Hürriyet yazarı Gülben Ergen, geçtiğimiz günlerde sanat merkezi kundaklanan usta sanatçı Müjdat Gezen ile okulunda buluştu ve o gecenin perde arkasını dinledi.
Gülben ERGEN / HÜRRİYET
Müjdat Gezen: Türkiye şekersiz aşureye benziyor
Müjdat Abi çok geçmiş olsun… Hepimiz çok üzüldük.
- Çok teşekkür ederim. Ayrıca Doğan Medya’nın kurumlarıyla bu işin
yanında olmasından gurur duydum. Onlara da özel olarak teşekkür
ederim. Olay olduktan sonra üniversite öğrencileri ve entelektüel
kesim dışında hiç beklemediğim kesimlerden destek gördüm.
Anadolu’nun her yerinden insanlar otobüslerle geldi. Genç
Fenerbahçeliler ile Beşiktaş Çarşı grubu bayraklarla birlikte
yanımızdaydı. İnsanlar gece yarılarına kadar burada kaldı. Bazı
insanlar kapıda polis olmasına rağmen sivil olarak sabah kadar
beklemek istedi. Desteği anlatamam.
Ben çocukluğumdan beri kin ve nefret duygularının kepenklerini
kapatmış bir adamım.
Geçen gün Yılmaz Özdil’le telefonda konuşuyorduk. Dedim ki “Yılmaz,
kundakçı çocuğu yakalamışlar, çok üzüldüm.”
Yılmaz da bana döndü “İyi ki yakmış o zaman abi, nasıl acırsın,
adam elinde tüfekle seni öldürmek istediğini söylemiş” dedi.
KUNDAKÇIYA: “OĞLUM SEN OSMANLI İÇİN NE YAPTIN?”
Gece mi haber aldınız?
- Gece 02.00’de eve telefon gelmiş. Ben uyuyordum. Eşim Leyla beni
uyandırmamış. Sabah 07.00’de artık dayanamamış ve beni uyandırdı.
“Müjdat, okula bir kundaklama olmuş, kapının bir kısmı yanmış”
dedi. Sonra sabah 08.00’de okula geldik. Şevket Çoruh, İlker Ayrık,
Günay Karacaoğlu, ne kadar mezun öğrencim varsa hepsi okulun
bahçesindeydi. Şevket o kadar kızgındı ki hâlâ kendini dizideki
polis sanıyordu. Okuldaki öğrenciler “Müjdat Gezen yalnız değildir”
sloganları atıyordu. “Çocuklar burası eskimişti, zaten
yaptıracaktım” dedim.
Polisten öğrendiğiniz, bizim bilmediğimiz ayrıntılar
neler?
- Benzinciden benzini alıp tek başına buraya gelmiş. Siyah şapkayla
başını örtmüş. Bizim okulun kamerası ile sokağa bakan başka bir
kamerada her şey açıkça görülüyor. Üstelik ertesi gün de gelmiş
bakmış. Bir okulda servis aracı kullanıyormuş. Öğrenci taşıdığı
aracı bu işte de kullanmış. İfadesinde benim Osmanlı’ya hakaret
ettiğimi ve o yüzden yaptığını söylemiş. Mustafa Kemal bir Osmanlı
paşasıydı. Osmanlı’nın iyi yanlarını alıp korumamız lazım. Şu an
bulunduğumuz bina bir Osmanlı köşkü.
Okulumun girişinde hem Osmanlı Sadrazamı Ahmet Vefik Paşa’nın hem
de Osmanlı’nın en büyük bestekârı Dede Efendi’nin büstü var.
Osmanlı’nın geleneksel tiyatrosu ortaoyununu yaşatmak için neler
yaptım. O kundaklayan çocuğa “Oğlum sen Osmanlı için ne yaptın”
diye sormak istiyorum. Haberi yok ki. Ben her Fatih Camisi’ne
gittiğimde Fatih Sultan Mehmet’in türbesine girer “Sana teşekküre
geldim ey Fatih, bu güzel şehri bize armağan ettiğin için”
derim.
Dünyanın en güzel şehrini bize veren 21 yaşındaki bir çocuk. Avni
mahlasıyla şiir yazıyor. Dört dili ana dili gibi konuşuyor.
Reformlar yapıyor ve bir tarihi çağı kapatıp yenisini açıyor. Şimdi
bunları inkar mı edeceğiz? A dangalak, morfinlenmiş çocuk, biraz
kitap oku. Merak et. Altan İrtel adında piyanist bir arkadaşım
vardı.
