ENGİN ARDIÇ / SABAH
CHP'li kılığına girdim
Son günlerde "kılık değiştirme gazeteciliği" pek gözde ya, ben de
"CHP'li" kılığına gireyim dedim... Fotoğraf çektiremediğim için
kuru kuru okuyacaksınız, kusura bakmayınız.
Önce bakkala telefon ettim (yok, masraf olmasın diye kendim gidip
söyledim), sabahları bizim eve gönderdiği bütün gazeteleri iptal
etmesini, bundan böyle yalnızca Cumhuriyet göndermesini
tembihledim. Pazar günleri ek olarak bir de Milliyet.
Sonra evdeki bütün yabancı içkileri döktüm. Tekel yapımı olmayan
hiçbir içkiyi eve sokmamaya karar verdim.
Viskiyi bıraktım, rakıya döndüm. Rakının da, hani üstünde Atatürk'ü
andıran smokinli iki adam bulunan cinsine...
Sonra hatırladım: Adnan Menderes de ondan içerdi... Vazgeçtim.
Elimdeki bütün dövizleri bir devlet bankasına gidip "resmi kurdan"
bozdurdum. Zarar ettim ama devletime feda olsun... Bundan böyle,
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın o ünlü manzumesine uygun davranacağım:
"Dolar kullanan yurttan atılır!"
Bütün dış gezi programlarımı da iptal ettim, yaptırmış olduğum
rezervasyonları bozdum. Devletin dövizleri çarçur olacaktı. Döviz,
harcamak için mi kazanılırdı?
Fakat avantadan bir durum olur da hani "üniversite falan
gönderirse" reddetmem doğrusu...
Yılda bir kereden fazla yurtdışına çıkmam ama... Benim emekçim,
benim memurum ona bile güç yetiremiyor, ne işim var yurtdışında? Bu
fakir ülkenin birikimi böyle böyle ziyan ediliyor.
Hanımı sıkıladım: Bundan böyle eve kivi, mango, papaya falan gibi
"Turgut Özal'ın memlekete soktuğu" yabancı meyveler asla
alınmayacak! Hele Çikita muz, zinhar... Amasya'nın elması,
Malatya'nın kayısısı falan tercih edilecek. Ne güzel kavunlarımız
karpuzlarımız var... Çünkü yerli malı yurdun malıdır ve herkes onu
kullanmalıdır.
Elbiseler de Sümerbank'tan. "Marka" yok, bizim gardroba artık marka
giremez. Mevsim yaz olmasa, Karaca'ya gidip doksan dokuz liraya bir
de "baklavalı Atatürk kazağı" alacaktım, 1937 model...
Ben de "Frenk gömleğimi" giyip Cağaloğlu'na indim, Atatürk'ün Büyük
Nutuk'unu ve İnönü'nün Hatıralar'ını ciltçiye bıraktım.
Çarşıkapı'dan beyaz peynir aldım. Pastırma pahalı, o aybaşına...
Hele bir emekli maaşımı alayım da Ziraat Bankası'ndan...
Dönüşte asla Demirel'in yaptırdığı Boğaziçi Köprüsü'nü ya da
Özal'ın yaptırdığı Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü kullanmadım,
vapura bindim. Vapurda çay içtim, onu da çok pahalı buldum. Vapurda
karşıma çıkan türbanlılar sinirimi büsbütün bozdular.
Beni istediğim noktada indirmeyen dolmuş sürücüsüne de küfür ettim.
Göbeğini kaşıyan bu tür ayılar yüzünden memleket ne hale
gelmişti...
Arabaların egzost kokusunu derin derin içime çektim ama eski Ankara
havasıdır.
Eve geldim, "Atatürk'ün Sevdiği Şarkılar"ı koydum. Kasetini... CD
kullanmıyorum, eskiden CD mi vardı? Sevgili Deniz Baykal'ın
başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi'nin vereceği yeni iptal
kararını heyecanla beklemeye başladım. Radyoda eskisi gibi
"denizcilere ve havacılara bilmemkaç sayılı tebliğ" olsa onu da
dinleyeceğim. Radyo tek kanal olsa daha da mutlu olacağım. Belki
bir sabaha karşı, tok sesli bir albaydan, kardeş kavgasına nasıl
son verildiğini ve öngörülen Atatürk devrimlerinin nasıl "sür'atle
tahakkuk ettirileceğini" de duyarım...
Haaa, bir de, dincilere uyuzluk olsun diye, yarından tezi yok bir
köpek yavrusu alacağım.
Belki ona mektup bile yazarım, laf ebeliğiyle köşe dolar.