İsmet Berkan/RADİKAL
Gazetecilik, 'haysiyet cellatlığı' mesleği
değildir
Biraz bekledim, kim ne diyecek, ne yazacak, diye. Magazin
muhabirlerinin tiyatrocu Levent Kırca’yı, film yönetmeni ve oyuncu
Uğur Yücel’i ve müzisyen ve oyuncu Timuçin Esen’i önce çileden
sonra da insanlıktan çıkarmasını siz de ibretle izlemediniz mi? Ben
izledim. Bazı gazeteler bu sefer lutfettiler, magazin basınını ve
magazincilik denen illeti de tartışmaya açtılar. Ama bu yapılan da
son derece ikiyüzlü bir şeydi, az sonra neden böyle dediğimi daha
iyi anlatabileceğim.
Gelin o tartışmaya en baştan başlayalım.
Bu fenalıkları yapanlara ve onları gece yarıları ‘çalışmak’ üzere
oraya gönderenlere mesleklerini sorsanız, benimle aynı cevabı
verecekler: Gazeteci.
Oysa yapılan ‘iş’in gazetecilikle uzaktan yakından ilgisi yok.
Onların yaptıkları, açıkça söyleyeyim, haysiyet cellatlığı.
Soranlara bundan sonra böyle cevap vermelerini salık veririm.
***
Uğur Yücel, bir lokantada veya barda içki içecek, sonra evine
gitmek üzere kapıdan çıkacak. Siz kameranızla onun burnuna kadar
gireceksiniz, dakikalarca kameranızı orada tutup abuk subuk sorular
soracaksınız, o tınmayacak yürümeye devam edecek, sonra sizin
yüzünüzden ayağı takılıp yere düşecek ve siz onun yerden kalkmaya
çalışma görüntülerini yayımlayacaksınız, seyredenler ‘Bak işte
şişede durduğu gibi durmuyor’ diye düşünecekler, bunun adı da
‘gazetecilik’ olacak öyle mi? Yok öyle yağma!
Timuçin Esen, arkadaşlarıyla bir bardan çıkacak. Siz onun da
burnuna kameralarınızı dayayıp abuk subuk sorular soracaksınız. O
cevap vermek istemediğini, görüntülenmek istemediğini söyleyecek.
Siz devam edeceksiniz rahatsız etmeye. En sonunda o çileden
çıkacak. Ve siz onun polis tarafından yerde sürüklenme
görüntülerini yayımlayacaksınız, üstüne bir de ‘Şöhretli insanın
saldırısına uğrayan mağdur’ olacaksınız, öyle mi? Yok öyle
yağma!
Levent Kırca bir hanım arkadaşıyla lokantada yemek yerken siz orada
biteceksiniz ve bu huzurlu güzel keyif akşamının içine edeceksiniz,
kameranızı sofradaki yemeklere kadar sokacaksınız, abuk subuk
sorular soracaksınız, sanki herkes size cevap vermek zorundaymış
gibi, sonra o çileden çıkınca onun çileden çıkma görüntülerini
yayımlayacaksınız, bunun adı da ‘habercilik’ olacak, öyle mi? Yok
öyle yağma!
‘Gazetecilik’ yaptığınızdan bu kadar eminseniz, elinizdeki
bantların ham halini hiç değilse internete koyun. Montajsız,
efektsiz, üstüne ses bindirilmemiş bantlarınızı koyun, olayları
hepimiz baştan sona görelim. Var mısınız? Herkes de görsün, sizin
‘haber almak’ adı altında nasıl rahatsız edici olduğunuzu, nasıl
ikiyüzlü olduğunuzu, nasıl terbiyesiz olduğunuzu.
***
Sadece gece gezen ve kendilerine ‘basın emekçisi gazeteci’
diyenlere değil sözüm. Onları geceleri oralara ‘av’a gönderenlere,
o ‘haber’leri alıp TV’de yayımlayanlara, gazeteye basanlara da
söylüyorum bu sözleri. Ve hepsini ‘haysiyet cellatı’ olarak
niteliyorum.
***
Taptaze bir örnek:
Önceki gün ‘magazin’ yayımlayan bütün gazetelerde aynı haber vardı.
Yazar-yönetmen-oyuncu Uğur Yücel, 97 bin liralık bir karşılıksız
çek davasıyla uğraşıyordu ve bu parayı ödemeden ‘Amerika’ya
kaçmıştı.’
Evet, yanlış okumadınız, Çarşamba günkü gazetelerde bu haber vardı:
Uğur Yücel Amerika’ya kaçtı!
Peki bu haberi yayımlayan gazetelerde dün ne okudunuz? Uğur Yücel
açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Hayır Amerika’ya kaçmamış,
kendisinin de oyuncu olarak rol aldığı Fatih Akın’ın filminin
galasına katılmak üzere New York’a gelmişti, zaten iki gün sonra da
dönecekti, çünkü dizisi, filmiyle bütün hayatı Türkiye’deydi.
Merak edenler için söyleyeyim, Uğur Yücel iki sezondur başarılı bir
tv dizisinde oynuyor. Bu yaz çekimlerini tamamladığı uzun metrajlı
filmi yakında gösterime girecek. Ve son olarak 97 bin lira herhalde
Uğur Yücel için ödenemeyecek büyüklükte bir borç değil.
Bir insanı önce ‘kaçtı’ diye yazıp sonra da pişkin pişkin
‘Kaçmamış, gelecekmiş’ diye okuyuculara takdim etmek, haysiyet
cellatlığı değilse nedir?
***
Herkes şapkasını bir kez daha önüne koyup düşünsün: Gazetecilik
mesleği, ‘haysiyet cellatlığı’ mesleği midir, değil midir?
Daha önce de yazmıştım, gazetecilik insan kırma mesleği değildir,
demiştim. Kıra kıra yakında geriye insan kalmayacak, okuyucu
kalmayacak!