Kadri GÜRSEL/MİLLİYET
Haber adem, Türkiye badem
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen cuma bir TV kanalında, ona
soru sorarmış gibi yaparken aslında konu soran gazeteci dekoru
karşısında konuştu. Başbakan, terörizm, siyasal şiddet, PKK ve BDP
konularında şunları söyledi:
“Bunlar ademe mahkum edilecek, görmezden gelinecek. Bunları ademe
mahkum etmek durumundayız. Türk medyası teröre karşı birlikte
hareket etmelidir. Amerikan medyası, Fransız, İngiliz medyası bak
nasıl davranıyor. Hiç görmemek lazım. Bu, medyaya mesajdır.”
Başbakan’ın bu konuşmasından iki gün sonra PKK Beytüşşebap’a
saldırdı; 10 asker yaşamını yitirdi, bir o kadarı yaralandı.
PKK’nın da bunun iki katı kayıp verdiği haber verildi.
Peki, ben ve siz bunların olduğunu nereden bildik?
Medya haber verdiği için...
Bu medya, Başbakan’ın mesajını “emir” telakki edip
Beytüşşebap saldırısını “ademe” yani yokluğa mahkum etse ve hiç
görmeseydi, o eylem hiç olmamış mı olacaktı?
Muhafazakar camianın çok sevdiği tabirle, PKK’nın Beytüşşebap
eylemi ve o ölümler “yok hükmünde” mi sayılacaktı?
Başbakan’ın dillendirdiği mantığa göre evet.
Sayın Başbakan’ın bu sözlerinden, dünya “kontr-terör”
literatürünün miadı çoktan dolmuş teorilerinin ifadesi
yansıyor.
70’lerden başlayarak 90’lı yılların sonuna kadar geliştirilen
ve bu dönemde kısmen itibar da gören “terörizm ve medya”
teorilerine göre teröristler mesajlarını geniş kitlelere medya
üzerinden ulaştırırlar; özgür basın, teröristlerin hükümet ve
halkla irtibatını sağlayan yegane araçtır...
O yıllarda “Demir Leydi” Margaret Thatcher’ın medyayı
“terörizmin oksijeni” olarak nitelemesi bu yaklaşımın tüyler
ürpertici bir özetidir.
Zamanın terör uzmanlarına göre, şiddet olayları teröristlerin
amaçlarına ancak bir koşulda hizmet edebilirdi: Yaygın medya
tarafından geniş biçimde haberleştirilirlerse... Dolayısıyla tam
tersini savundular. Terörün medya tarafından “küçük gösterilmesinin
lüzumuna” işaret ettiler.
Yani tam da Başbakan Erdoğan’ın bugün savunduğuna benzer
görüşleri ima etmişlerdir ama akademik ve kesinlik içermeyen,
nüanslı bir üslupla...
Bir an için PKK’nın Beytüşşebap baskınını 80’lerin başındaki
askeri darbe koşullarında yaptığını varsayalım...
Ne olurdu?
Devlet tekelindeki radyo ve televizyon haberi vermezdi,
devletin haber ajansı duyurmazdı, kapatılma tehdidi altındaki
gazeteler yazmazdı... Tam da Erdoğan’ın bugün istediği gibi.
PKK eyleminin yaygın medyaya erişimi kesildiğinde, hareketin
gücü ve devletin güçsüzlüğüne dair verilmek istenen klasik
propaganda mesajının halk üzerindeki etkisi ilk anda yerel çapta
hissedilirdi.
Batıdaki halkın meraklı kesimi olayı BBC radyosunun kısa
dalga Türkçe kanalından öğrenirdi ve bu arada fısıltı gazetesi ülke
genelinde faaliyete geçmiş olurdu...
Her neyse, Başbakan Erdoğan’ın “Bunlar ademe mahkum edilecek,
görmezden gelinecek” derken hayal ettiği bir kapalı rejim
fantezisidir.
Ama açık toplumu ve özgür medyayı savunan bizler için tam
karşıtıdır, bir kabustur onun fantezisi.
Ve bu fantezi keşke iki gün sonra böyle çok sayıda can alan
bir PKK baskınıyla yadsınmış olmasaydı...
Başbakan’ın mesajını pekala emir telakki edebilecek bir hükümet
medyası Beytüşşebap saldırısını görmezden gelemedi. Kürt sorununda
hükümetle aynı dalga boyundaki cemaat medyası da öyle...
Ya ne yaptılar? Haberi birinci sayfalarından kibrit kutusu
kadar gösterdiler ve bir habercilik skandalına imza attılar.
Vahamete bakın, bir silahlı örgüt ilçenizi basıp 10 askerinizi
öldürüyor ve bu haber birinci sayfalardan bir adi vakaymış gibi
anonslanıyor.
Otoriterlikle habercilik arasında sandviç olma hali...
Bugünün dünyasına 70’li 80’li yılların kontr-terör
teorilerinin penceresinden bakarsanız kendi medyanızı da
bitirirsiniz; kimse onları okumaz, izlemez olur sonunda. Dünyanın
Türkiye’yi, Türkiye halkının da dünyayı iletişimin sonsuz
genişlikteki bandı üzerinden sonsuz çeşitlilikteki bakış açılarıyla
izlediği günümüz internet ortamında bu otoriter tebligatların
uygulanma imkanı yoktur.
Bu “haberi ademe mahkum etme” fantezilerinin maazallah
uygulanmaya kalkılması halinde bu rejimin büyük meşruiyet kaybı
sonucunda oturtulacağı yer, Kuzey Kore, İran, Belarus gibi
ülkelerin veya Ortadoğu istibdadının bugün durmakta olduğu
küçümsenen yerdir.
Bu arada Başbakan’ın endişesini anlıyoruz. Kürt sorunu
kaynaklı, dış konjonktürün desteğiyle de tırmanışa geçen şiddetin
kendi popülaritesinde ve partisinin oylarında düşüşe neden olmasını
istemiyor.
Peki ne yapalım? Basın özgürlüğünden vaz mı geçelim?
En iyisi biz işimiz olan gazeteciliği özgürce yapalım; o da
medyayı susturmak yerine Başbakanlık koltuğunda oturmasının sebeb-i
hikmeti olan sorun çözme işini bihakkın yapsın, şu Kürt sorununa
odaklansın.