MEHMET DEMİRKOL: ERMAN HOCA FUTBOLUN MEHMET ALİ ERBİL’İ

MEDYATAVA PAZAR RÖPORTAJI: Sayım Çınar, Milliyet Gazetesi’nin futbol eleştirmeni Mehmet Demirkol’la konuştu. Mehmet Demirkol, futbola bakış açısını, Galatasaray Lisesi mezunu olduğu halde Fenerbahçeli olmasını, Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka gibi eleştirmenlere nasıl baktığını anlattı.

Google Haberlere Abone ol
MEHMET DEMİRKOL: ERMAN HOCA FUTBOLUN MEHMET ALİ ERBİL’İ

Siz yıllardır futbol eleştirisi yapan bir yazarsınız. Türkiye’de futbol eleştirmeni olmak nasıl bir duygudur?


 


Yıllardır deyince bir garip oldu ama doğru, 10 yılı geçti. Başlangıçta yaptığım salt eleştiri değildi. Futbol hikâyeciliği yapmaya çalışıyordum. Özellikle Radikal zamanı bunu büyük keyifle yaptım. Yiğiter Uluğ’a bu yolda bana yaptığı koçluk ve verdiği olanaklar için şükran duyuyorum. Milliyet’e yani büyük mecraya geçtikten ve TV programlarında yer alamaya başladıktan sonra dönüşmek zorunluluktu. Radikal’de Güney Afrika’nın formasının hikâyesiyle ilgili bir yazı yazmak mümkündür. Güncelden kopabilir, hiç bulaşmayabilirsiniz ama büyük mecrada böyle bir şansınız yok. Gündeme tutunmak, gündem yaratmak zorunluluğu var. Böyle olunca da önceliğiniz Fenerbahçe/Galatasaray ekseni sonra Beşiktaş ve Trabzon olmalı.  Ama yine de o dönemde yazığım yazıların hala akılda kalmış olması, karşılaştığım insanlar tarafından bana hatırlatılması güzel bir his. Milli takımın turkuvaz forma giymesi gerektiğini 2002 Dünya Kupası öncesinde yazmıştım. 6 yıl sonra bu gerçek oldu misal…  


O zamanlar çok keyifliydi ama orada durmak dar bir kitleye ulaşmak demektir. İlk tensikatta yok olma tehlikesi de çok daha büyüktür. Bugün yaptığımı yapmak ise sanıldığından zor ve sanıldığından daha az keyifli. Çünkü artık müşteri taraftar ve futbolseverden çok fanatik… Ve fanatiğe laf anlatmak hem de bizim gibi yazmayı ve okumayı saçma bulan bir toplum için çok zor. Ancak yine de gündeme tutunarak gündem yaratmaya çalışarak, bir taraftan da alt mesajlarla bir şeyler verebilmek mümkün.


Yani sonuç olarak zor. Bırakıp gitmek istediğim çok an oldu. Ama bu işi yaptığım için şükrettiğim bir o kadar an da var.


 


Sadece Türk futbolu değil, dünya ve Avrupa futboluna eleştiri yapan futbol eleştirmenlerin azlığını neye bağlıyorsunuz?


 


Yurtdışına çıkınca hemen bir dönerci arayanlar, o ülkenin nesi meşhurmuş hadi bir tadalım diyenlerin 100 katı, bin katı… Sebep aynı. 


 



 


Fenerbahçe’nin gerçeklerini doğrudan söyleyebilen bir yazarsınız. Gerçekler söylediğinizde karşınıza aldığınız eleştirmenlerde oluyordur. Onların eleştiri füzelerini nasıl karşılıyorsunuz?


 


Ne yalan söyleyeyim Trabzonspor, Beşiktaş ve Galatasaray’ın sırlarına daha hakimim. Fenerbahçe Aziz Yıldırım döneminin ikinci yarısından sonra öyle bir içe kapandı ki gerçeklerine ulaşmak çok zorlaştı. Şöyle söyleyebilirim, her takım hakkında yazıyorum ama en büyük tepkiyi sırasıyla yukarıda saydığım kulüplerden alıyorum. Fenerbahçe’nin ise taraftarından aldığım tepki çok büyük oluyor.  




 


Siz iyi eğitim almış bir spor yazarınız. Futbol yazıları yazarken, nelerden ilham alıyorsunuz?


 


Biriktirdiğiniz kadar varsınız. 39 yaşındayım, kendime ait mülküm vs yok. Biliyorsun biz gazeteciler mal varlığı açıklamak zorundayız. Ben her sene boş bir kağıda imza atıp teslim ediyorum. Çünkü kazandığım parayı gezerek yedim. Ela dünyaya gelene kadar sürekli gezdim. Eşimle bir hesap yaptık Ela doğana kadar iki yılda 50 ayrı yerde uyumuşuz. 10’u aşkın ülkede belki 100’ü aşkın şehirde... Annemi o hayat dolu kadını 55 yaşında kaybettim. Son altı yılı da bitki gibiydi. Ve anladım ki görmek ve mümkün olduğunca biriktirmek lazım. Vakit nakittir ama günleri biriktiremezsin. O yüzden bu dünyayı yeterince yaşadım diyerek terk edebilmek lazım. Ev taksiti ödemek ve banka hesabını internetten takip etmek yerine ‘ne güzel gündü’ diye hatırlayabileceğin günlerin sayısını artırmak lazım. Bunu yapınca da birikiyor. Musluğu açınca da yazdığın sıradan bir maç olsa da çok yönlü, iyi yazı olabiliyor. Çok yazdığım için kötü ve kalitesiz işler de çıkıyor biliyorum ama ortalamam yüksektir, alçakgönüllü olmayacağım.      


 


Galatasaray Lisesi mezunu olduğunuz halde Fenerbahçe eksenli yazılar yazıyorsunuz. O okuldan mezun olmak fenerli olmanıza engel olamaz, değil mi?


 


Ben Fenerbahçe tribünlerinde, Galatasaray’ın sıralarında, yemekhane ve yatakhanelerinde, karşısındaki meyhane ve kahvehanede ben oldum. Bundan övünç duyuyorum. Bugün yakın arkadaşlarımın hemen tamamı liseden, 12 yaşından bu yana birlikte olduğum adamlar. İlk eşim de Galatasaray’dan arkadaşımdı. Şimdiki eşim Ela’nın sevgili annesi de Galatasaray Kongre üyesi eski bir milli sporcu. Ben tribüne altı yaşında gitmeye başladım. Bu mesleğe başlayana kadar da gittim. Babadan, doğuştan Fenerbahçeliydim. Benim için başka seçenek yoktu. Fenerbahçelilik doğaldı. Zaten ben çocukken Fenerbahçe ve Trabzon şampiyonluğa oynardı. yedi yaşındayken bir gün, hasta Galatasaraylı dayım elinde Sarı – Kırmızı bir formayla eve geldi. Bugün gibi hatırlıyorum. Forma, şort ve tozluklar. Giydim. Akşam babamı o forma ile karşıladım. Babamın yüzünü unutamıyorum. Hiç konuşmadan çıkardım ve annem o formayı yok etti. Ancak aynı baba benim Galatasaray Lisesi’ne girmem için ısrar eden adamdı. Yani ben ikili bir yaşam sürdürdüm. Bunu yaşamak zordur. Okulda yaşanan zorluk sanıldığı gibi dayak ve havuza atılma değildir. Galatasaray maçları lise ailesinin bayramları ya da yas günleridir ve eğer Galatasaray’ı tutmuyorsanız bunların bir parçası olamazsınız. Takım değiştirip Galatasaraylı olanlar tam anlamıyla bu ailenin bir parçası olmak için bunu yaparlar. Ben lise çağlarında bunu kendime yediremedim. O dönem hasta Fenerbahçeli arkadaşlarım vardı lisede. Hepsi döndü, hatta bazısı mezun olduktan sonra. Bana kalırsa sebep hep aynıydı. Aidiyeti güçlendirmek. Ama bu süre zarfında Galatasaray ve Beşiktaş’ın Avrupa maçlarının tamamına gitmişimdir.


Yani durum karışık… Ancak asıl önemlisi bu mesleği yapmaya başladıktan sonraki durum. Her takımın, her taraftarın içine girip acılarını, mutluluklarını yaşadıktan sonraki hal… Bugün artık taraftar değilim. Öyle hissetmiyorum.


 


 


Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka gibi eleştirmenlere nasıl bakıyorsunuz? Reyting kaygısı eleştirinin düzeyini düşürüyor, değil mi?


 


Bahsettiğin isimlerin yeri başkadır. Şansal Büyüka şu an spor medyasının zirvesi. Çok iyi bir müdür ve ağabey. İşin kaliteli olması için en çok çabalayanlardan. Bu meslekteki hemen herkes gibi ben de ona büyük saygı duyuyorum.


Öte yandan yaptıkları iş çok daha iyi yapılabilir mi? Hiç kuşku yok. Maç öncesi programlara bak. Arkada mavi bir fon, yayın stattan mı yapılıyor belli değil. Masanın üzerinde ses aletlerinin arka yüzü, kablolar ekranda. Ekrandaki adamların kafalarında kocaman kulaklıklar. Maç öncesi adını kimsenin bilmediği yöneticilerle yapılan röportajlar. Ama aynı Lig TV Avrupa Şampiyonası’nda şahane bir yayın yapıyor. Neden? Çünkü bu ülkenin çapı bu… Çapı genişletmek için yardım bulmak zor. Erman Toroğlu’na gelince. O büyük bir şovmen. Bu yönüyle saygım büyük... Ama yararlı mı diye sorarsan. Hayır! Erman Hoca futbolun Mehmet Ali Erbil’i. İkisini de sevmek doğal.


Reyting işine gelince: Toptan dibe vurduk. Reyting için yaptıklarımız bizi dibe vurdurdu. Ama ben durumun düzeleceğini düşünüyorum. Bu iş 5 seneye düzelir. Şansal Abi de eğer sıkılıp emekli olmazsa bunda başrolü oynar.


