SON MOHİKAN AHMET HAKAN

Neslihan Acu'dan eleştirel bir Ahmet Hakan yazısı. Diğerleri o kadar cesaretsiz ki, Ahmet Hakan’ın birazcık demokrasi geleneği olan herhangi bir ülkede “vasat” sayılacak cesareti, bu ürkekler ülkesinde biraz fazla ışıldıyor.

Google Haberlere Abone ol
SON MOHİKAN AHMET HAKAN

SON MOHİKAN AHMET HAKAN


 


Son dönemlerde kafamı çok kurcalayan bir konu var: Ahmet Hakan neden bu kadar çok okunuyor ve neden bu kadar çok ilgi çekiyor?


Aslında bir yazısında (30 Eylül) kendisi bu durumu açıklamıştı.


Uzun yazıya tahammülümüz yok, ayrıntılara ayıracak vaktimiz yok, ciddiyetten fena halde sıkılıyoruz, gerilim polemik istiyoruz, kan görmek istiyoruz, okumak değil bakmak istiyoruz, bağırmayan harflerle boğuşmak içimizden gelmiyor, anlamak değil sarsılmak istiyoruz… (kısaltarak aldım)


 


Çok okunmasının başka nedenleri de var tabii. Birincisi, geçmişi. Muhafazakarların dünyasına bol bol ışık tutuyor. Yazı cephanesi bol yani…


İkincisi, dedikodu unsuru... İki kahve içimi arasında en acımasız dedikoduları yapan bir “altın günü” müdaviminin ustalığı, cesareti ve mutsuzluğuyla (dedikodu mutsuz insanların işidir çünkü), önüne gelen herkesi en köşeli harflerle çekiştiriyor köşesinde. Tamer Karadağlı’dan “nefret” etmesinin on sebebini açıklıyor, Cem Özer’e gıcık diyor, vs vs.


(Twitter aleminde kaynattığı kazanlardan bahsetmiyorum bile.)


Ayrıca “çeşitlilik” unsuru da var. Yedi ölümcül günah’tan Ölü Ozanlar Derneği’ne, Ece Gürsel’den Necip Taylan'a, Ajda konserinden Çalık olayına her konuda yazıyor.


 


Kısa keselim (uzun yazı tercih nedeni değil zira).


Ahmet Hakan’ı aslında Ahmet Hakan yapan, çok okunur kılan şeyler bunlar değil.


Esas olarak… Cesareti.


Ergun Babahan, “Doğan Grubunda en cengaverleri Ahmet Hakan çıktı” diye yazınca, neden bu denli cengaver ruhlu olduğunu şöyle açıklamıştı 11 Ekim tarihli yazısında: “Kafama göre takılma özgürlüğümü kurtarma telaşındayım…”


 


Peki. Bir de şunu soralım. Gerçekten o kadar cesur mu Ahmet Hakan?


Hayır. Diğerleri o kadar cesaretsiz ki, Ahmet Hakan’ın herhangi bir Avrupa ülkesinde ya da ABD’de (yani birazcık demokrasi olan herhangi bir ülkede) “vasat” sayılacak cesareti, bu ürkekler ülkesinde biraz fazla ışıldıyor.


Onun tek yaptığı, fikirlerini apaçık söylemek.


Peki, fikirlerinin kıvamı ne?


Eh, doğruya doğru, hiç boş biri değil. Farklı çevrelerde yaşamış, çok insan tanımış, çok şey biriktirmiş, çok düşünen taşınan, çok üreten biri.


Ama bu denli yükseklere çıkacak kadar değil.


Diğerlerinin cesaretsizliği onu şişiriyor.


Bu iyi bir şey değil. Hiç kimse için. Ne okur için, ne Ahmet Hakan için, ne de açık sözlü olmayı bir türlü beceremeyen (kaybedecek neleri varsa!) diğer köşeciler için.


 


Size tek bir örnek vereyim. Ekşi sözlükte (az sayıda da olsa) medyanın topuna nanik yapacak kadar zeki, esprili, güçlü kalemler var. Ama bunların cesareti “kimliksiz” yazmalarından kaynaklanıyor.


Gel kimliğinle yaz deseler, sıkar biraz, ondan eminim.


Adıyla sanıyla ortaya çıkmaktan, fikirlerini apaçık söylemekten çok ürküyor bu ülkede insanlar.


Hele de “özgürlükten çatladığımız” şu günlerde…


Fikirleri açıkça söyleyememek sırf korkudan, demokrasi eksikliğinden kaynaklanmıyor ayrıca. Şark kurnazlığı da var işin dibinde. Kimse rengi belli olsun istemez bu topraklarda.


Bu durumda Ahmet Hakan sivriliyor da sivriliyor.


 


Öte yandan… Ahmet Hakan’ı her okuduğumda –üzülerek itiraf ediyorum- biraz hayal kırıklığı duyuyorum ben. Üzülerek diyorum, çünkü hayal kırıklığı duymak istemiyorum aslında. Çünkü ben de on araba laf yazıp aslında hiçbir halt söylemeyen köşecilerden bıkmış usanmış durumdayım.


 


Ama olmuyor işte.


Tamam, Ahmet Hakan cesur, Ahmet Hakan “kafasına göre takılıyor”… Ama bazen doğrular, onun takıldığı yerde değil de, başka yerlerde olabiliyor.


Bugün Hrant Dink için yazdıklarındaki aşırı klişe tavrı beğenmedim mesela.


Ahmet Davutoğlu yazısında –yine- başvurduğu o son derece yüzeysel yaklaşımını (zenci Türk- beyaz Türk) beğenmediğim gibi. O zenci-beyaz zırvasını kim sardı bu medyanın başına bilmiyorum ama kesin bir zırva bu, onu biliyorum. Dindar-laik ayrışmasını zenci-beyaz olayı gibi göstermek, kara insanların tarihine büyük bir saygısızlık her şeyden önce.


Ya da “AB’den vazgeçilirse olabilecekler” başlıklı yazısı. Sanki AB bizi alıyor da, aman vazgeçmeyelim…


Ya da “biraz da dincilik yapalım” başlıklı notunda, “14 yaş altı çocuklar piyano öğreniyor, neden Kuran öğrenemesin?” diye sorması. Böylesine buzdağı bir olayın sadece ucunu göstererek yapılabilecek oldukça kötü bir polemik örneği.


 


Ve son olarak… Benim Ahmet Hakan gibi bir gücüm, sırf twitter’da 5299 (an itibariyle) takipçim olsa, bu gücümün bir kısmını da hayırlı işler için kullanırdım. Yani ne bileyim, bir sürü tatsızlıkla burun buruna yaşıyoruz ya bu ülkede…


Hani bir takım köşeciler mırıl mırıl yazıp duruyorlar ama kimse okumuyor. Çevre katliamları, trafik cinayetleri, işsizlikten kafayı yemiş genç nüfus…


Sıkıcı işler yani.


Ama yeteri kadar zeki ve kıvrak bir kalem, bu sıkıcı konuları da okunabilir hale getirebilir. Ne dersiniz? Hiç olmazsa on günde bir?


 


NESLİHAN ACU


neslidost@gmail.com 


 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin