REHA MUHTAR SON KALE'YLE İLGİLİ KARARINI VERDİ

İşte Reha Muhtar'ın Son Kale'de yaşananlar, ardından da Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu'nun yazılarından sonra aldığı karar...

Google Haberlere Abone ol
REHA MUHTAR SON KALE'YLE İLGİLİ KARARINI VERDİ



Reha Muhtar / VATAN


Veda...



Oniki yıl önceydi...


Show Haber ratingleri kasıp kavuruyordu...


Kanalda Genel Müdür Murat Saygı, yapacağı star transferler öncesi bana telefon ederdi:


-”Akşama İbrahim Tatlıses’le buluşacağız... Bize bir dizi yapmasını istiyoruz... Sen de gel... Haberlerin bitiminde başlayacak diziye, haberden dolayı yüksek ratingle gireceklerini, sen söylersen bize daha kolay gelmesini sağlarız...” derdi...


Starlarla transfer buluşmalarına beni de götürmek adettendi...


Bir gün Program Müdürü Meliha Varol telefonla beni aradı...


-”Reha Bey, birazdan Uğur Yücel gelecek... Onunla çok güzel bir televizyon projesi yapmak istiyoruz... Haberlerden hemen sonra başlayacak... Ancak onu ikna edemiyoruz... Siz o geldiğinde bana bir uğramış gibi yapsanız da, onu ratinglerin yüksekliğiyle ikna etsek...”


“Peki Meliha...” dedim “Yaparız...”



***



Yarım saat sonra Meliha’nın bir üst kattaki küçücük camekan kaplı odasına girdim...


Kırlaşmış saçları dağılmış derin bakan, ancak fazla konuşmayan bir adam vardı karşımda...


Genelde Meliha Varol’un karşısında en sempatik halleriyle oturan sanatçılar gibi değildi...


Huzursuz ve biraz mutsuz duruyordu Uğur Yücel...


“Reha Bey...” dedi Meliha gülerek, “Uğur Yücel’i ikna edemiyoruz... Sizin ratingleriniz yüksek... Onu bu kanalda, nasıl bir ratingin beklediğini bizzat siz anlatsanız...”


Uğur Yücel’le konuşmaya başladım başlamasına, ancak hemen farkettim ki Uğur Yücel fiziken orada olsa da, ruhen orada değil...



***



Biraz konuştuktan sonra ne söyleyecek diye bekledim...


“Ben” dedi, “Kendimi o havada hissetmiyorum...


Heyecanlanmıyorum...”


Bunları söylerken darmadağınık saçlarını parmaklarıyla iyice karıştırdı...


Çok şaşırmıştım...


Ona iyi bir para teklif ediliyordu...


Rating alacağı da hemen hemen kesindi...


Yayın desteği verilecekti...


O ise uzaklara bakıyor, derin derin, heyecansız bir tonda bu işin pek de olamayacağını izah etmeye çalışıyordu bize...


Hiç üstelemedim...


Ancak odadan çıktığımda içimden şöyle geçirdim:


“Adama bak ya... Her şey var... Hala ‘İçimden gelmiyor...


Beni heyecanlandırmıyor...’ diyor...”



***



Bu olayı belki Uğur Yücel unuttu, ancak ben hiç unutmadım...


Bir insanın hayatta her şey verilirken “vazgeçebilme iradesinin yarattığı gücü” orada farkettim...


Görüşme yaptığım onlarca sanatçıyı unuttum, Uğur Yücel’in o tavrını bir türlü unutamadım...


O gün onu anlayabilmiş miydim sanmıyorum...


Ancak şok olmuştum onun farkındayım...



***



Pazartesi gecesinden bu yana, televizyonda yaşadığımız bir olay gündeme oturdu...


Bir televizyon programındaki “yaklaşım farkından” çıkan sorun, gazete köşelerinde ve tüm internet sitelerinde büyük bir tartışmaya dönüştü...


Ben köşemde ilk gün özelilkle yazmadım bu konuyu...


Ancak arkadaşlarım bunu gazete köşelerine taşıyınca, ben de kendimi anlatmak zorunda hissettim...


Neyse...


Tartışma oldu...


Bitti mi bitmedi mi bilmiyorum, ancak dün öğle saatlerinde kanalın spor direktörü Serhat telefon etti, “Abi buluşalım... Pazartesi programında ne yapacağımıza karar verelim...” diye...


Kanal yönetimi elbette programın kaldığı yerden devam etmesini arzuluyor...


Başta patronlar Akın ve Tekin İpek kardeşler olmak üzere; Fatih Karaca ve Ayhan kardeşlerim muhteşem bir olgunluk, parmak ısırtacak bir kriz yönetimi başarısı gösterdiler...


Son duyduğumda, hep beraber bir öğle yemeği düzenlemeyi düşünüyorlardı...



***



Öyle yemeği olacaksa elbette gideceğim...