 


Medyada spor yazarlarını küçümseyen gazetecilerde var. Futbolun sadece futbol olmadığını bilmeyen gazetecilere neler söylemek istersiniz?


 


Bu iş dünyanın her yerinde az saygı gösterilen ve küçümsenen bir iştir. Ama zararımız kendimize. 20 yıldır çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi gözüken ama dünyayı yaşanmaz bir yer haline getiren ekonomistler ve onların medyadaki yansımalarının oyunlarına, saçmalıklarına bakarsan, biz zemzem suyuyla yıkanmış adamlarız.


 


Habertürk ekranlarında yayınlanan ‘1 Gün’ programına katılan Tüm Fütüristler Derneği Başkanı Alphan Manas, spor yazarlığını gereksiz bulduğunu, futbolda yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde beş yıl içerisinde spor yazarlığının kendi kendini tavsiye edeceğini belirtmiş. Alphan Manas’ın yanıldığını düşünüyor musunuz?


 


Futbol biter, gazeteler biter. Her şeyin sonu vardır. Ama yazı biter mi? Bak onu bilemiyorum. Spor oldukça onu yazan yorumlayan, anlatan, hikâyeleştiren birileri de olmak zorundadır. Geleceğe bakarken geçmişten veri almak gerekir. Medeniyet; yazı, anlatım ve hikayeleştirme demek değil mi? Bunlarla başlamadı mı!  Ama eğer bugünkü format ortadan kalkacak demek istiyorsa o zaman hak veririm.


 


 


Futbol yazarlarının yüzeysel olanına bolca rastlıyoruz. Bu işi ciddiye alınanların azlığını neye bağlıyorsunuz?


 


Hayata nasıl bakıyorsan izlediğin şeylere de öyle bakarsın. Bu maç olur, film olur… Her şeye çok boyutlu, çok açılı bakabilenler ve bakamayanlar var. Benim için mevzuu, yazı yazmayı bir alışkanlık ve ifade biçimi olarak kabul edip etmedikleri. Hayatında okul dışında yazdıkları ilk şey maç olan ve sonra da başka hiçbir şey için kalem oynatmayan birinin başarılı olması kolay değil… 


 


Eskiden düzeyli futbol şarkıları yapılırdı. Ufuk Yıldırım ve Ercan Saatçi ikilisinin futbol isminde çok güzel bir şarkıları vardı.Sarı,Yeşil, Mavi, Kırmızı fark etmez,Yürüyoruz aynı yolda biz… Ülkemizde neden böyle güzel marşlar yapılmıyor? Tribünler neden daha çok bu şarkıları söylemek yerine, küfür etmeyi tercih ediyorlar?


 


Futbol maçı dediğin bir çeşit enstantaneler bütünü. Her anın ayrı bir ruh hali var. O yüzden hazır şarkıların tutması zor. Orada başka bir hayat var ve nabız çok yüksek. Tribünleri belli bir sınıra kadar kendi haline bırakmakta yarar var. O sınıra hep beraber karar vermek lazım. Birisi için küfür sınır oluyor, diğeri, dalga geçmeye bile gelemiyor çünkü.


 



 


Erkeklerin futbol merakının çokluğunu neye bağlıyorsunuz? Kadınların futbol sevgisi de yükseliyor tabii. Futbol cinsiyetsiz bir oyun olmayı hak etmiyor mu?


 


Eşi dostu kızdırmak için, bir kimlik sahibi olmak için futbola bulaşılıyor genelde. Kadınların yükselen sevgisi de aynı. Fark yok. Ama aileler işin içine girdiğinde durum farklılaşıyor boyut kazanıyor.


 


Ülkemizdeki ünlü futbol oyuncularının sınıfsal tarafı hep varoşları gösteriyor. Varoşlarda yaşayan bu oyuncuların hep bir hikayesi var. Modern çağın gladyatörlerine futbolcu diyoruz, değil mi?


 


Aynen öyle. Babasından fakir futbolcu tanımıyorum. Futbol bir çıkış yolu çoğu genç için. Tabii bu oyuna aşık olanlar da var ama genel anlamda başka bir çıkar yolu olmayanların futbolculuğun acılı yollarına katlanması daha normal. Futbolcu olmak çok zor ve çileli bir yoldan geçmeyi gerektiriyor. Saygı duymak lazım.  Öte yandan bu Türkiye’ye özgü bir durum da değil.


 


Tae Han Min Guk 2002 Dünya Kupası Mektupları adlı bir kitabınızda yayımlandı. Yeni bir dünya kupasında tekrar bu tür bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?


 


2010 için kardeşimle bir proje planlıyoruz. 2002’den daha farklı ve çok daha renkli bir şey olacak. Çünkü Güney Afrika şahane bir sahne. Umarım bizimkiler de orada olur. 2012 veya 2016’da ise bambaşka, çok daha kapsamlı tüm bir yılı kapsayan bir çalışmanın peşindeyim. Bunu yapabilirsem sanırım dünyada bir ilk olacak.


SAYIM ÇINAR


sayimc@superonline.com


 


 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin