- Gaye Sökmen’in sizi keşfettiği yer bir sahildi, biz de sizinle
bir sahilde çekim yaptık. O günden bugüne neler değişti?
- Oooo eskilere gittik. 1997 yılıydı, liseyi yeni bitirmiştim.
Kuşadası’ndaydık, aaaa o günler canlandı gözümde. Yıllardır böyle
bir soru sorulmamıştı bana. O zamandan beri büyüdüm (gülüyor). Çok
şey değişti, okul değişti, modellikle başladım, oyunculukla devam
ediyorum.
- Sizin de büyük kararlarınız 17 yaşınıza denk geliyor, bundan
pişmanlık duydunuz mu? Yani arkeolog olmaktansa, şu an bulunduğunuz
yerde olmak daha cazip değil mi?
- Şu an tercih ettiğim yer bu. Arkeolojiye çok isteyerek girdim,
ilk tercihimdi. Çok da istiyordum. Ama sonrasında beni
heyecanlandıran ve mutlu eden şey modellikti ve ona devam ettim.
İşimi çok seviyorum, hayatta işini seviyor olmak büyük lüks.
Sevmediğim bir işi yapmak, mutsuz bir evlilik gibi bana göre.
Sevdiğim şeyi yapıyorum, bir de üstüne para ödüyorlar. Bu bir
insana verilmiş en büyük şanstır, kıymetini bilmek lazım.
- Önce Sıla, şimdi Ezel. Çok iyi projelerde yer alıyorsunuz,
bilinçli bir tercih mi, tesadüf mü? Bir röportajınızda ‘Akıllı bir
kadınım, akıllı insanlarla çalışıyorum,’ demişsiniz. Bu akıl mı
sizi bu noktalara taşıyan?
- İşin iyi gidip gitmemesi birçok şeye bağlı ama seçimler
noktasında kendi aklına güvenmeli insan. Tabii ki bazı çok güzel
işlerimde de, mesela sinema filminde şanssızlık oldu. İstisnalar
var. Doğru söylemişim, akıllı insanlarla çalışıyorum. Bazen
projeler geliyor, heyecanlanabiliyoruz ama bizi tutacak ve
heyecanlarımızı doğru yönlendirecek kişilerle çalışmamız gerekiyor.
O zaman her şey yolunda gidiyor.
- Ezel çok iyi bir proje, Türk dizilerini izlemeyen bir kitleyi
bile ekran başına çekti, dizinin yükselttiği çıtadan sonra, Cansu
Dere’nin kariyerinde neler olacak?
- Biraz zor olacak hayat bizim için, bizim senaryomuz gerçekten çok
iyi, ekibimiz çok iyi, farklı bir şey çıkardık. Çok da mutluyum.
Seyirciye ‘Bakın böyle bir şey de olabiliyor, zor oluyor ama
olabiliyor,’ duygusunu yaşattık. Bunu oyuncu arkadaşlarımla kendi
aramızda da çok konuşuyoruz.
Bundan sonra proje kabul etmek de, yaptığın işte o tadı yakalamak da zor olacak. Ne yapalım, Pınar’la Kerem’i bekleriz yeni senaryolar yazsınlar diye. Çünkü bu proje bana geldiğinde bir yıl hiçbir iş yapmamayı kafama koymuştum. Ama Ayşe Barım, bu senaryoyu verdi, iki-üç bölüm okudum, ‘Devamı nedir?’ diye heyecandan ölüyordum...
BAZI AŞKLAR SÖNECEK,BAZILARI ALEVLENECEK
- Yeni bir karakter katıldı diziye; Berrak Tüzünataç ‘Bade’ rolüyle
girdi ekibe. Eyşan tırnaklarını gösterecek mi?
- Eyşan için böyle bir şey gerekliydi. Çünkü tüm dünya onun
etrafında dönüyor, buna çok alıştı, sürekli oyun kuruyor. Ezel’in
Bade’yle yaşayacağı şeyler, Eyşan’ı da çok etkileyecek. Bazı aşklar
alevlenecek, bazıları da sönecek. İkinci bir kadın iyidir diyelim.
Eyşan-Ezel aşkını bitirebilir mi bilmiyoruz ama ortalığı
karıştıracağı kesin. Bade henüz neye bulaştığının farkında değil
(gülüyor).
- Yerli diziler yersiz uzun mu size göre?
- Evet. Bencil olmamak lazım. Biz oyuncu kısmı çok çalışıyoruz ve
düzenli çalışıyoruz ama teknik ekibin durumu çok zor. İnsan hayatı
çok önemli. Bu tür protestolar işe yarayacak. İnsan gibi
çalışılsın. Böylece hani dizilerde beğenmediğimiz şeyler de
olmaz.
- En çok eleştirilen şey o zaten, ‘Eyşan boş boş Ezel’e 45
saniye baktı,’ deniyor.
