Ece Temelkuran/MİLLİYET
İslam mı? O dediğin, sosyalizmdir!
Önceki gün Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Latin Amerika
Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin düzenlediği bir toplantıya
katıldım. Merkezin başkanı Doç. Dr. Mehmet Necati Kutlu’nun
yönettiği oturumda diğer konuşmacı Venezuela Büyükelçisi Raul Jose
Betancourt Seeland’dı. Latin Amerika ve Venezuela’daki Chavez
sonrası değişim, dönüşüm konuşuldu.
Konuşulurken efendim, nihayet sorulara geçildi ve ben son
zamanlarda sıkça yazıp söylediğim bir meseleyi tekrar etmek gereği
duydum. Çünkü Ankara soğuktu. Çünkü TEKEL işçileri Nuh diyor,
peygamber demiyordu. Çünkü biz görmüyorduk bu ülkedeki imkânı.
Çünkü genç arkadaşlardan biri “Nasıl olacak bu işler?” mealinde bir
soru sormuştu.
Anlattım ki, kalbin matematiği bize ezberletmeye çalıştıkları gibi
değil. Tek başımıza mutlu olmuyoruz. “Ben” denen lanet yük yoruyor
bizi. “Ben” ancak “biz” içinde eriyince mutlu oluyor. Ortadan
kaybolunca olabilen bir acayip nesne “ben”. Feda etmek istiyor
kendini kalp. Kalp böyle yapıyor sağlamasını. Ancak
başkalarınınkiyle bir olunca bin oluyor. Bize yanlış öğretmişler
yani; korundukça hastalanıyor kalp. Ancak başkalarınkiyle çarpışıp
dağılınca toparlanıyor. Hiç, en ılık, en eyvallahsız kucağı
varoluşun.
Mesajlaşma
Bunları söylerken aklıma geldi. Şöyle ki... Aynı sözleri
televizyonda, Hülya Avşar’ın programında söylemiştim. O sırada
Nihal telefonuma bir mesaj atmış:
“Çok İslami söylemlerin var yahu!”
Sonra açıklamış:
“Biz’de erimek, kalbin ancak adanarak, feda ederek mutlu olması...
Bunlar Kurani mesajlar.”
Ben de cevap verdim:
“Fena halde sosyalizmdir o!”
Bol miktarda gülme işaretiyle gidip gelen sosyalizm ve Kuran
mesajları (ki en çok kadınlar ciddiye alır gülme işini, sağlıklıdır
bu) daha sonra konuyu etraflıca tartışma sözüyle son buldu.
Venezuela ve Türkiye’nin değişim imkânları üzerine konuşmanın
sonunda bunu anlattım genç arkadaşlara. Anlatacağım şey şuydu:
“Bir halk ancak kendi sözcükleriyle konuşabilir. Unutulmuş bir
lügati, kangren edilmiş muhalif bir dil damarı olmalı bu ülkenin
de, mutlaka gizlediği bir yerlerinde. O lügati öğrenmek, o
sözcükleri bu topraklara hatırlatmak bizim derdimizin
çaresidir.”
(Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita, Everest Yayınları,
2006)
Hep böyle düşündüm. Yeni olan ise, Beyrut serüveninden sonra
mesela, İslami başkaldırı geleneğini, yerli isyan tarihini
sosyalizmin kalbiyle buluşturmak derdim, merakım. Yakında belki de
bu konuları konuşmaya başlamalıyız. Neden?
Kehanet
Çünkü Ankara soğuk. Çünkü TEKEL
işçileri Nuh diyor, peygamber demiyor. Çünkü biz görmüyoruz bu
ülkedeki imkânı...
Gözleme ve sezgiye dayalı bir kehanette bulunayım. Önümüzdeki on
yıl Türkiye’de bir şey olacak. Tasarladığımız gibi olmayan bir
şeyler. Kimsenin kılına dokunamadığı iktidara TEKEL işçilerinin,
hem de soğukta hem de sırılsıklam olmuşken geri adım attırması bir
şey demek. Bu, olacak olanların işareti. Tahminlerimi
beklentilerimle karıştırmak gafletine düştüğümü sanmıyorum: İşçi
hareketi, felç edilmiş, daha da felç edilmeye çalışılan sendika
yapılarını aşacak. Değişim siyasi partilerle değil, bu kez
sendikalarla başlayacak. Siyasetteki, parti siyasetindeki sayısız
hayal kırıklığının yarattığı sarkastik ataleti yoksulluğun kanlı
canlı pervasızlığı sonlandıracak. İşçiler ve yoksullar bu kez
aydınları beklemeyecek. El yordamıyla, kıra döke belki, kendilerine
gelecekler.
Ebu Zerr ve Aybar
Ebu Zerr’in hesap soruşu gibi olacak bu. Aybar’a ait olduğunu
hatırlamadıkları, bilmedikleri sözleri söyleyecekler. “Bahçe
sahiplerinden” başlayacaklar küfretmeye, lüks İslami hayattan devam
edecekler. Orta sınıfın terbiyeli ve ürkek siyasetinden
başlayacaklar saydırmaya takır takır, yeni siyasi elitin
ikiyüzlülüğüyle bitirecekler sözlerini. Sadece eşitlik
isteyecekler. İnsanca bir yaşam ve hastane kapılarında ölmemek.
Evet, böyle olacak. Siz bu yazıyı hatırlamayacaksınız belki, ama
böyle olacak. Göreceksiniz.