FATİH AKSOY İLE AĞCA'NIN HAYATI İLK KEZ NEREDE KESİŞTİ?

Yapımcı Fatih Aksoy, Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'yı bir televizyon programına çıkarmak istemesiyle gündeme geldi. Solcu geçmişine karşın bu gününü "Ben kolay yaşamayı seçtim" diyerek açıklıyor. Aksoy ve Ağca'nın ilk kesiştikleri yer ise bir haber dergisi. Hikaye oldukça ilginç...

Google Haberlere Abone ol
FATİH AKSOY İLE AĞCA'NIN HAYATI İLK KEZ NEREDE KESİŞTİ?

Nereden nereye be Fatih!


Olkan ÖZYURT / SABAH PAZAR


Yıl 1985... Nokta dergisinin 1 Aralık sayısının 15. sayfasında Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca'nın, elleri kelepçeli bir fotoğrafı var. Sayfalar ilerledikçe ağzında sigarası, umutla geleceğe bakan Fatih Aksoy'un resmini görüyorsunuz. O zamanlar Ağca ile Fatih Aksoy'un sadece bir derginin iki ayrı haberinin özneleri olmak dışında hiçbir ortak noktaları yok. Hatta ayrı dünyaların insanları. Ülkücü Ağca, Abdi İpekçi'yi öldürmüş, sonra kaldığı askeri hapishaneden kaçırılmış ve Papa'ya suikast düzenlemiş bir katil, Aksoy ise komünde yaşamayı seçmiş idealist solcu bir genç. Aradan 25 yıl geçti. Artık Fatih Aksoy ile Mehmet Ali Ağca'nın adları aynı cümlenin içinde kullanılıyor. Hatta Aksoy, içinde Ağca'nın adının geçtiği cümleler kuruyor. Çünkü 'dâhi yapımcı' Aksoy, Ağca'yı bir TV programına jüri üyesi olarak çıkarmayı düşünüyor ve bu fikre gelen tepkiler karşısında da Ağca'yı savunuyor. Peki 25 yılda neler değişti? Açıkçası Ağca tarafında değişen bir şey yok. O, kamu vicdanında aklanmamış bir cinayetin tetikçisi. Ama Fatih Aksoy için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Fatih Aksoy'un hikâyesi Urfa'da başlıyor. Karayollarında çalışan işçi bir baba ile ilkokul ikinci sınıftan terk bir annenin altı çocuğundan biri. 13 yaşına kadar Urfa'da yaşıyor. Sonra annesi, kocasını Urfa'da bırakıp bütün çocuklarıyla birlikte İstanbul'a göç ediyor. 70'ler Aksoy'un ailesiyle birlikte hayatta tutunmak için sıkı bir mücadele verdiği yıllar. Ergen Fatih bir taraftan okuyor diğer taraftan Eminönü'nde işportacılık yapıyor. Çakmak taşı, sigara, kemer, tarak satıyor. Bir söyleşisinde o günleri hatırladıkça "Çok fakirdik. Akrabalar çocuklarının pantolonlarını gönderirdi. Yeni hiçbir şeyi giymedim çocukken. Bütün ayakkabılar su çeker sanırdım. Sonraları öğrendim ki ayakkabı sıcak tutan bir şeymiş," diyor. Tabii bu fakir hayat, solculuğa meyletmesine de neden oluyor. Okuyor, çok okuyor, sınıf farkını öğreniyor... Liseden sonra Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü'ne giriyor Fatih Aksoy. 12 Eylül darbesinin olduğu günler... O da sol camiadan biri olarak darbeye karşı kendince siyasi bir mücadele veriyor. Ama Boğaziçi'ndeki günleri onun sinema tutkusunu da açığa çıkarıyor. İşletme okumasına rağmen üniversitenin sinema kulübüne giriyor ve kulübün aktif öğrencilerinden oluyor. Arkadaşlarıyla kısa filmler çekip, film gösterimleri düzenliyor. Üniversiteden onu tanıyan arkadaşlarının hafızasında genç Fatih, idealist, çalışkan ve hırslı bir insan olarak yer etmiş. Türkiye'nin önemli kolejlerinde okumuş, orta üst sınıf gençler arasında, bedenine ufaktan dar gelen ceketi, boyasız ayakkabıları ve Urfa aksanıyla hatırlıyorlar onu. Fakir ama bunu pek fazla dert etmiyor genç Fatih. Sadece Uludağ ve Bodrum'a düzenlenen gezilere katılmıyor parasızlıktan. Hatta arkadaşlarına köprü üzerinde kalem sattığı günleri anlatarak da fakirlikle barışık olduğunu göstermeye çalışıyor. Ama bu hali ona garip bir cesaret de veriyor. Bir öğrenci toplantısında "Yahu benim annem kaç yaşında, orgazm nedir bilmez," diyecek kadar cesur açıklamalarda bulunuyor! Aksoy'un parayla ilişkisi de üniversite sonrası başlıyor. Okul bitince Taciroğlu adlı bir firmada işe giriyor. Günde 15 saat çalışmanın karşılığında iyi para kazanıyor, ama parayı nasıl harcayacağını da bilemiyor. "Boyuna taksiye biniyorum para harcamak için, başka ne yapayım ki," diyor, o yıllarda. Ama sol camiadan gelen idealist genç, serbest pazar ekonomisinin hüküm sürdüğü piyasayı sevmiyor. Ya işi sevip piyasada 'boğulacak' ya da özgür olacak. Özgürlüğü tercih ediyor. Bir palto karşılığı isim hakkı satın alınan Yeni Olgu dergisini çıkarıyor ve bir grup arkadaşıyla da Bakırköy'de komün hayatı yaşıyor. 1 Aralık 1985 sayılı Nokta'da resminin basılması da bu yüzden. Derginin kapak yaptığı haberde genç Fatih, nasıl komün hayatı yaşadıklarını anlatıyor, sinema tutkusundan bahsediyor, komünde yaşadığı için Sinema Günleri'ne katılamadığını söylüyor. Fakat bu haber sonrası ahlak polisi evi basıp komün yaşamını dağıtıyor. Fatih Aksoy'un yolu komünden ayrıldıktan sonra Onat Kutlar'la kesişiyor. Kutlar'ın yanında prodüktörlüğü öğreniyor. O yıllardaki amacı dünyanın en büyük prodüktörü olmak. 90'lı yılların başında Med Yapım'ı kuruyor. Özel televizyonların Türkiye'de yeni yeni filizlendiği yıllarda yaptığı programlar, prodüktörü olduğu diziler milyonlarca insan tarafından izleniyor. Artık para kazanmayı da harcamayı da öğreniyor, piyasayı seviyor Fatih Aksoy. Gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkıyor, fakirlikten gelip Türkiye'nin en önemli prodüktörlerinden biri olması Amerikan usulü başarı hikâyesi şeklinde lanse ediliyor. Med Yapım'da sert bir patron portresi çiziyor. İnsan ilişkilerinde birikimini itinayla kullanıyor. Çalışanlarıyla kurduğu iktidar ilişkisinde 'patron benim' duygusunu her daim hissettiriyor. İşine dört elle sarıldığından işi neredeyse bütün hayatını ele geçirmeye başlıyor. Ki bunun ekonomik olarak karşılığını da alıyor. Med Yapım olarak Pop Star yarışması sayesinde büyük paralar kazanılıyor. Para kazandıkça da Aksoy'un lüks yaşama düşkünlüğü de artıyor. Sonrasında yaşadığı aşklarla, garip açıklamalarla magazin sayfalarına konu oluyor. Mesela evliyken bir başka erkekle ilişki yaşayan Pınar Altuğ'u, "Ben onu devrimci buluyorum," diyerek savunuyor ve kim devrimci kim değil tartışmasını başlatıyor. Sonrasında Aysun Kayacı ile yaşadığı ilişkilerle magazin basınına malzeme oluyor. Ama mutsuz Aksoy. "Bu yaşadığımız hayatın gerçekten boktan olduğunu düşünüyorum. Ben bu paraları kazanırken birilerinin 250 milyon liraya çalışması beni mutlu etmiyor, etmeyecek de," diyerek açıklıyor mutsuzluğunu bir söyleşisinde. Geçmişinden pişmanlık duymadığını söylüyor, solcu idealist bir gençken çark edip bir kapitalist oluşunu da "Ben daha kolay yaşamayı seçtim," diyerek açıklıyor. "Aksoy'un hayatında çok şey değişti. Değişmeyen tek şey hırsı," diyor iyi niyetli bir arkadaşı. Ağca'yı TV'ye çıkarma düşüncesine o da karşı ve "Hırsı, Fatih'in gözünü kör etti galiba," diye açıklama getiriyor. Objektif bakanlar "Her şeye karşı bir açlığı vardı ve bunun sonucunda doyumsuz bir hale geldi," diyor. Ama en can alıcı yorumu, Aksoy'u 80'lerden beri tanıyan başka bir arkadaşı yapıyor: "Onat Kutlar'ın yanında çalıştı. Kutlar, karanlık bir bombalama olayında hayatını kaybetti. Terör acısını, sevdiği bir insanın haince katledilmesinin ne olduğunu o da biliyor. Normal şartlarda İpekçi ailesiyle empati kurması beklenir. Ama normal bir insan yok karşımızda. Mutsuz ve kendi mutsuzluğunu tüm topluma yaymaya çalışıyor. Yoksa kalkıp bir zamanlar faşist dediği Ağca'yı, TV'ye çıkarmak istemesi başka nasıl açıklanabilir?"

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin