ŞİMDİ SİZE ULAŞTIRMAMIZA İZİN VERİLEN SAVAŞ HABERLERİNİ SUNUYORUZ...

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Radikal´de yayınlanan yazısında savaşta medya cephesini enine boyuna değerlendirdi. İşte, global medyanın savaştaki hal-i pür melali...

Google Haberlere Abone ol
ŞİMDİ SİZE ULAŞTIRMAMIZA İZİN VERİLEN SAVAŞ HABERLERİNİ SUNUYORUZ...

Savaşta medya cephesi





Irak'taki savaş, propaganda, manipülasyon, dezenformasyon gibi terimlere ilişkin tartışmaları yeniden gündemin üst sıralarına taşıdı. Tarafların medyayı kullanma yöntemleri ilgi çekiciydi





Prof. Dr. YASEMİN İNCEOĞLU

Global medya özellikle Soğuk Savaş sonrası askeri operasyonları ele alışında daha önceki deneyimlerine göre özgür medya düşüncesinden daha da
uzaklaşarak, adeta bir propaganda bürosu biçiminde faaliyetlerini sürdürmekte başarılı oldu. Kurşun ve bombalarla yapılan savaşın dışındaki enformasyon savaşında, propaganda, manipülasyon, dezenformasyon terimleri yeniden sıcak gündeme oturdular.
Televizyonlarda sık sık gördüğümüz propaganda mesajları arasında; Irak'a yapılan yardımlar, çocukların Amerikan askerlerine gösterdikleri ilgi, koalisyon güçlerinin savaşı Irak halkının iyiliği için yaptığını anlatmaya çalışmasına tanık olduk.




Goebbels'e benzetildi

Diğer yandan, Irak yönetimi de tabii ki boş durmadı. Saddam'ın belirli aralıklarla halk arasına çıkması, halk tarafından coşku içinde karşılanması, küçük bir çocuğu kucağına alıp öpmesi, sevecen, insancıl yönünü çıkarmasını sağladı. Hepimizin tanıklık ettiği Irak Devlet Televizyonu'nun bombalanması sonucu tekrar yayınına Irak'ın en meşhur starının elinde Kalaşnikof tüfek ile ve Saddam taraftarlarıyla beraber kahramanlık türküleri söylemesi ve türkünün içinde Irak halkına ilettikleri
mesajlar, ayakta, güçlü ve hedef-amaçlı olduklarını gösteren sahnelerdi. Diğer yandan Saddam'ın propaganda bakanının alaycı ve kendinden emin tonu ve üslubu, beden dilini başarılı kullanışı, halen Irak yönetiminin ayakta olduğuna dair inancı güçlendirmede başarılı oldu.

Hatta Essahaf, Türk medyasında, Adolf Hitler'in ünlü halkla ilişkiler ve propaganda bakanı Goebbels'e bile benzetildi.




Vietnam ve Falkland

Amerikan basınında eskiye doğru bir kısa yolculuğa çıktığımızda; Vietnam dönemi savaş haberciliğinin günümüz savaş haberciliğinden oldukça farklı olarak, My Lai katliamı gibi katliam görüntülerini tüm ABD oturma odalarına taşıdıkları akıllardadır.
Dönemin Beyaz Saray yönetimi, Vietnam Savaşı'nın mağlubiyetinin faturasını adeta medyaya çıkarmıştı.
Her zaman vatanperver bir medya görmek isteyen yönetim, bu kez medyayı vatan hainliğiyle ve daha da ileri giderek, komünist işbirlikçiliğiyle suçluyordu.
Vietnam Savaşı'ndan sonra, Granada ile Panama'nın işgali günlerinde de, İngilizlerin Falkland Savaşı boyunca geliştirdikleri ve uyguladıkları imaj ve haber kontrol sistemleri, Amerika Birleşik Devletleri ordusu için adeta bir idol haline geldi. Falkland Savaşı'nda BBC Arjantin görüşlerini yansıttığı için vatan hainliği ile suçlanmıştı. Sakın torbalanmış cesetleri göstermeyin, 'korkunç şekilde yanmış' türünden ifadeler kullanılmaması gerekliliği vurgulanmştı.




1. Körfez Savaşı

Vietnam'ın acısını çıkarırcasına 1. Körfez Savaşı'nda tüm ipler Pentagon'un
elindeydi.

O dönemde Bağdat'ta yalnız CNN'in kalmasına izin verilmişti ancak olayların
topu topu üç mil ötesindeki Raşid Oteli'nin tepesinden telefon ile yayın yapan Peter Arnett, hangi silahlarla kimin bombalandığını bilebilecek durumda değildi.

1. Körfez Savaşı adeta havai fişek gösterisi gibi bir bilgisayar oyununu andırıyordu. Cepheye son derece sınırlı sayıda (180) ve o da rotasyon usulüyle muhabir götürüldüğü için eleştiri almıştı Pentagon. Time dergisi muhabir şefi John Stacks 1. Körfez Savaşı'nı, 20. yüzyılın 'kapıları en sıkı kapalı savaşı' olarak nitelendiriyordu: "Irak ve Kuveyt'te askeri ve sivil ölü ve yaralı sayılarını bilmediğimiz gibi, nasıl ve ne kadar sayıda müttefik güçlerin öldürüldüğünü, Irak ulusu ve savaş makineleri ile iletişim ağlarının gelen zararı da v.s hiç bilmiyoruz".




Yeni yöntem: İliştirilmiş gazeteci

2. Körfez Savaşı ise şimdiye kadar Amerika Birleşik Devletleri medyasının uygulamaya sokmadığı bir yöntemi beraberinde getirdi. 'İliştirilmiş gazeteciler' diye Türk medya terminolojisine giren yeni bir tür gazetecilikti söz konusu olan. Sayıları 500 olan 'Embedded' (iliştirilmiş/ilişik; yani askeri birliklerle beraber hareket eden) gazetecilerin bir kontratı vardı, bu protokolü imzalamaları gerekiyordu.

Bu kurallardan bazıları şöyle:

Kendi araçlarını kullanamazlar, komutanlar güvenlik açısından uygun görmediklerinde yayınlarını keserler, 72 saat geçmedikçe ölen ya da yaralanan Amerikalı askerlerin adı verilemez, komutanlar operasyonların selameti açısından ambargo uygulayabilir, komutanın izni olmadıkça askeri birliklerin tam olarak nerede olduğunu yazmak ve asker sayısı vermek yasak, gazetecilerin uydu telefonu kullanmaları yasak...




Otosansüre götüren handikap

Bu türden bir gazeteciliğin en büyük handikapı, beraber dolaştığın askerlere yakınlık ve hatta sorumluluk duymak.

Hele ki sizin ülkenizin gazetecisi ise, bu yakınlık duygunuzun sunulacak haberlere yansımaması mümkün değil. Ulusal çıkar savunuculuğu otomatikman sizi oto-sansüre götürür, bu kaçınılmaz bir gidişattır.




Rumsfeld'in brifingi

Bunun altyapısını ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Şubat 2003'te Amerikan komutanlarına verdiği bir brifingde hazırladı. Özetle şunu söylüyordu: "Başkaları spekülatif haber vermeden, gerçekleri çarpıtmadan bizim vermemiz doğru olacak, aksi takdirde dünya kamuoyuna davamızın haklılığını kanıtlamamız ve dolayısıyla onlardan destek almamız zorlaşacak."

2. Körfez Savaşı'nda da haberler çarpıtıldı, eksik verildi. CNN, NY Times Square'deki gösteriyi olumsuz bir biçimde kısaca verdi ve hemen sonra durumu nötralize etmek adına savaşı destekleyenlerin toplantılarını aktardı, veya sürekli altyazı geçildi. Bu da gündem belirleme kuramına uygun olarak yapılan şeylerdendi. Bu kurama göre direkt ne düşüneceğiniz belki dikte edilmemektedir ama dolaylı olarak neler hakkında düşüneceğiniz size bir şema halinde sunulmaktadır.

Yapılan bazı konuşmaların bazı kelimeleri çıkarılıp size aktarılır; tıpkı ABD Başkanı George Bush'un, "Bu savaş tahmin edilenden daha uzun ve daha zor olabilir" ifadesindeki 'zor' kelimesinin kesilip atıldığı gibi.




Mısır ve Suriye

Kısacası global TV kanalları ne görmemizi istiyorlarsa onları gösterdiler.

Örneğin Suriye, Mısır, Westbank'taki protestoları BBC ve CNN'de pek göremedik. 'Çölde ilerleyen Amerikan tankları' gibi 'seçilmiş imajlar' mevcuttu; 1. Körfez Savaşı'nda olduğu gibi bu savaşta da sayısal dezenformasyon çok kullanıldı.

Her iki taraf da gerçek ölü ve yaralı rakamını sakladı, özellikle Irak kendisini güçlü göstermek gereksinimini hissettiği için ölü ve yaralı sayıları hep indirimle verildi.

Daily Mirror gazetesi, Bağdat'ta pazaryerine düşen bomba haberini birinci sayfadan, acı içindeki Iraklı bir kadın fotoğrafının yanında gülen Bush'un fotoğrafını yayımlarken iri puntolarla şu başlığı atmıştı: 'O buna bayılıyor' (He loves it).




Arnett vakası ve ABD'de çekişme

1998 yılında CNN'den atılan Peter Arnett, Irak TV'sinde, "ABD'nin savaş planları başarısız oldu" deyince NBC'deki işinden de atıldı. Her ne kadar savaş ve ordu karşıtı olmadığını söyleyip kamuoyundan özür dilese de hiçbir işe yaramadı. 2. Körfez Savaşı'nda yıldızı parlayan ve reytinglerinde CNN'i sollayan Cumhuriyetçilerin Fox TV'si, CNN'in düşmana yardım ve kolaylık sağladığını söylemişti. Diğer yandan Fox'tan eski talk-show'cu Geraldo Rivera canlı yayında parmağıyla kuma Irak haritası çizerek tümen ile bulundukları noktayı gösterince Pentagon tarafından cepheden kovuldu.

ABD basını da kendi arasında çekişti. New York Post gazetesi, NBC, CBS, ABC, MSNBC TV'lerinin kadrosunu suçladı; CBS'den bir muhabirin bir subaya, "Siz Vietnam'da da savaştınız. Yaşadıklarınız aynı tür olaylardan mıydı?" diye yönlendirici bir soru sorması, Peter Arnett'in, "Saddam,
Amerikan esirlerine en iyi ilaç ve yemeğin verilmesini emretti" demesi, gazeteyi kızdırdı.
New York Post gazetesi, "New York Times'ı Saddam'ın propaganda bakanlığı hazırlıyor" suçlamasında bulunarak, savaş haberlerine düşman gözlükleriyle bakıp, halkın moralini bozduğunu yazdı.




El Cezire'nin başarısı

1. Körfez Savaşı'nın starı CNN iken,

2. Körfez Savaşı'nın starı El-Cezire oldu.

Demokratikleşme sürecini henüz tamamlayamamış olan Ortadoğu ülkesi 500 bin nüfuslu Katar'da, her iki tarafa da eşit uzaklıkta durmaya çalışan ve büyük ölçüde başaran ve dengeli yayıncılık ilkesini kadrosunda çalışanların hemen hepsinin BBC ekolünden gelmesine borçlu olan El Cezire TV'si sayesinde, global TV kanallarının bize gösterdiği seçilmiş imajların dışında gerçek sivil katliamı izleyebildik.
Birleşik Arap Emirliklerinde Abu Dabi TV, El-Arabiye Televizyonu da rekabet içinde yayınlarını sürdürdüler.

Lübnan'da bulunan Şii örgütü Hizbullah'ın haber kanalı olan El-Manar, öldürülenler için 'şehit' kelimesini kullandı.

'Savaş' ile 'gazeteci ve gazetecilik mesleği' birbiri ile doğaları gereği uyuşmayan iki olgu. Gazeteci barış, insan hakları, demokrasi taraftarı iken, savaş bu değerleri ihlal eden bir olgu. Bu yüzden savaş muhabirliği gerçekten diğer muhabirliklerden çok farklı, zorlu ve en önemlisi hayati risk taşıyan bir meslek. Olaylara eşit uzaklıkta durabilmesi çok zor ama şüphesiz imkânsız değil zaten olmamalı da. Özellikle global medyanın bu savaşta dünya kamuoyuna karşı en büyük sorumsuzluğu, "Bu da bizim ulaşabildiğimiz ve size ulaştırmamıza izin verilen savaş haberleri" hatırlatmasını yapmamaları oldu.

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin