeyi önerdiği birkaç sözcük dışında; yazılarıma, kimse el sürmedi.Ondan gelen önerileri de; bir öğretmenin, öğrencisine önerisi olarak değerlendirdim ve memnuniyetle onayladım. Fakat zaman içinde, sanıyorum Sayın Selçuk üzerinde baskı da arttı.


Özellikle, İstanbul Üniversitesi'nin eski rektörlerinden, Kemal Alemdaroğlu; benim Cumhuriyet'te yazmamı, her yerde, yüksek sesle eleştiriyordu. Şimdi, Ergenekon sanığı olarak yargılanan bu zat hakkında, fazla bir şey yazmak istemiyorum. Ne olduğu, artık herkesçe biliniyor.


Aynı dönemde, eski YÖK üyesi İsa Eşme, bana bir mektup gönderdi. Aynı gün, yanıtını verdim. Fakat birkaç hafta sonra; aleyhime çok mektup yayınlanan, "okur köşesinde", aynı mektup yayınlandı. Allah'tan, (pek de kullanmadığım), e-mail'le göndermiştim. "Ben almadım" dedi ama, sanırım epey utandı.


Ve derken, bir gün; bir yazımızda bir sözcüğü değiştirmek için, genç bir arkadaş aradı. Biraz tartıştıktan sonra, ortak bir noktaya geldik. Fakat bir gün sonra, yazım yayınlanmadı. Ve elbette, bir daha yazı göndermedim. Bir gün sonra; "Hocam yeni yazınız gelmedi", diye arayan arkadaşa da  gereken yanıtı verdim.


                        x                                             x                                             x         


"Bir cümlemi değiştirirlerse,orada durmam" diye palavra atıp; sonra yalayanlardan, değilim ben. Gereken neyse, gerektiği anda yaparım.


İlhan Selçuk'a duyduğum, sevgi ve saygıya rağmen...

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin