Cumhuriyet gazetesinden Utku Çakıröz'e verdiği röportajda, uçağı Türkiye’nin iddia ettiği gibi uluslararası hava sahasında düşürmüş olsalar “özür dilemekten” çekinmeyeceklerini belirten Esad, “Türk hükümeti iki ordu arasındaki ilişkileri kesmemiş olsa konuyu yine askeri makamlar arasında ele alır, bu kadar büyümeden çözerdik. Ama son aylarda artık acil durumda arayacak bir Türk komutanın telefonu bile yok elimizde” dedi.
İşte o röportaj:
Çalışma ofisi olarak kullandığı Eşşaab Sarayı’nda iki buçuk saat süren röportajın ilk bölümünde iki ülke arasında yaşanan gerginlik ve son uçak düşürme hadisesini detaylı olarak ele aldık. Esad’ın sorularımıza yanıtları şöyle:
‘HALKLAR SAVAŞA İZİN VERMEZ’
- İki ülke arasında ciddi gerginlik var. Bu sıcak bir çatışmaya,
savaşa dönüşür mü?
Bölgede tüm haritanın değişeceği bir
dönem yaşıyoruz. Yüz yıl önce Osmanlı’nın dağılma sürecine
benziyor. O süreçten sonra Araplarla Türkler arasında gelinen
noktayı biliyoruz. Biz Sayın Ahmet Necdet Sezer’in ilk defa
Suriye’ye geldiği ziyarette, 100 yıl önceki olayın izlerinin
giderilmesini hedeflemiştik. Yani anlaşmazlıkların yaşandığı
dönemlerde çok şey öğrendik. Gereken dersleri çıkardık. Şimdi
tekrar hem sizin hem de bizim kaybedeceğimiz döneme tekrar mı
dönmek istiyoruz?
Suriye’de olayların başladığı 15 aydır birçok alanda bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Birincisi iç sorunu çözmek ve teröristlerle mücadele etmek. İkincisi Türkiye ile geliştirdiğimiz ve doruğa çıkardığımız ilişkileri korumayı hedefliyorduk. Ne yazık ki bu süreçte Türk hükümetinin attığı her adım bu yapıyı yok etmeye yönelik gelişti. Ve yaptığımız her şeyi yıkmayı başardılar. Ama bence ilişkinin temeli iki halk arasında duruyor.
Sorunuzun yanıtına gelince, bu temel ışığında, iki ülke arasında ikisinin de zarar göreceği bir sıcak çatışmaya dönüşmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü bu hem Suriye hem Türkiye’nin zararına olur. Bu eğilimin yalnız ve yalnız Türk hükümetinde olduğuna ve Türk halkının asla savaş istemediğine inanıyoruz.
‘ULUSLARARASI SAHADA VURSAK ÖZÜR DİLERDİK’
-
Türk jetinin vurulması talimatını siz ya da yönetiminiz mi verdi?
Uçak nasıl vuruldu?
Burada mantıklı sorular sorulması lazım. İki seçenek var. Ya iddia
ettikleri gibi biz bilerek düşürdük. Ya da Suriye hava sahasının
dışında yanlışlıkla düşürdük. Eğer dedikleri gibi Suriye dışında
yanlışlıkla düşürüldüyse bunda bir sorun yok. Bunu söyler ve
Türkiye’den resmi anlamda özür dilerdik. Türk halkı da bunu
anlayışla karşılardı.
Yok eğer kasıtlı olarak vurmamız söz konusuysa, burada da şunun sorulması lazım. Suriye’nin bir Türk uçağını düşürmekten ne tür bir çıkarı olabilir? Biz Türkiye’yi ve Türk uçağını düşman algılasak net söylerdik. Geldi, düşürdük derdik, ama düşman kabul etmiyoruz. Türk halkından 10 yıl boyunca gördüğüm dostluğu başka kimseden görmedim ben. Şimdi niye onların nefretini kazanacak bir adım atayım ki?
Ya da ikinci şık olarak biz Türk ordusuna yönelik bir eylem için düşürdük bu uçağı? O da anlamlı değil. Çünkü Türk ordusu tüm bu kriz boyunca bize hiçbir şey yapmadı.
‘ARAYACAK TÜRK KOMUTAN YOK’
- Pilotların ailelerinden ve Türk halkından özür dilemeyi
düşünmüyor musunuz?
Bu iki pilot bir askeri uçağın
içindeydi. İki askeri kurum arasında ilişki olsaydı belki bunlar
doğrudan konuşulabilirdi. Ancak ordular arasında her türlü ilişki
Türkiye tarafından yasaklanmış durumda.
- Bu olay sırasında mı yasaklandı?
Hayır,
bir süreden beri. Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı değişiminden bu
yana hükümet Türk ordusunun bizimle her türlü ilişkisini kestirmiş
durumda. Oysa komşu ülkeler arasında her zaman bu tür olaylar
yaşanır ve bu nedenle de silahlı kuvvetler arasında diyalog olması
gerekirdi. Ama ne yazık ki şu anda bizim Türk ordusundan acil bir
durumda arayabileceğimiz tek bir komutan telefonu bile yok.
Olağanüstü durumlarda konuşmamız gerektiğinde kimseye
ulaşamayacağız. Nitekim bu olayda Türkiye’nin askeri ataşesine
ulaşalım dedik. Ona gelen talimat gereği “Dışişleri Bakanlığı ile
konuşun” şeklinde yanıt verdi. Bu konuyu kapatırken şunu da
hatırlatayım. Türk tarafı olayın başlangıcında bizim, “Gelin
komisyon kuralım” teklifimizi kabul etmiş olsaydı, belki de tüm bu
sorunlar yaşanmamış olacaktı. Ama ne ilginçtir ki biz, “Gelin
Lazkiye’de yani uçağın düşürüldüğü yerde toplanalım” deyince Türk
hükümeti Ankara’da toplanması konusunda ısrar etti ve toplanamadı.
O komisyon toplanabilse belki de bu kadar büyümeyecekti bu
mesele.
‘SINIRA YIĞINAK YAPMAYACAĞIZ’
- Türkiye askeri angajman kurallarını değiştirdi. Artık ülkenizi
düşman olarak görüyor. Füzelerin yönü Suriye’ye çevrildi. Ne
yapacaksınız?
Türkiye ile ilişkilerde iki çok kötü
dönem yaşadık. Birincisi 50’lerin ortasında Bağdat Paktı döneminde
yine Türkiye sınırımızda yığınak yapmış, mayınlar döşemişti. İkinci
ise Öcalan krizi dönemiydi. Her iki olayda da Türkiye’ye düşman
gibi bakmadık. Ne yığınak yaptık ne karşılık verdik. Şimdi de
Erdoğan hükümeti ne yaparsa yapsın Türkiye sınırına yığınak
yapmadık ve yapmayacağız. Türk halkı dostumuzdur ve bizi
anlayacaktır. Türkiye hükümetinin Suriye’ye düşman olmasının bir
önemi yok. Eğer Türk halkı düşmanlık beslemeye başlarsa işte o
zaman sorun var demektir.
‘KENDİ ÜLKEMDE BENİ VURAMAZSIN’
- Yeni angajman kurallarına göre Türkiye sınırına yaklaşan
askeri unsurlarınız vurulacak. Böyle bir hareketin karşılığı ne
olur?
Hiçbir devlet kendi sınırlarına tecavüz olmadığı
sürece başka bir devletin silahlı gücüne o ülkenin sınırları içinde
ateş edemez.
- Ya ederse?
Bizim topraklarımızda bize
yapılacak bir eylem Suriye’ye yönelik bir saldırı olarak algılanır.
Öyle bir şey olduğunda değerlendiririz, ama öyle bir noktaya
gelmesini hiç arzu etmem.
‘RADAR GÖSTERMEDİ UÇAKSAVARLA DÜŞÜRDÜK’
Gerçek olan şudur: Bu uçak küçücük bir uçaksavar bataryası
tarafından düşürüldü. Bu sistemler asla 2.5 km’den fazla
uzaklıktaki bir hedefi vuramaz. Normalde uçak düşüremezler. Tek bir
koşulu vardır. O da, çok alçaktan yaklaşıyorsa. Bu uçak çok alçakta
uçuyordu ve sahile yaklaştığı anda düşürülmüştür.
Barış zamanında dost bir ülkeden gelirse onu düşürmeye gerek yoktur. Hele Türkiye’den geliyorsa düşürme mantığı hiç yoktur. Ancak herkesin bildiği bir gerçek var: Biz savaş durumundayız. Dolayısıyla kimliğini bilmediğim her uçak düşman uçağıdır. Bu durumda da asla merkezi bir kararla olmamıştır. Çünkü uçak çok alçak uçtuğu için ne bölge ne de merkez radarlar bunu görebildi.
‘BİZ ARAYIP HABER VERDİK’
Biz bu uçağın düştüğü haberini aldığımız anda Türkiye bir uçağının
kaybolduğunu söyledi. Türkiye bu açıklamayı yaptıktan sonra yani
uçağın kaybolduğu bilgisi geldikten sonra “Bu Türk uçağıdır” dedik.
Hiçbir Türk yetkili bizi aramadı. Biz onları aradık. Türk
hükümetinin kararıyla bir süredir Türk ordusu ile ilişkilerimiz
kesik. Bu yüzden Dışişleri Bakanlığınızı aradık. Saatler sonra bize
dönerek cevap verdiler. Arama kurtarma botlarının gönderildiğini
söylediler. Bir kez daha belirteyim: Biz uçağı düşürürken kimliği
konusunda en ufak bilgimiz yoktu.
‘İSRAİL'İN VURDUĞU ROTADAN GELDİ’
Burada çok bilinmeyen önemli bir nokta var. O da şu: Türk uçağının
geldiği güzergâh İsrail uçaklarının daha önce 3 kez hava sahamıza
girmeye yeltendiği güzergâhtır. Dolayısıyla o taraftan gelen bir
uçak, Suriye askeri açısından İsrail uçağı olarak algılanıyor.
Düşman uçağı olarak kabul edildi ve hızlı biçimde tepki gösterildi,
ateş edildi.
- Uçağın hiçbir ön uyarı yapılmadan vurulması, hangi
uluslararası hukuk kuralıyla bağdaşır?
Merkezi radarda
görünseydi uyarılırdı. Ancak uçaksavar bataryasında oturan askerin
önünde radar yoktur. Kural olarak tersi talimat yoksa gördüğü uçağı
düşürür mutlaka. Çünkü gördüğü ile vurduğu arasındaki süre üç beş
saniyelik çok kısa bir süredir. Yetki de oradaki askerdedir.
- Silahsız bir keşif uçağıydı. Buna rağmen neden
vurdunuz?
Böyle durumlarda askeri kurallar uçağın
modeli, yapısı, görevi, silahlı olup olmadığıyla sınırlı değildir.
Uçaksavar bataryasındaki askerin bu uçağın ne taşıdığını, füzesi
olup olmadığını, keşif amacı olup olmadığını görmesine imkân yok.
Bileceği tek şey var. O uçağın Suriye hava sahasına girdiği ve
kendisine doğru yaklaştığı. Bunu görerek tepki göstermiştir. Eğer
askeri makamlarımız arasında ilişki olsaydı, Türk tarafı bize
uçacağını önceden bildirir ve biz de ona göre davranırdık. Türk
tarafının açıklaması gereken temel gerçek, bu uçağın özellikle o
bölgede ne yaptığıdır? Biz fazla sorgulamak istemiyoruz ve konuya
gelip geçti gözüyle bakmak istiyoruz.
- Hava sahanıza girişi radarlarınızda nasıl
göremezsiniz?
Yükseklerde bizim hava sahamız dışında
görmüş olabilirler. Ancak girdiği andan itibaren görülmemiştir.
Konuştuğumuz alan 20 km’lik bir uzaklık. Bu mesafe bir iki
dakikalık bir süredir uçak için. Sonrasında görülmüyor çünkü çok
alçaktan uçuyor. Nitekim 2007’de İsrail gelip o binayı vurduğunda
ve aynı güzergâhtan çıkış yaptığında radarlarımız o uçakları
görmemiştir. Son olarak o bölgede Suriye ulusal hava sahasının
dışına erişebilecek füze sistemlerimiz yok. Dolayısıyla konuyla
ilgili Türkiye tarafınca söylenenler gerçekleri
yansıtmamaktadır.
- Türkiye elinde Suriyelilerin telsiz ve radar
görüşmelerinin olduğunu ileri sürüyor? Diğer ülkelerden de bilgi
istiyor...
Bölgedeki diğer ülkelere de çağrı yaptı
ellerindeki radar ve telsiz bilgileri için. Tamam doğru. Herkes
açıklasın elindekileri. Ama kimsenin açıklayacağı bir şeyi yok.
Israrla bizi suçlayanlar şunu yanıtlamalı? Bizim bir Türk uçağını
düşürmekten ne çıkarımız olabilir? Biz hâlâ iyi niyetle şunu
düşünüyoruz: Bu uçağın hava sahamıza bilinçli ve kasıtlı
gönderildiğini düşünmek bile istemiyoruz. Keşif amacıyla değil,
pilotun yanlışlıkla girdiğini düşünmek istiyoruz. Ve Suriye olarak
geçici bir olay olarak görüyor, büyütülmemesi gerektiğini
düşünüyoruz.
‘SANKİ KARDEŞİM ÖLDÜ’
- Keşke olmasaydı diyor musunuz?
Kesinlikle.
Düşman hariç hiçbir uçak için arzu etmem. Hele bir Türk uçağına
yüzde yüz “keşke olmasaydı” diyorum. Böyle bir ortamda, böyle bir
uçağın gelmesi doğal olarak düşman uçağı gibi algılanıyor. Askeri
konulardan birazcık anlayan biri bunları bilir. Savaş halinde bir
ülke dünyanın her yerinde böyle davranır. Bu kesinlikle siyasi bir
karar değildir. Ancak ne yazık ki Erdoğan hükümeti bu olayı
kullanarak dar hesaplar peşinde. 15 aydır Suriye politikası
konusunda Türk halkının desteğini alamamıştı. Şimdi bu olayı fırsat
bilerek hükümetler arasındaki düşmanlığı halklar arası düşmanlığa
çevirmek istiyor. Bu çok tehlikelidir.
- Uçakta biri astronot adayı iki başarılı pilot vardı.
Bilerek düşürmedik dediğinize göre, onların ailelerine bir
mesajınız olacak mı?
Erdoğan’ın politikaları Suriye
halkına gözyaşı, kan ve yıkımdan başka bir şey getirmiyor, ama biz
Türk halkı için yine de en iyisini düşünmeye devam ediyoruz.
Tartışmasız gerçek, Türk halkının bizim kardeşimiz olduğudur.
Dolayısıyla bir vatandaşınızın ölmesi benim kardeşimin ölmesi
demektir. Ailelerine en içten ve en sıcak duygularla başsağlığı
diliyorum. Pilotlardan birisinin babasının, “Benim oğlum öldü, ama
ben savaş istemiyorum” sözlerinden çok etkilendim. Onun duygularını
paylaşıyor, bu onurlu tavrının önünde saygıyla eğiliyorum.
‘İSRAİL UÇAĞI OLSAYDI MUTLU OLURDUM’
- Uçağın düşürüldüğünü öğrenince ne
hissettiniz?
Türk halkı kardeş halkımızdır ve onu
üzecek bir şeyin olması beni asla hiç mutlu etmez ve etmedi. Eğer
bu bir İsrail uçağı olsaydı tabii ki mutlu olabilirdim.
CENEVRE KARARLARI
‘İSTEDİĞİM CÜMLE METİNDE’
Esad ile görüşmemizden bir gün önce BM’nin Suriye Özel Temsilcisi
Kofi Annan başkanlığında Cenevre’de yapılan görüşmelerde ilk kez BM
Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, Suriye’de bir “Geçiş
Hükümeti” kurulması konsunda ortak bir metinde uzlaşı sağladı.
Görüşmede Esad’a toplantıyı ve alınan karaları da sorma fırsatı
bulduk. Şu yanıtları verdi:
- Cenevre’de Kofi Annan liderliğinde yapılan toplantıdan
‘Suriye’de geçiş hükümeti’ kararı çıktı. Varılan mutabakatı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Henüz ne Annan ne de Rusya
tarafıyla konuştum. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile Annan’ın
konuşmasında çok net ifadeler vardı. Birincisi her şeye Suriye
halkı karar verecek. İkincisi, her tür şiddetin durması şart.
Silahlı grupların silahsızlandırılması isteniyor. Bu işin içinde kanlı eller var. Dışarıda da bazı güçler sorumlu diyor Annan. Biz de bunların hepsini savunuyoruz zaten. Dışarıda söylenen sözler ve alınan kararlar ilgilendirmez. Biz kendi halkımızın ne diyeceğine bakarız.
- Metinde sizi rahatsız eden unsurlar var
mı?
Suriye’nin egemenliğinin korunduğu çatı altında her
şeyi konuşuruz. Kimsenin egemenliğimize müdahalesine izin vermeyiz.
İçişlerimize karışan herhangi bir davranışı kabul etmeyiz. Suriye
halkının karar vereceğinin söylenmesi, beni memnun etti. Benim de
söylemim bu zaten.
- Siz Lavrov’un açıklamalarından memnunsunuz, ama
Clinton da “Esad gitmeli” diyor. Hangisini daha çok
dinliyorsunuz?
Ben genel olarak Amerikan
yöneticilerinin hiçbir sözünü ciddiye almam. Çünkü ABD başından
beri bize düşman. Her söylemleri ve davranışlarında belli. Onlar
teröristlerden yana.
- Cenevre belgesinde sizin gitmenizi ima eden bir madde
var mı?
Beni ilgilendiren tek şey, o metinde yer
alıyor. O cümle de şu: Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar
verecek. O cümle oldu mu, bize yeter. Dış müdahale mi istiyorsunuz?
Yoksa Suriye halkının egemenlik haklarına saygı mı göstereceksiniz?
Belge dış müdahaleden söz etmiyor. Suriye halkının kararına saygı
vurgusu var. O da benim için yeterli.
- Geçici hükümetin Esad’la mı Esad’sız mı olacağı
tartışması var. Siz bu tartışmaya nasıl
bakıyorsunuz?
Uluslararası ve bölgesel söylemler beni
ilgilendirmez. Yok Esad’lıymış, yok Esad’sızmış. Dışarıdan empoze
edilen hiçbir şeyi kabul etmeyiz. Her şeyi kendi iç
dinamiklerimizle belirleriz. Ben kişisel olarak koltuğu düşünmüş
olsaydım Amerikan telkin ve talimatlarını yerine getirirdim.
Petro-dolarların peşinde koşardım ve kendi ilkelerim ve ulusal
tutumumdan vazgeçerdim. Ama daha önemlisi ülkemde füze kalkanı
kurmasına izin verirdim.
‘ÜLKEM KURTULACAKSA BİR GÜN BİLE DURMAM’
- Görevi hangi koşulda bırakırsınız? “Bu süreç yeter ki işlesin,
gerekirse ben görevi bırakırım. Ben olmasam da olur” diyebiliyor
musunuz?
Evet tabii ki. Benim kalmam ve gitmemle halkım
ve ülkem kurtuluyorsa niye tutunayım ki. Bir gün bile kalmam. Tersi
doğruysa yani halk beni istemiyorsa o zaman da zaten seçim var.
Halk istiyorsa beni gönderir.
- Ölene kadar bu koltukta oturacak
mısınız?
Asla koltuk merakım olmadı. Benim yaşam
biçimim bir şeyler yapabilmek, üretmek üzerinedir. Kişisel olarak
da bir odada insanlar benden rahatsız oluyorsa çeker giderim de.
Ülkemde de milyonlarca insan beni istemediğinde tabii ki giderim.
İstenmediğim yerde niye oturayım?