- Haa öyle mi, 90 dakika çekersen bakar tabii. 50 dakika çek
bakalım, bakıyor mu öyle?
- İki büyük ustayla birlikte çalışıyorsunuz, Tuncel Kurtiz ve
Haluk Bilginer. Kurtiz'le çalışmaktan başlayalım.
- Tuncel Abi’le Alacakaranlık’ta başladık biz. Orada babamı
oynuyordu. Çok özel insanlar. Karavanda geçirdiğimiz vakit yani
kamera arkası, kamera önünden çok daha kıymetli bana göre.
Anlattığı hikâyeler, söylediği şeyler gerçekten insanı şöyle bir
hisse sürüklüyor; ‘Daha çok yaşayacağım şey var, daha çok görmem
gereken şey var.’ Bana böyle hissettiriyor Tuncel Abi...
- Oyununuza dair uyarır mı sizi?
- Oyunumla ilgili bir şey söyleyecekse onun kendine özgü bir dili
var, öyle söyler. Bana çok güzel şeyler söylüyor. Şimdiye kadar
oyunumla ilgili bir uyarıda bulunmadı. Keşke böyle bir imkânımız
olsa, pek de sahnemiz olmuyor birlikte. Hep çok güzel şeyler
söylüyor. İnsan ondan duyunca daha farklı hissediyor.
- Peki Haluk Bilginer?
- Çok samimi ve kibar biri. Bunlar gerçekten bir kıymet.
‘RESİM YAKIŞIYORSA İLİŞKİ VARDIR’ DENİYOR
- Bu hafta sonu için ilginç planlarınız olduğunu duydum, ne
yapacaksınız?
- (Gülüyor) Bu hafta sonu 3 bin metreden paraşütle atlayacağım. O
kadar uzun zamandır istiyordum ki. Yamaç paraşütü yaptım, o günden
beri hayalimdi.
- Ne zaman yaptınız yamaç paraşütünü?
- Beş yıl olmuştur. Çok keyif almadım ondan. Çok sakindi yamaç
paraşütü. Bana biraz daha heyecan lazım. Ben öyleyimdir,
yurtdışındayken binmediğim oyuncak yok. Çok keyiflenirim ben bu tür
adrenalin durumlarından. Yükseklik korkum yok ama 3 bin metreden
atlarken ne olur bilemiyorum.
- Biraz detaylandıralım, nereye gidiyorsunuz atlamak için?
- İzmir’in bir köyüne gidiyorum. Profesyonel olarak paraşütle
atlama orada oluyormuş. Çok uzun zaman araştırdım. 25 saniye
serbest düşüş, sonra paraşüt açıldıktan sonra Efes’te manzaraya
baka baka yavaş yavaş inme.
- Dışarıda fazla görünmüyorsunuz. Bu korunma ihtiyacı magazin
basınından dolayı mı?
- Canım sıkılıyor her çıktığımda, o yüzden çıkmamayı tercih
ediyorum. En son ehliyet hikâyesi mesela... Ambulansla görüntüler
gösterip, benim hastaneye kaldırıldığımı iddia etmişler. Bazı
haberleri alttan alıyoruz da, bunlar biraz daha dikkat edilmesi
gereken hassas konular. İnsanın ailesinde yaşlılar olabilir.
‘Gözaltına alındı,’ diye altyazı geçiyorlar.
- Siz hakkınızda çıkan haberlere karşı da sessiz kalmayı tercih
ediyorsunuz. Bunlardan biri de yıllardır Kenan İmirzalioğlu ile
adınızın yazılması. Ne diyeceksiniz bu konuda?
- Evet. Yıllardır (gülüyor). Kenan’la altı yıldır tanışıyoruz biz.
Sessiz kalmaya çalışıyorum elimden geldiğince çünkü ses edilecek
bir durum göremiyorum. Eğleniyorlar işte, öyle bakıyorum. Bazen
bizi de eğlendiriyorlar bu halleriyle ama. Geçenlerde bir haber
vardı yine; ‘Cansu Dere bu eve girdi, Cansu Dere şu evden çıktı,’
diye.
Bir arkadaşım aradı bir gün, denk gelmiş ona da, ölmüş tabi
gülmekten habere. Alt yazı geçmişler ‘Cansu Dere kimin evinden
çıktı?’ a) Uluç Bayraktar, b) Kenan İmirzalioğlu c) Rıza
Kocaoğlu... Bir de şıklandırmışlar. Anlamıyorum bu durumu.
Baksanıza bir insan, bir insanın evine girince neler geliyor
akıllarına? Peki ben sormak istiyorum arkadaşlarımızla nerede
görüşmemiz münasiptir:
a) Park, b) Muhallebici, c) Spor salonu, d) Hiçbiri mi? Belki
arkadaşlarımızla görüşmemizi istemiyorlardır (gülüyor).
SONAT BAHAR / www.sabah.com.tr