Devekuşu Kabare’nin müziklerini yapardı. Bir gün yolda bir kavga
görmüş ve bana “Düşünce, düşünce ayağa, dayanırsın dayağa” dedi.
Bir de şunu söylemek istiyorum. Biz Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı
bir okuluz. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlarından bir geçmiş olsun
telefonu beklerdim.
Katiller de cinayeti işledikleri yere
giderlermiş…
- Aynen öyle. Bu da bir cinayet. Gelmiş yanan yerin fotoğrafını
çekip “Nasıl yaktık” diye sosyal medya hesabına koymuş.
Fotoğrafta bir de elinde tüfek var. Videoda bir kaçma görüntüsü
var. Gerçekten onun adına üzüldüm. Yakalandığını ben basına
yansımadan önce emniyetten öğrenmiştim. Açıkçası üzüldüm de. Çünkü
biz sevgiyle büyüdük.
Ben konservatuvarlıyım. Ben trompet seslerinin içinde, “Yaşa
Mustafa Kemal Paşa yaşa” marşlarıyla büyüdüm.
Mustafa Kemal Atatürk’e çok derin bir sevginizin
olduğunu biliyoruz. Çocukluk yıllarınızdan mı geliyor bu
sevgi?
- Ben Fatih Hırka-i Şerif’te büyüdüm. Bizim orada iki cami vardı.
Biri peygamberimiz Hz. Muhammed’in hırkasının bulunduğu cami,
diğeri ise eski Ali Paşa Cami. O zamanlar ezan hoparlörsüz
okunurdu. Öğle namazı vakti annem seccadeyi yayar, beni yanına
çağırırdı.
Ben böyle büyüdüm.
Selanik’e ne zaman gitsem ilk işim Atatürk’ün evine gitmek
olur.
Geçen yaz Leyla ile Selanik’e gittik. Hemen Atatürk’ün evine
gittim.
Bahçeye girince bir nar ağacı gördüm. Ağacın altında “Mustafa Kemal
Atatürk bu ağacın altında oynardı” yazıyordu.
Bir baktım daldan bir nar bana göz kırpıyor.
Devlet gelse onu almamam için bana engel olamazdı. Hemen o narı
aldım. Buraya getirdim. Tiyatronun içindeki vitrine
koydum.
Altına da Selanik’te yazan notu yazdım. Ben sevdalıyım. Onunla
doğdum onunla büyüdüm. “Olmasaydı” adında bir oyun yazdım.
“Olmasaydı da olurduk” diye reklam verdiler. Ben de dedim ki
“Olurdu ama senin adın ne olurdu, onu bilmiyorum.”
Az önce bir bildiri okundu sanat merkezinin önünde.
Ziyaretçi sayısı epey fazlaydı…
- Evet. Ve inanmazsın, Büyük Birlik Partisi’nden Atatürkçü Düşünce
Derneği’ne kadar Beykoz İlçe Şubeleri ve diğer örgütlerden ortak
bir bildiriyle gelmişler.
Hepsi de düşünce olarak birbirleriyle taban tabana zıt insanlar ve
birlikte buraya geldiler. Atatürk’ün tek bir sloganı benim
hayatımın büyük bir parçası olmuştur.
“Bağımsızlık benim karakterimdir.” Bağımsızlık çok risklidir. Ben
de bağımsızım.
Müjdat Abi korkmuyor musunuz?
- Bu konuda çok fenayım.
Bu olaydan önce Emniyet yakın koruma teklif etti ama kabul etmedim.
Ben 74 yaşındayım.
Düşünsene 24 yaşında genç bir polis memuru beni korumak için önüme
geçecek, o ölecek ben yaşayacağım. Ben bununla yaşayamam
dedim.
O yüzden istemedim. Şimdi yine teklif ettiler, yine
istemedim.
“Okulun ve tiyatronun önüne polis koyun yeter” dedim.
Ben yaşayacağım kadar yaşadım. Babam 70 yaşında öldü, ben 4 sene
daha fazla yaşadım.
Daha ne olsun.
Gülben Ergen'in Müjdat Gezen'le yaptığı röportajın tamamı
için;
http://www.hurriyet.com.tr/mujdat-gezen-turkiye-sekersiz-asureye-benziyor-40380506