RADİKAL'İN SİNEMA YAZARLARINDAN AHMET BOYACIOĞLU KAMERA ARKASINA GEÇTİ

Peki Boyacıoğlu'nun kamera arkasına geçtiği filmde hangi oyuncular rol alıyor?

Google Haberlere Abone ol
RADİKAL'İN SİNEMA YAZARLARINDAN AHMET BOYACIOĞLU KAMERA ARKASINA GEÇTİ

Yıllarca festivaller düzenleyen, jüri üyelikleri yapan, Radikal'e yabancı festivallerden izlenimler yazan Ahmet Boyacıoğlu, kameranın arkasına geçti. İlk filmi 'Siyah Beyaz', Ankara'nın aynı adlı ünlü barında çekiliyor


Siyah BeyazFilmin Adı: Siyah Beyaz
Yönetmen: Ahmet Boyacıoğlu
Yapımcılar: Ahmet Boyacıoğlu (Gezici Film) / Ali Akman (Akman Film)
Yönetmen Yardımcısı: Özcan Alper
Görüntü yönetmeni: Özgür Eken
Yürütücü Yapımcı: Özkan Yılmaz
Oyuncular: Taner Birsel-Nejat İşler-Erkan Can-Tuncel Kurtiz-Şevval Sam-Derya Alabora-Rıza Sönmez-Muzaffer Özdemir
35 mm. formatında çekiliyor
Çekimler 29 Haziran’da başladı


Yaz sıcağıydı, dillere sakız olmuş ekonomik krizdi, diziler sinemayı öldürdü” demeden sinemacılar film çekiyor. Hem de öyle beş altı tane değil, onlarca film. Aynı anda bir kaç set kuruluyor, kameralar ve ekipler aralıksız çalışıyor, daha o setler bitmeden yenileri başlıyor. Kimisi mütevazi kimisi çok iddialı. Sizlere önümüzdeki bir kaç ay Türk sinemasının mutfağında pişenleri aktarmaya çalışacağız. Bilgiler, izlenimler ve röportajlarla. İlk set, Ankara’dan...
***
Sabah sat 10:30. Üç kişi bir bar tezgahında bir dizüstü bilgisayarın ekranına bakarak kafa kafaya vermiş çay içiyorlar. Başka bir içeceğe başlamak için erken bir saat haliyle. Çekimlere başlamak içinse tam zamanı. Sinema dünyasının festival organizasyonları ve jürilerden tanıdığı Ahmet Boyacıoğlu kendi yazdığı senaryoyu filmle aynı ismi taşıyan bir barda, Siyah Beyaz’da görüntüye döküyor.
Siyah Beyaz, Ankaranın göbeğinde bahçeli bir bar. Duvarları beyaz, barı ve masaları siyah. Duvarlar Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce sanatçının ve barın 25 yıllık müdavimlerinin fotoğraflarıyla (tabii ki siyah beyaz) bir de sergi posterleriyle dolu. Siyah Beyaz aynı zamanda hatta öncelikle bir sergi mekânı. Barın sahibi Faruk Sade, mimarlık okuyup Fransa’ya master yapmaya gittiğinde Türk sanatçılarla tanışmış, ilgi alanı sanata kaymış. Türkiye’ye döndükten sonra galeri açmaya karar vermiş ve galeriyi finanse etmek için yanına bir de bar eklemiş. Yirmi beş yıllık Siyah Beyaz mimarların, sanatçıların ve politikacıların gözdesi olan bir mekân. Faruk bey kitleyi esprili tanımlıyor: “Yaş ortalaması yüksektir. O yüzden buraya Prostat Bar, Dinazor Bar da derler”.
“Roll 116, Sahne 72, Çekim 2”. Klaket sesi. Taner Birsel merdivenin tepesinden mobil telefonu şık bir hareketle barmen Rıza Sönmez’e doğru sallıyor; “İster Dinazor Bar desinler, ister Prostat Bar... Bir on yıl daha açığız arkadaşlar.” Deyip duvardaki toz tutmuş fotoğrafları indirmeye devam ediyor.
Barın sahibi Faruk’u canlandıran Birsel rolüne hazırlanırken “işin zor” uyarıları gelmeye başlamış. Sebebini, Faruk Sade’nin nev-i şahsına münhasır olmasına bağlıyor. “Çekimlerden bir hafta önce geldim, tanıştık ve on dakika konuştuktan sonra yıllardır tanışıyormuşçasına yakın hissettim. Faruk’tan - tiyatrocu deyimiyle - bir kaç jestus aldım, çaldım. Yine de buranın 100 kişilik kemik müdavim grubu filmi izlediklerinde ne derler diye endişe etmiyor değilim.” diyor.
Yönetmen Ahmet Boyacıoğlu aslen tıp mezunu ama gönlü sinemada. Yıllardır Ankara Sinema Derneği’ni yönetiyor, Gezici Festival’le, Adana Altın Koza’yla ilgileniyor. İki yıl boyunca Türkiye’nin Eurimages temsilcisi olarak çalıştı. Onu Radikal’e yabancı festivallerden gönderdiği yazılarla da hatırlayacaksınız. Bunca yıl içinde biriktirdikleri ve sinema sevdası sonunda kalemini de harekete geçirmiş. İlk yönetmenlik denemesinde iki deneyimli (ve ödüllü) isimden güç alıyor. ‘Sonbahar’ filmiyle hem festivalleri hem de gişeyi fetheden Özcan Alper yardımcı yönetmen, ‘Yumurta’ ve ‘Süt’le Antalya ve Adana’da ödüller kazanan Özgür Eken görüntü yönetmeni.


‘Başka bar bilmem’
Boyacıoğlu Ankara’da ‘başka bar bilmem’ dediği Siyah Beyaz’da geçen öyküyü 2002 gibi yazmaya başlamış. Öyküyü kendi sözleriyle öğrenelim: “Barın duvarındaki fotoğraflara da bakınca yaşlandığımızı görüyoruz. Bu film de yaşlanmak, hayatta karşılaşılan küçük zorluklar, yalnızlık ama biraz da dostluk, bir mekanı yaşam alanı olarak kullanmak üzerine.” Çoğunlukla barda geçen filmin beş ana karakteri var: Fırtınalı bir hayat yaşamış bir ressam (Tuncel Kurtiz), kalp krizi geçirdikten sonra işini bırakan bir avukat (Erkan Can), mesleğini yapmaktan sıkılmış bir doktor (Nejat İşler), yalnızlığı bir yaşam tarzı haline getirmiş bir iş kadını (Şevval Sam) ve tabii barın huysuz ama tatlı sahibi (Taner Birsel).
Günün ikinci sahnesinin çekimleri başlıyor ama ne sahne! Bütün kadro barın etrafına sıralanmış ve hepsinin içiçe geçen diyalogları var. Filmde 10-12 dakika yer tutacak zorlu bir sahne. Barmen Rıza, avukat Muzaffer’in kadehine şarap yerine vişne dolduruyor, kadrajdan çıkıp kameranın yanıbaşına sığınıyor. Avukat’ın aklına bir fikir geliyor: “Yahu şurası kapanmadan Moody Blues’u çağırıp konser verdirsek ya”.
Hayal ürünü egzantrik avukat Muzaffer’i oynayan Erkan Can sette her zaman olduğu kadar serinkanlı ve hoşsohbet aynı oranda da profesyonel. Bir yanda kızı Deniz’in altıncı yaşını kutluyorlar, ama onun aklı setin aksamamasında.
Filmin kamera arkasını çeken Özgür Doğan’ın (İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden) işini bozmamaya çalışarak Nejat İşler’e ulaşıyorum. Karısı tarafından daha öykünün başında terkedilen küskün doktoru canlandıran Nejat İşler bardaki içki servisinden zorunlu olarak- gerçek anlamda yararlanıyor, tekrarlanan planlarla birlikte kadehlerin yerlerini ve doluluk oranlarını kendince kontrol ediyor. “Bu rolü seçmek ne demek bu rol geldi. Ahmet abi uygun gördü biz de oynuyoruz,” diyor. Rıza Sönmez ise adına ve eski tecrübelerine sadık kaldığı bir rolde: barmen Rıza. Sette her an ses taklitleri ve fıkralarla varlığını hissettiren Rıza, doğru bardağı seçmekten servis ustalığına geçmişteki barmenlik tecrübesini çekimlere taşıyor.
Kameranın yeri değişiyor. Arka plana figüran lazım. Geçici olarak işe alınıyorum. Şevval Sam’ın “... eğlenmişsin doktor” demesiyle bir yudum dahi almadığım viskiyi bitirmiş gibi kalkıp gidiyorum. Tam 20 yıl önce bir gazinoda sahne alan Türkan Şoray’a kadeh kaldırdığım ilk tecrübem aklma geliyor. Engin Ayça’nın “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” filminde bir gren’den hallice görünmüştüm. Umarım burada rolümün hakkını verirler. Kadronun en usta ismi, herkesi duayen olarak adlandırdığı Tuncel Kurtiz aralarda şarkılar şiirler seslendiriyor ve ona eşlik etmeye haklı olarak- sadece Şevval Sam cesaret ediyor.
Yönetmen Boyacıoğlu’na soruyoruz, filmi ne zaman seyredeceğiz? “Acele etmeyeceğim, 2010 baharında gösterime girmesini istiyorum” diyor ve ekliyor “Bence bir çok sinemacı filmi Antalya’ya, İstanbul’a, bir yerlere yetiştirmeye çalışarak hata yapıyor. Kurguda hatalar oluyor. Halbuki sindirmek lazım”.
Nejat İşler’le Şevval Sam arasında geçen diyalog, sindire sindire, birbirine alternatif yeni versiyonlarıyla çekilirken barın öbür ucunda Altın Palmiye ödüllü bir adam sessizce bulmaca çözerek figürasyonu tamamlıyor. Muzaffer Özdemir’e hoşçakal diyemeden siyah beyaz setten renkli ve hareketli Ankara sokaklarına çıkıyorum. Taner Birsel haklı galiba, bu şehrin kendine özgü bir dokusu var.


HAŞMET TOPALOĞLU / www.radikal.com.tr





Sıradaki Haber İçin Sürükleyin