Ne ki dün ben taa Uğur Yücel’le o küçücük odada 12 yıl önceki karşılaşmamıza giden uzun bir “içsel yolculuğa çıktım...”


Nelson Mandela Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı, yaklaşık 30 yıl hapiste kalmaya nasıl katlandığını soranlara şu yanıtı vermişti:


“Beni hapse atanların elinden, dışarda yaşayabilme özgürlüğümden vazgeçebileceğimi gösterdim... Onların en önem verdiği şeyden vazgeçebildiğiniz zaman, ellerindeki en büyük silahı alırsınız... Ve siz o zaman kendi içinizde gerçekten özgürleşirsiniz... Özgürleşebilmek için vazgeçmeyi bilmeniz gerekir...”



***



Uğur Yücel’den Nelson Mandela’ya uzanan içsel yolculuğumun virajlarında şu düşünceler aktı beynimden:


“Televizyon programındaki yaklaşım farkımız neydi Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar’la... Ben onların Bülent Uygun’la kavgaya varabilecek tartışmalarını istemiyordum... Bu riski almak istemediğim için, soruları ben sorayım, o cevaplandırdıktan sonra, yorumcular kendi aralarında tartışsınlar istiyordum...”


Televizyon programlarında konuklarla zorunlu hallerde arada bir tartışsanız da esas olanın, “kesinlikle kavga etmek olmadığını” ona evinize gelmiş bir misafir gibi davranarak, ondan bilgi almak gerektiğine inanıyordum... Tartışmayı programın kendi yorumcuları yapmalıydı...


Televizyona çıkan konuk “hizaya sokulmak için televizyona çıkmıyordu...”



***



Böyle düşündüğüm için, görüş farklılığı yaşamış, olay büyümüştü...


Şimdi herkesin ilgisi programın üzerindeydi...


Herkes “son raundda ne olacak” diye ellerini ovuşturmuş bekliyordu...


Pazartesi gecesi yayınlanacak Son Kale’de...


Reha Muhtar ne yapacaktı?..


Ahmet Çakar nasıl davranacaktı?..


Erman Toroğlu hangisine gider yapacaktı?..


Ercan Saatçi’nin tavrı bu olaylara ne olacaktı?..


Bir boks maçını izlemeyi bekler gibi bekleyecekti seyirci...


Ratingler tavan yapacaktı...


Herkes iyi kötü bu programı konuuşacaktı...


Herhangi bir televizyoncunun arayıp da bulamadığı bir fırsat karşısındaydı...



***



Pazartesi geceki programın ertesi günü öğle saatlerinde çok güvendiğim bir kadın dostumla sohbet ediyordum:


“Programı reklam arasından sonra nasıl kesebildin?..” diye sordu...


“Eski Reha Muhtar olsa o programı kesmezdi... Çünkü aranızdaki tartışma saatlerce sürer, ratingler de hiç düşmezdi... Herkes beklenti içindeydi... Ancak sen ratinglerden vazgeçtin ve programı kestin... O anda programın tavan yapacak ratingden, göreceği ilgiden, herkesin konuşacağı bir tartışmadan vazgeçebilmek çok büyük bir güç...” dedi...


Sonra döndü bir daha sordu:


“Eskiden olsa o programı keser miydin, yoksa devamını sağlar mıydın?..”


Geçmişe daldım gittim o soru gelince...


Uğur Yücel’le Meliha’nın küçücük odasındaki sohbetimiz gözümün önüne geldi...


“Adama bak yaa...” demiştim, “Her şey var... ‘Ben heyecanlanmıyorum...’ diyor...”



***



“Geçmişteki Reha Muhtar o programa devam ederdi...” dedim... “Şimdiki etmiyor... Çünkü incir çekirdeğini doldurmayacak daha çok egoların savaşacağı bir tartışma beni heyecanlandırmıyor...”


Dün Ahmet Çakar’a ve Erman Toroğlu’na yazdığım notlardan ve yazılardan sonra, içimde gerçekten ikisine karşı da en ufak bir kırgınlık yok...


Belki bugün, belki yarın belki de çok kısa bir süre sonra yemekler yiyeceğiz onlarla...


Güleceğiz eğleneceğiz...


Fakat ben, o çok rating alacak tartışmayı yapmayacağım bu Pazartesi gecesi...


Erman’la Ahmet nasıl olsa Cumartesi ve Pazar geceleri programlarını yaparlar...


Onların bir kaybı olmaz...


Bana gelince...


Ben “vazgeçtiğim” için zaten bir kaybım yok...


Ne diyordu hapiste geçen yıllarda nasıl sabrettiğini soranlara Nelson Mandela:


“Eğer bir şeyden vazgeçebiliyorsanız, onun sizi tutsak etmesinin de önüne geçersiniz... Evrenin en büyük özgürlüğü o vazgeçilmezden vazgeçip, gerçek özgürlüğe ulaşmaktır...”


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin