Ayşenur Arslan, Medyatava'ya konuştu: "Kendimi tekrar aslanların önüne atacakmışım gibi geliyor"

Medya Mahallesi'nden ayrıldı, sessiz sedasız köşe yazılarına başladı. CNN Türk'ten ayrılmasının ardından çok konuşmayan Arslan, Sayım Çınar'a anlattı... İşte, politikadan, dünya sorunlarına ve medyaya uzanan kaçmayacak bir söyleşi.

Google Haberlere Abone ol
Ayşenur Arslan, Medyatava'ya konuştu: "Kendimi tekrar aslanların önüne atacakmışım gibi geliyor"


Delikanlı bir gazeteci: Ayşenur Arslan



Medya Mahallesi’nden tanıyanlar var sizi, aslında yıllardır medyanın her alanında varsınız, önemli bir gazetecisiniz. Sadece Medya Mahallesi’yle sizi karşılamak çok yeterli değil diye düşünüyorum.



Onlarca yılın birikimiyle Medya Mahallesi oldu, dediğiniz gibi yılların gazetecisiyim.





Taraf gazetesi ile ciddi bir polemik yaşadınız Ahmet Altan döneminde. Şimdi Oral Çalışlar geldi, sizce değişiklik oldu mu?

Değişiklik olmuş olabilir ama gazetedeki temel kafa karışıklığı hala devam ediyor. Hala Taraf bazı şeyleri özellikle görmüyor. Geçenlerde  AK Parti’ye saldırı düzenlendi, saldırı bahane edilerek kimi sendikalara baskın düzenlendi. Bu olayı CHP tepkiyle kınadı, Taraf ise CHP’yi kınayan bir başlıkla çıktı. Şimdi ben doğrusu Ahmet Altan özelinden çıkarıyorum durumu. O da bir noktaya kadar sorumlu. Ama önemli olan bakış, duruş.. Geçmişten bugüne sayısız örnek var. O bakış değişmediği sürece de bir şey değişmeyecektir.



“Basamakları birer birer çıkmazsanız tepeden inerseniz sonuç bu olur.”



Türkiye’de son dönemde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, tepeden inme belirli pozisyonlara gelen gazeteciler var.



Okunup okunmadıklarını bilmiyorum ama bence zaten işlevleri okunmaktan çok, başka gazetecilerin itibarsızlaştırılması. Çamur algıya, algı gerçeğe dönüştürülüyor.  Basamakları birer birer çıkmazsanız tepeden inerseniz sonuç bu olur. Kullanılırsınız ve bunu fark etmezsiniz.



Bir kadın gazeteci olarak korkarak gazetecilik yapmadınız, cesur yürekli bir isimsiniz.



Ben bunun cesaretle ilgili olduğunu düşünmüyorum. İnsanın kendisine olan saygısıyla ilgili. Başka bir iş kolunda çalışsaydım bu sefer de orada paralardım kendimi. Üniversiteden mezun olmadan önce SSK’da emekli kartı basıyordum. Bilgisayara öncesi zamanlar. Girdiğimin ilk haftası en çok kartı kim basıyor, ben daha hızlı ve iyi iş çıkarmalıyım diyerek kendime hedef koymuştum. Öğrenmeye çalışmıştım işi. İnsanın kendisine olan saygısıyla ilgili bir şey bu. Özellikle gazetecilik gibi kamusal bir görev yapıyorsanız, kendinize saygınızı kaybettirecek bir şeyi kabul etmemelisiniz. Edemezsiniz. Ben bunu da, yalan söylemeyi ya da boyun eğmeyi de kendime yakıştıramıyorum.



Medyada delikanlı gazeteci bulmak da mesele, bu delikanlı sözcüğüyle iligli sizin bir ifadenizi hatırlıyorum.



Bir programda sorgulamıştım bu sözcüğü, Sırrı Süreyya bir gün delikanlı dediğimde “sen bir kadın olarak nasıl bu sözcüğü kullanırsın” demişti. Aslında kanı deli demek ama yüzyıllar boyunca erkek egemen kültürün diline dönüşmüş. Anlamı kaymış sadece erkeklere has bir durum olmuş. Oysa kadınlar da delikanlı olabilir. Zapturapt altına alınamayan demek delikanlı, bağımsız demek.



“Sami Menteş içerideyken, dışarıda nasıl barış olabilir?”



Ergenekon haberciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz, çok önemli haberlere imza attınız süreçte. Gitgide unutuluyor gibi her şey.



Bugün Yurt’ta yazdım, Sami Menteş içerideyken, dışarıda nasıl barış olabilir diye sordum. Gencecik bir muhabir şu an içeride. Birkaç yıl önce katıldığı bir eylem sebebiyle üstelik. Gene bir gizli tanık var olayda. Yazımda da söyledim Ahmet Şık ve Nedim Şener’den sonra her şeyi unutur gibi olduk dedim.



Ahmet Hakan’ın yazısında da vardı gizli tanık meselesi.



Korkunç bir olay bu. Gizli tanıklık tartışılması gereken bir konu. Balbay da geçenlerde yazdı. Davanın önemli figürlerinden biri, hem gizli hem açık tanık hem de sanık. Tekrarlıyorum, ben Sami için yürümek istiyorum. Evladım yaşında. Onun için yürümeyeceksem neden gazeteciyim?

“ DHKPC Kürt Aleviler’in partisi gibi bir durum mu yaratılmaya çalışılıyor?”



Türk siyasi tarihini bilmeden siyasi yazanlar var. Konusu popüler kültür olanların siyasete girmesi çok doğru olmuyor. Ne dersiniz?



Çok bilinmiyor belki, İHD İstanbul Şubesinde yöneticilik yaptım, Kürt meselesinin en yoğun olduğu dönemlerdi. Özgür Gündem gazetesine de sahip çıktım. Gittim çalıştım bir süre.  Kürt meselesi benim için öncelikli bir meseleydi. Bugün de örneğin Aleviler çok rahatsız. Bunu görmezden gelemeyiz. Mümtazer Türköne geçenlerde bir yazı yazdı. Çok özetle söylediği şu: “Aleviler bu süreçten rahatsız. Kürt Aleviler kendi özgün mücadelemizi sürdürmeliyiz diyor, bunlar arasında Mustafa Karasu da var” diyor. Hani, anHOslo görüşmelerinde de yer alan. Buraya kadar bir şey yok. Ancak devamı var. İstanbul’da Molotof kokteylleriyle yakılan otobüsü gündeme getiriyor. DHKP-C diyor. Ve bunu Aleviler meselesine bağlıyor. DHKP-C Kürt Aleviler’in PKK’sı gibi bir algı yaratılıyor. Bu, bence barış süreciyle yakın ilişkisi olan Suriye’ye müdahale gündeminde çok çok tehlikeli bir yaklaşım.



“Parçalar ortada, karmaşık bir puzzle değil, birleştirirseniz göreceksiniz.”



Ortadoğu halklarıyla yakınlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye politikasındaki büyük değişime ne diyorsunuz?



Daha önce tatillere çıkıldı birlikte. Bu kadar yakınlaşma varken, birden tartışmalı duruma geldi isimler. 1995 yılında Mesut Yılmaz şöyle diyor: Bosna’da Kuzey Irak’ta arkasında Amerika’nın olduğu çözüm planları sezinliyorum.. Ayrıca, aynı yorumda, bölgemizde gelişmelerin  Büyük Kürdistan’a  çevrilecek gibi göründüğünü söylüyor. Bunlar yeni tartışmalar değil. Bu bölgede İran bir vadede temizlenecek bence, böyle bir plan var. İran’ı yemek kolay değil ama İsrail bu durumu çok önemsiyor. Çünkü Ahmedinecad İsrail’in haritadan silinmesi gereken bir ülke olduğunu söylüyor. Amerika ve İsrail de, İran’ı ortadan kaldıramasa bile bir duvar örmek istiyor. O duvar söz konusu olduğunda Suriye ve Bağdat çok önemli.  Bu kadar büyük bir sorun ve hesaplaşma varken Türkiye kendisini Sünni bloğun abisi olarak konumlandırmaya karar verdi. Türkiye’yi de yeni bir hedefe götürme planı var. Bakın, yine 1995 yılında Abdullah Gül Guardian’a şöyle demeç veriyor: Laik sistemi bitirmek istiyoruz, Cumhuriyet’in sonu geldi. Gül, şu an farklı bir yerde görünüyor ama eski dava arkadaşları, kadroları bu anlayışta hala. Ve yavaş yavaş hayata da geçiriyor. Parçalar ortada, karmaşık bir puzzle değil, birleştirirseniz göreceksiniz. Aslında her şey çok net. Terörle mücadelede kararlıyızdan bu noktaya nasıl gelindi bunu incelemek gerekiyor. Bugün Habertürk’te bir haber vardı, genç bir PKK’lı ile konuşulmuş, “silahları bırakmıyoruz, Ortadoğu’daki tüm Kürtler için mücadele ediyoruz” demiş. Bu önemli bir söz. Hedef belli. Kürtlere sarı ışık yakıldı. Suriye’de ne olacağı, Kuzey Irak Bağdat ilişkisinin nereye gittiğine bağlı olarak Kürtler’in durumu da ortaya çıkacak.



Medyada tutturulan dili nasıl değerlendiriyorsunuz?



Esed düşman, vahşi gibi sözler, çok derinliksiz ve sığ. Amerika’nın yaptığı zulümden ötesi yok, ama söylenmiyor bu. Ayrıca şu da dikkatten kaçıyor. Suriye Kürtleri Esad’ın yanındaydı sonra saf değiştirdi, Ve Erdoğan bunu bizzat açıkladı, müjde verir gibi. Ne kadar önem verdikleri ortada. Dedim ya, parçalar ortada. Bu parçayı, barış sürecinin yanına koyun.. Onun yanına ABD’nin hedeflerini ekleyin.. Herşey net.

“Esas korkum bütün bunlar aşırı milliyetçiliğe su taşıyor, kutuplaşma derinleşiyor.”



Son dönemlerde bir de akil insanlar tartışması yaşanıyor. Güneydoğu’daki barışa katkıları olacak mıdır?



Ertuğrul Kürkçü “otellere sıkıştılar” demiş. Çok doğru. Sıkı güvenlik önlemleri altındalar. Hükümetin PR’ıydı bu. O kadar. Mesela, Hayrettin Karaman bize bir şey söylemeyin, biz de bilmiyoruz demiş. Ben varım diye benim üstüme geliyorsunuz, ben de bilmiyorum, gelmeyin üstüme demiş. Halka anlatmak içindi başta, şimdi halkı dinleyip hükümete anlatmaya dönüştü. Saçma bir durum bu. Esas korkum bütün bunlar aşırı milliyetçiliğe su taşıyor, kutuplaşma derinleşiyor. AKP ve milliyetçiler kutuplaşması. Türk İslam cephenin karşında Türk ulusalcılar cephesi. Benim gibi cephelere uzak olanların durumu en kötüsü. Bosnalaşıyor Türkiye. Orada harita yeniden çizildi, şimdi de bölgemizde aynı şey yapılıyor. Gerginlik çok tırmanacak. Maalesef.



Yine iktidarla birlikte yandaş, candaş gibi ifadeler var. Büyük gazeteler sürekli kan kaybediyor. Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan’ı nereye oturtuyorsunuz?



Meselelere tek tek baktığını, bütününü görmediğini düşünüyorum Ahmet Hakan’ın. “İyi bir şey yapıyorsa da hakkını vermek lazım” diyor. Mesele bunu aştı oysa ki. Tabii ki iyi şeyler de yapacaklar. Ama yaptıkları hemen her şeyi,  yasalara hukuka laikliğe karşı olarak yapıyorlar. Mesele bu. Hukuku çiğnediler. Hiçbir şeyin kuralı sınırı kalmadı. Vicdanlı olmaya çalışıyor Ahmet Hakan, bu önemli, ancak bir gazeteci isen o zaman bütünü de görmelisin. 21 yaşındaki bir gazetecinin tutuklanmasına çok bağırmamız gerekir. Daha dün “bunlar Zerdüşttür, domuz yerler” diyen bir siyasi lider bugün ne oldu da böyle değişti? Bunları düşünmeli, iyi okumalı. Tekrarlıyorum ben Kürt meselesini iyi bilen, yıllarca destek vermiş biriyim. Ama temel meselem insan haklarıdır. Ezilenin yanındayım, haksızlığa uğrayanın yanındayım. Dün Kürtler’in  yanındayım, bugün adaletsiz biçimde cezaevine tıkılanların, Aleviler’in, Cumhuriyet’i yok olmaktan korumaya çalışanların yanındayım.



Yurt’ta nasıl gidiyor işler, çok genç bir gazete. Tirajları oldukça iyi. Nasıl bu ailenin bir parçası olmak?



Başka yerlerden de teklifler aldım ama kabul etmedim. Yurt gazetesi kendime en yakın hissettiğim gazete oldu. Çünkü bağırmıyor. Aşırılıklardan uzak duruyor. Kutuplaşmaya mesafeli ve sola yakın duruyor. Ayrıca lafta değil, sahiden sansürü yok.  Kılıçdaroğlu’na bir eleştirim vardı mesela son yazımda. “Bizim susmamız da çok şey anlatır” demiş. Sert biçimde eleştirdim. CHP’ye de eleştiri getirebiliyorum, AKP’ye de.

CHP’nin muhalefeti çok tartışılır bir muhalefet. Bu kadar tartışılan bir muhalefet görmedim.



Bahçeli yaptırdığı bir anketi açıkladı. Bizim oyumuz yüzde yirmileri buldu demiş. Ciddi bir tırmanış var. AKP yüzde kırkbeş gibi görünüyor, CHP de yüzde yirmilere indi diyor. İki keskin uca götüren yaklaşımın böyle başarı kazanması çok acı. Radikal olan, bağıran kazanıyor sanki. Böyle bir dönemde “susarım, gözlerime bak beni anla” diye bir yaklaşım politika olmaz. Komik bir durum bu.



Türkiye Avrupa’ya kıyasla daha pahalı, solla ilişkisi çok sorunlu, Merkel bile daha solcu bizim sol cenahtan.

Muhalefet ve medya, sendikasızlaştırmayı, hükümet yanlısı sendikalaşmayı nasıl görmez. Demin sormuştun; Ahmet Hakan’a ve genel olarak o yaklaşıma yönelik eleştirim de bu aslında. Milli eğitimde yapılanlar, ilkokulda türbana izin verme, hukukun alt üst olması… Bunları nasıl görmezsiniz?

 “Muhalif olmak loser olmak anlamına geliyor bizde.”



Muhalif olma da çok yanlış anlaşılıyor bence. Bir muhalif kadın gazeteci olarak nasıl değerlendiriyorsunuz ortamı?

Haklısınız, muhalif olmak loser olmak anlamına geliyor bizde. Geçenlerde Özgür Gündem’de birlikte çalıştığımız biri geldi yanıma, “siz bir eliniz yağda bir eliniz balda olabilecek, bir servet yapabilecekken her şeyi bir yana ittiniz” dedi. İnanın hiç aklıma gelmemişti bu. “Bulunduğum yerden çok farklı bir yerde olabilirdim, lüks içinde olabilirdim, yalıda oturabilirdim”… Samimiyetle söylüyorum, aklıma gelmedi.  Bırak serveti, muadillerim hep benden çok kazandı. Eşit ücret asla olmaz medyada, kadınlar hep daha az alır.



Uğur Dündar’ın yeni kanalında yer alacak mısınız?



Altan Ertürk de Uğur Dündar da teklif getirdiler. Destek olmak istiyorum ama program açısından tam ne yaparız henüz emin değilim. Bahçeşehir Üniversitesi’ndeyim. Sağolsun İletişim Dekanı Prof. Haluk Gürgen müthiş bir jest yaptı. Bir “Ayşenur Arslan Atölyesi” açtılar. Sadece medyayı konuşmuyoruz. Gençlerle hayatı anlamak üzerine konuşuyoruz, tartışıyoruz.



Bir dönem Star’da da yöneticilik yaptınız. Yılmaz Özdil de vardı. Artık o eski gazete satış dönemleri yok, nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?



Genç okuru yakalayamadılar. Sürekli aynı şeyleri söylüyorlar. Dün başka birini alkışlıyorlardı, bugün Erdoğan’ı. Başlarındaki isimlerin hemen hepsi, nüfus kağıtları ne olursa olsun yaşlı. Hayata Ankara kurgusuyla bakıyorlar. Öğrenci olaylarından, gençlik sorunlarından ve en önemlisi gerçeklerden çok uzaklar.



Son 40 yılı düşününce medyada, hep vardınız. Bir kitap gelmeyecek mi?



Bir yayıneviyle prensip olarak anlaştım. Ancak yine de katkısı olup olmayacağı konusunda kararsızım, tam alışamadım bu fikire. Kendimi  bir kez daha arslanların önüne atacakmışım gibi geliyor. Bakalım!





SAYIM ÇINAR

sayimc@superonline.com


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin