HASAN CEMAL / MİLLİYET
Bildiriyi niye imzaladım
Evet, 'bildiri'yi ben de imzaladım!
Bildiri iki kısa cümleden oluşuyor: "1915'de Osmanlı
Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını,
bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği
reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını
paylaşıyor, onlardan özür diliyorum."
Ben de imzaladım bu bildiriyi.
Tepkileri geçiyorum.
Yanıtlamak içimden gelmiyor.
Büyük çoğunluğu acıklı...
Böyle olması da şaşırtıcı değil.
Tabuları, resmi ezberleri, devlet klişelerini sorgulamak da,
sorgulayarak düşünmek de zordur. Ama bu sorgulama, bu eleştirel
düşünce olmadan da, bir ülkede ne gerçek barış olur, ne de gerçek
demokrasi...
Yaşarken şunu iyi öğrendim:
Gerçekler acıdır!
Bildiriyi neden mi imzaladım?..
Bunun ipuçları, Erivan'dan yazdığım aşağıdaki yazıda yer
alıyor.
* * *
Gelin önce birbirimizin
acılarına
saygı gösterelim!
ERİVAN
Anımsıyorum, Hrant Dink bir keresinde, "Gelin önce birbirimizin
acılarına saygı gösterelim" demişti.
Belki de sevgili Hrant'ın bu sözüydü, yaşadığı acılardı, bunca yıl
sonra hayatımda ilk kez beni Ermenistan'a getiren ve Erivan'da bir
sabah vakti gün doğarken Soykırım Anıtı'nın önünde bana duygu
fırtınası yaşatan...
Ağrı Dağı, sislerin içinden kendini bir gösteriyor, bir kayboluyor.
Hüzünlü bir görüntüsü var. Karlı zirvesiyle ne kadar soylu, ne
kadar zarif. Elini uzatsan sanki yakalayabileceksin, ne kadar
yakın...
Ben Hrant'la başbaşa, acıları düşünüyorum anıtın önünde.
Acılara saygı göstermeyi...
Başkalarının acılarını anlamayı...
Ve acıları paylaşmayı düşünüyorum. Sabahın tuhaf sessizliğinde
Hrant'la baş başayım.
Bir de Rakel'in çığlığı kulağımda...
Ermeni ulusunun ve kendisinin yaşadığı trajik acılar Hrant'ı fena
halde olgunlaştırmıştı. O, vicdanının diliyle konuşmasını,
yazmasını belki de bu sayede öğrendi.
Herkes herkesten bir şeyler öğrenir. Ben de öğrendim Hrant'tan, hem
yaşamında hem ölümünde...
Tarihten kaçılamayacağını öğrendim.
Sabahın tertemiz sessizliğinde, bir kez daha tarihi inkar etmenin
anlamsızlığını, ama aynı zamanda tarihin, acıların tutsağı haline
gelmenin taşıdığı riskleri düşündüm, Hrant'la birlikte...
Ve çok uzaklardan dayımın sesi:
"Kökler kaybolmaz oğlum!"
Dayım Çerkes, Gabardey'di.
Ama Çerkesliğinden söz etmez, 'kökler'in konuşulmasından
hoşlanmadığını belli ederdi.
Bizim 'devlet korkusu'ydu bu.
Ben bazen üstüne gidince, "Karıştırma bunları!" derdi. Ölümüne
yakın, "Hasan oğlum, kökler kaybolmaz ama..." demişti kulağıma.
İnsanların kökleri, kök saldıkları topraklar çok önemli. İnsanları
dilinden, kimliğinden koparmak nasıl insanlığa karşı büyük bir
suçsa, köklerinden, topraklarından koparmak da o kadar büyük bir
suçtur.
Hele bunlara kulp takmak, suçun ayrılmaz bir parçasıdır.
Ermeniler yaşadı büyük acıyı.
Anadolu'dan koparıldıklarında yaşadılar. 1915'de, 1916'da
yaşadılar. Ve Anadolu hasreti hiç dinmedi içlerinde...
Türkler de yaşadı acıyı.
Balkanlar'dan, Kafkaslar'dan koparıldıklarında yaşadılar acıyı,
Anadolu'da savaş zamanı yaşadılar acıyı...
Kürtler de yaşadı acıyı.
Dilleri, kimlikleri inkar edildiğinde, kendi yurtlarında sürgün
edildiklerinde yaşadılar acıyı...
Acıları mukayese etmiyorum.
Yanlış olur.
Acılar karşılaştırılmaz!
Hrant'ın sesi kulağımda:
"Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim."
Hrant sessizce anlatıyor acısını:
"Atalarımın başına gelenleri biliyorum. Buna kiminiz 'katliam',
kiminiz 'soykırım', kiminiz 'tehcir', kiminiz 'trajedi' diyorsunuz.
Atalarım da Anadolu deyimiyle 'kıyım' derdi.
Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk
çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamlardan söküp, bilinmez
bitmez yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk büyük bir
bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin bu durumu izah edecek
kelimeleri tercih etme kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi
vasfıyla izah edilebilir?
'Buna soykırım mı desek, göç mü desek?' diye cambazlıklar
yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkum edemeyeceksek,
soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih
etmekle, insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasını kurtarmış
olacağız?"(Hrant Dink; İki Yakın Halk, İki Uzak Komşu; Uluslararası
Hrant Dink Vakfı Yayınları; İstanbul, Haziran 2008, s.75)
Acıları ille de bazı parantezlere almak, ille de kategorize etmek
şart mı?
Elbette önemsiz değil bu.
Ama ille de gerektiğini sanmıyorum. Özellikle Türkler ve Ermeniler,
Türkiye ve Ermenistan ve de Ermeni Diasporası denklemin içinde
olunca, soykırım mı değil mi tartışmaları çok şeyi birden
kilitliyor.
Tarihi kilitliyor.
Aklı, sağduyuyu kilitliyor.
Diyalogu kilitliyor.
Ve bu kilitlenme hali, 'fanatikler'in işine yarıyor. Tarihin
sayfalarından nefret ve düşmanlık çıkarmak kolaylaşıyor.
Oysa onların işini zorlaştırmak lazım. Tarihin tutsağı olmadan,
geçmişin acıları tarafından rehin alınmadan sevgi ve barış ipine
sarılabilmenin yollarında yürüyebilmeliyiz.
"Geçmişte yaşanan büyük felaketin sorumluları gibi mi davranacağız?
Yoksa o yanlışlardan ders alarak yeni sayfaları bu kez uygar insana
yakışır şekilde mi yazacağız?" diye soran Hrant Dink'in sesine
kulak veriyorum sisli bir sabah vakti, Soykırım Anıtı'nın
önünde...
Gelin önce birbirimizin acılarını anlayalım, paylaşalım ve saygı
gösterelim.
Sonrası gelir.
Öyle değil mi sevgili Hrant?
"İkrar değil, inkar değil, önce idrak" derdin. 'İdrak'ın yollarının
demokrasiden, özgürlükler düzeninden geçtiğini adın gibi
bilirdin.
Sevgili kardeşim;
Erivan'da gün doğuyor, güneş sislerin içinde kırmızı bir portakal
gibi. Sabahın bu güzel sessizliğinde, beyaz karanfilleri senin için
koyuyorum anıtın dibine. Beni buralara sen, senin acıların getirdi
çünkü...
Evet, gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim! (Hasan
Cemal, Milliyet, 6 Eylül 2008).
www.milliyet.com.tr