Rıza Türmen/MİLLİYET
2009 yılında Türkiye’de basın özgürlüğü
Geçtiğimiz hafta, geleneksel Gazeteciler Günü Dolmabahçe
Sarayı’nda kutlandı.
Genç, yaşlı yüzlerce basın mensubunun doldurduğu Hasbahçe’de gerçek
bir basın özgürlüğü şenliği yaşandı. Orada bulunan Türk basınının
ak saçlı üyeleri basın özgürlüğünü yaşayarak öğrenmişlerdi.
Yaşamları, bu uğurda verdikleri mücadelenin deneyimleri,
öyküleriyle doluydu. O nedenle, basın özgürlüğünün değerini en iyi
onlar biliyordu. Gazeteciler şenliği aynı zamanda yaşlı
kuşağın öykülerinin genç kuşaklara aktarıldığı bir ortam
oluşturuyordu. Toplantıya hükümeti temsilen hiç kimsenin
katılmaması dikkat çekiciydi.
Genç, yaşlı herkes bir şeyin bilincindeydi: Basın özgürlüğüne giden
yolun sonuna henüz ulaşmamıştık.
Bugün hâlâ bir özgürlük kavgası verilmekte. Her özgürlük
mücadelesinde olduğu gibi, bir bedel ödenmekte.
Sansür resmen kalktı ama...
Geçtiğimiz cuma
günü aynı zamanda sansürün kaldırılmasının 101. yılı idi.
Meşrutiyetin ilan edildiği 24 Temmuz 1908 günü İkdam gazetesinin
sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah gazetesi sahibi Mihran Efendi’lerin
gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını “gazeteler
hürdür, sansür yasaktır” diyerek geri çevirmelerinin üstünden 101
yıl geçti.
Sansür resmen kaldırıldı ama aradan gecen 101 yıl içinde sansür
uygulamaları değişik biçimlerde sürdü. Basın ve ifade özgürlüğüne
getirilen sınırlama yöntemleri daha teknik, daha dolaylı bir
nitelik aldı. Bugün basının özgürlüğü, ekran karartmaları, internet
yasakları, gazeteler üzerinde mali baskılar, hukuksal sindirmeler
gibi yöntemlerle sınırlandırılıyor.
Hükümet çevrelerinde basın özgürlüğüne yeni bir tanım
getiriliyor: Basın, siyasal iktidarın çizdiği sınırlar içinde
özgürdür.
Oysa, demokrasilerde, basının iki temel görevi var. Bir yandan
halkı bilgilendirmek ve kamuoyu yaratmak, öte yandan iktidarı
eleştirmek. İlginçtir, Sn. Başbakan’ın, sansürün kaldırılması
dolayısıyla 24 Temmuz günü yayımladığı mesajda, basının eleştiri
görevinden hiç söz edilmiyor.
Hükümeti eleştiri sınırı geniş
“Meslek, ahlak ve ilkelerine bağlı kalarak halkımızı doğru,
zamanında ve etkin bir biçimde bilgilendirmek... basınımızın temel
görevidir” deniyor. Basının eleştiri görevini görmezlikten gelen bu
eksik özgürlük anlayışı, aynı zamanda “yandaş” basını
yaratıyor.
Demokrasilerde, siyasal iktidar-basın ilişkisinin parametresi açık.
Basın siyasal iktidarı eleştirecek, siyasal iktidar bu eleştirileri
beğenmese de, bunlara kulak verecek, gerekirse yanlışlarını
düzeltecek. Basının iktidarı eleştiri sınırları çok
geniş.
AİHM, Castells/İspanya (1992) kararında şöyle der: “Hükümete
yöneltilen eleştirilerin kabul edilebilir sınırları özel bir kişi,
hatta bir siyasetçinin eleştiri sınırlarından daha geniştir.
Demokratik bir sistemde Hükümet’in eylemleri ya da ihmalleri sadece
yasama ve yargının değil, aynı zamanda basının ve kamuoyunun
yakından incelemesine tabidir. Ayrıca, Hükümet’in işgal ettiği
konumun üstünlüğü, basına karşı ceza yaptırımlarına başvurmada
kendisini sınırlamasını gerektirir.”
Yargıyı eleştiri sınırı daha dar
Buna
karşılık AİHM, yargıyı ve yargıçları eleştiri sınırlarının çok daha
dar olduğunu belirtir. Bunu, kamuoyunun yargıya olan güvenini
zedelememek gerekçesiyle açıklar. (Skalka/Polonya 2003)
Türkiye’de basın özgürlüğünün gerçekleşmesini engelleyen birkaç
etken var.
Birincisi, siyasal iktidarın kendisini eleştiren basın üzerinde
baskı kurması, dolaylı ya da dolaysız yollardan basını susturmaya
çalışması.
Öte yandan, Türkiye’deki aşırı kutuplaşma, basının gerçeği
aramaktan çok ait olduğu kampın söylemine ağırlık vermesine yol
açıyor. Basın özgürlüğünün amacı gerçeği ortaya çıkarmak olmaktan
çıkıyor.
Üçüncüsü, AİHM’den çıkan ihlal kararlarında da görüldüğü gibi,
yargı, basın ve düşünce özgürlüğüne ilişkin davalarda karar
verirken, kamu çıkarı ile özgürlük arasındaki dengeyi daha çok kamu
çıkarı lehine bozuyor.
Basın, demokrasinin bekçisi. Basının özgür olmadığı bir ülkede
demokrasiden söz etmek olanaksız. Bu nedenle siyasal iktidarın
basına doğrudan ya da dolaylı müdahale etmemesi, basın özgürlüğünü
güvence altına alması kendi demokratik meşruiyetinin bir
gereği.