Taner Akçam, 27 Eylül tarihli Taraf gazetesinde Miloşeviç gibi kendini sol olarak tanımlayan bir kişi ve hareketin nasıl olup da Bosnalılara soykırım yaptığı sorusunun cevabını Birgün’de buldum başlıklı, bir yazı kaleme aldı. Konu, Birgün gazetesinde, referandum sonuçları üzerine çıkan “Milliyetçi Muhafazakâr tablo yine değişmedi” başlıklı yazıydı.
Akçam yazısının bir yerinde "12 Eylül kardeşime 9 yıl işkence etti, ölümden döndü kardeşim, babam 12 Eylül’den zor kaçtı Avrupa’ya... Ve ama başta Muammer Aksoy ve birçok CHP’li yakınımız 12 Eylül’ü savunmak için Avrupa’ya geldiler. Muammer Amca bizim amcamız idi, babamın mapus arkadaşı, bizim aile dostumuz, bizim mahallenin insanı idi. Muammer Amca benim avukatımdı da galiba... Böyle birçok damar var bizi bu rejime bağlayan. Kan ilişkileri gibi... Onları devireceğimizi, devrim yapacağımızı söylerdik ama onların çoğu icin de 'bizim çocuklar' idik. İlhan Selçuk’u İstanbul’da son gördüğümde bana bu mealde şeyler söylediğini hatırlarım. Böyle onlarca 'bizim mahalle' ilişkisi sayabilirim" diyordu.
İşte Taner Akçam'a yanıt, yazısında bahsettiği kardeşi Cahit Akçam'dan geldi. Cahit Akçam, kardeşine yanıtını onun ağır bir dille eleştirdiği BirGün gazetesinden verdi. Cahit Akçam, BirGün'de bugün çıkan Sahi siz hangi mahallenin çocuğusunuz? başlıklı yazısında şöyle yazdı:
“Başkalarının günahları ile aziz olunmaz” ( Anton Çehov)
Taraf Gazetesi’nin “Nöbetçi Köşe Yazarı” Taner Akçam, Birgün
Gazetesi’ndeki bir manşetten yola çıkarak, kendince ülkemizin
-belki de 100 yıllık- genel bir tablosunu çiziyor.
Ona göre Türkiye iki mahalleden kurulu imiş: Bir tarafta
“şehirli”lerin yer aldığı küçük ve orta sınıflardan oluşan, ana
ekseni bürokrasiye dayanan, yöneticileri asker ve bürokratlardan
oluşan ve siyasi partileri de İttihat ve Terakki ve CHP olan,
içinde aydın, solcu, bir şekilde “sol”a bulaşmış “biz”lerin de yer
aldığı bir “bizim mahalle”; bir de kendini daha çok dinî değerlerle
tanımlayan esnaf ve köylülerin yer aldığı “öteki mahalle” var. Ve
“bizim mahalle”ye göre “öteki mahalle” gerici ve yobaz.
Bu derin “mahalle” eksenli analizi (!) öncelikle yaptığı sosyolojik
belirlemeler yönünden ele alıp, bu analizin ne tür bir “sosyoloji”
olduğunu anlamaya çalışacağız.
...
Eh metafor’un sosyolojisini hallettiğimize göre , artık onun derin
ilmi (!) cesametli siyasal belirlemelerinin en menem şeyler
olduğuna, bunların yoksul Anadolumuzun siyaset bilimine nasıl
muhteşem katkılar yaptığına geçebiliriz. Ama buraya kadar,
gördüğünüz gibi o eksik, bu gedik, hadi giderelim; metaforun
patlayan deliklerini tıkayalım derken, epeyce yorulduk. (Sanırım
Taner de yorulmuştur.) Hep birlikte derin soluklar almak üzere
şimdilik ara verelim. Çünkü yazının bundan sonraki bölümünde,
“metafor”un siyasal yanının çok daha vahim ve dramatik
olduğunun; bir insanın -Taner’in- yaşamının en değerli
sayılabilecek gençlik yıllarını nasıl bir pişmanlıkla
anımsadığının; yıllarca yazdığı yazılarla karşılarına çıktığı, bu
uğurda cezaevlerine girdiği kesimlere ideolojik ve siyasal anlamda
nasıl teslim olduğunun; bu nedenle bizzat kaleme aldığı
yazıları nasıl inkar etmekte olduğunun; orijinal tespitler yapayım,
derken 12 Eylül yöneticilerinin ve eskinin sicilli faşist
katillerinin ağababası Mümtaz’er Türköne ve BBP mahfilli
faşistlerin tezlerini savunur hale nasıl düştüğünün; bütün
bunları yaparken de, kendisi gibi teslimiyet bayrağı çekip karşı
tarafa geçmedikleri, onlara boyun eğmedikleri için, kendi aile
fertleri başta olmak üzere en yakınlarını, yol arkadaşlarını; ona
sıcak evlerini ve yüreklerini açan, cezaevinden kaçmış bir
devrimcidir, diye olanaklarını ayaklarına seren onlarca güleç
yüzlü, temiz yürekli insanı,“karşı”dan devşirdiği halde kendi
keşfiymiş gibi bize yutturmaya çalıştığı tahlillerle bilediği
kılıçlarla “ Siz aslında milliyetçilikle malül, potansiyel
Miloseviçlersiniz” diyerek nasıl kılıçtan geçirdiğini göreceğiz.
Göreceğiz ve anlayacağız ki, bir insanın bütün bunları yapabilmesi
için yalnızca siyasal ve ideolojik körlükle malul olması
gerekmiyor; aynı zamanda kadirşinaslık, vefa gibi en temel insani
değerleri de yitirmiş; insaf sınırlarını bile aşan bir
vicdansızlık batağına da saplanmış olması gerekiyor. Hele biraz
dinlenelim.