Ayşe ARMAN\HÜRRİYET
Alo ben Eren, eşiniz sizi karımla aldatıyor
Aylar önceydi Defne Samyeli ile konuştum.
Çünkü olay yeni patlak vermişti.
14 yıllık evlilik çöküyordu.
Eren Talu boşanmak istemiyor, Defne ise “Boşanacağım” diye ısrar
ediyordu.
Defne şiddetli geçimsizlikten, Eren de sadakatsizlikten dava
açmıştı. Eren’in Galatasaray Stadı’nda bütün parasını kaybetmesi de
her şeyin üzerine tüy dikmişti.
Defne anlattı, ben de yazdım.
İsimsiz olarak. Evliliğin başından beri kocasının onu aldattığını
söyledi. Ben Defne’nin olaya bakışını aktardım.
Hemen arkasından Eren aradı, o da anlattı. Ama onun anlattıklarını,
hiçbir zaman yayınlamadım.
Çocuklar var diye, suçlamalar kötü diye, belki barışırlar diye, bir
şekilde ortalığın yatışmasını bekledim, elim gitmedi yayınlamaya.
Oysa ben gazeteceyim, taraf değilim, benim elimde bir teyp var, o
teybe kim ne anlatıyorsa onu yazıyorum. Elimde teyp varken ben
gazeteciyim, arkadaş- markadaş değilim. Onlarsa anlatıyorlar,
anlatıyorlar, fakat şöyle bir şey oluyor, saatlerce uğraşıyorum o
metinleri bir yazı haline getiriyorum, sonra “Yok vazgeçtim o
kırılacak, bu üzülecek. Vicdanına sığınıyorum, yayınlama”
diyorlar.
Eren beni, “Artık hazırım, röportaj vermek istiyorum” diye
aradığında, ne yalan söyleyeyim tereddüt ettim. “Kim bilir ne
anlatacak” dedim.
Anlattıktan sonra, “Onu yazma, bunu yazma diyecek.”
Fakat öyle olmadı. Röportajı yolladım. “Bunlar tam da sana
anlattıklarımdı” dedi, arkasında durdu.
Ve biten evlilikleri hakkında ilk defa bu kadar detaylı konuştu.
Ben vazifemi yaptım, çocuklar konusunda onu uyardım, “Rahatsız
olabilirler” dedim, ama o ısrar etti, “Onlar zaten her şeyi
biliyor. Artık herkes her şeyi öğrensin...” Unutmadan, tabii ki bu
sayfa her zaman Defne’ye de açık...
Soru- moru hazırlamadım Eren. Çünkü ne anlatmak istediğini
bilmiyorum. Neden röportaj vermek istediğini de...
-
Bugüne kadar ben hariç herkes konuştu. Defne, üç röportaj verdi. 14
yıldır onu aldatıyormuşum, yapmadığım şey kalmamış. Benim hakkımda
demediğini bırakmadı, TOKİ de söylemek istediği her şeyi
söyledi...
Sen neden sustun?
- Beni engellediler. “Konuşursan paranı alamazsın kardeşim”
dediler, daha da fazla mağdur olmamak için bekledim. Ama anladım
ki, susunca iyice mağdur oluyorsun. Artık yeter! Ben de kendi açımı
anlatmak istiyorum. Çünkü sana bir imaj biçmeye başlıyorlar, seni
olmadığın bir adam haline sokuyorlar. Tamam kabul bütün paramı
kaybettim ama işimdeki beceriksizliğime ek olarak, karısını aldatan
rezil, iğrenç bir herif oldum. Gel gör ki, işin gerçeği bu değil.
Bir kere boşanmak isteyen ben değilim. Karım, bir başkasına aşık
oldu, “Ruh ikimizi buldum, bırak gideyim” dedi; evliliğimizi
bitirmek istedi. Onu kaybetmekten ölesiye korktum. “Beni istemeyeni
ben de istemem. Zaten beni aldattın. Yolun açık olsun” demedim,
diyemedim. “Benim de kaçamaklarım oldu, yurtdışında paralı
ilişkiler kurdum ama jimnastik gibiydi, bir şey ifade etmedi. Gel
bunu, onlara sayalım, unutalım” dedim. Onu vazgeçirmek için elimden
geleni yaptım ama olmadı; o adamdan vazgeçmedi. Aylar içinde
geldiğimiz nokta şu: “Ruh ikizim” dediği adamla birlikte olmak
istiyor; ‘ruh özgürlüğüne’ kavuşmak için de benden para!
Sen bana daha önce de bir takım şeyler anlattın. Tabii bu
kadar detaylı değil...
- Evet, sen de yayınlamadın. Ama
sekiz ay önce her şey daha farklıydı, Defne o üç röportajı
vermemişti, benim hâlâ bir araya gelme umudum vardı ve işler bu
kadar vahşileşmemişti. Şimdi artık o noktada değiliz, onu geri
kazanamayacağımı biliyorum. Ben de boşanmak istiyorum. Ama
parasız... Ve onun sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi konuşması hoşuma
gitmiyor. Bu röportajı vermek istememin nedeni, “Bir de beni
dinleyin...” demek. Madem rezil olduk, o zaman bari tamamı ortaya
dökülsün...
Şimdi bu öyle bir mesele ki, işin içinde çocuklar
var...
- Ayşecim, onlar zaten bütün detaylarıyla biliyorlar. Her şeyi
okudular, mailleri gördüler. Uzayda yaşamıyorlar. Ayrıca ikimizle
de araları çok iyi. Defne benim ailemle, ben onun ailesiyle
görüşüyorum. Çocuklar için bütün o sevgi seli devam ediyor, sadece
anneleriyle babaları küs...
Peki hadi başlayalım o zaman. Sen ne diyorsun yani? “Para
bitti, kadın gitti mi?”
- Bu meşhur laf aslında bizim
durumumuzu çok iyi özetliyor. Evet para bitince, insanlar gider.
Ben bunu da anlıyorum...
Nasıl yani? Ona hak mı veriyorsun...
- Hak vermiyorum, anlıyorum. Ben de kadın olsam yapabilirim böyle
bir şeyi. Çünkü gerçekten çok zor şeyler yaşadık. Yaşam konforun
tehdit ediliyor, kendini bombok hissediyorsun. Acayip bir travma
yaşıyorsun. Hayatına kastediliyor, ötesi mi var? Her tarafın
hacizci dolu, evden teker teker her şey gidiyor, çocuğunun
bilgisayarına kadar, yatağın altına saklıyorsun, görmesinler de
almasınlar diye...
Peki, ‘kötü günde de birlikte olmak’ diye bir şey yok
mu?
- Var, var. Ben sadece sana bizim durumumuzu anlatmaya çalışıyorum,
yargılamadan dinle. Böyle bir durumda insan; kendini, çocuklarını
korumaya çalışıyor, bir ‘b planı’ arıyor. Defne’nin “Aşık oldum”
dediği şey, bir korunma mekanizması olabilir, duvara çarpacağımız
belliydi, o da o arada, bunalımdaydı, arayıştaydı, artık ne
haltsa... Birine aşık oldu. Mesele bu; da... Bütün bunların hiç
olmamış, hiç yaşanmamış gibi davranılması tuhaf. O zaman çık,
“Evet, evliyken birine aşık oldum” de, diyemiyor, bütün kusurları
bana yüklüyor.
Peki sen işinle ilgili o krizleri yaşarken karının senden
uzaklaştığını mı fark etmiyorsun...
- Önceleri etmedim.
Ama tabii ilişkimiz, biraz arkadaş ilişkisi gibi olmuştu, seks pek
yoktu, minimum bir ortak hayat. Yine de konduramıyorum. Benim karım
güzel bir kadın. Ben onu televizyon dünyasında hiç rahatsız olmadan
yüz tane herifin arasında bıraktım. O hep mesafe koymayı bilirdi.
Hakikaten geçmişe dair, en ufak soru işareti bile yok aklımda.
Brüksel’e bir medya konferansına gitmek istedi, “Tabii” dedim.
Gitti. İşte ne olduysa o konferansta oldu. Richard Gizbert denilen
o adamla tanışıyor. Adam, El Cezire televizyonunun Uğur Dündar’ı.
Evli. Bilinen, tanınan biri. Karısı var, hayır işleriyle uğraşıyor,
çok saygın bir kişilik. Londra’da yaşıyorlar. Richard o toplantıda
moderatör. Bizimki de olgun erkeklerden hoşlanıyor...
Ama senin hiçbir şeyden haberin yok...
- Yok hayır. Sadece sabahlara kadar bilgisayar başında, yatağa 5’te
geliyor. Adamla chat’leşiyorlarmış. Bir akşam çalışma odasına
girdim, baktım internette, beni görünce apar topar bilgisayarı
kapattı. Tam o sırada Blackberry’sine mesaj geldi, hem bilgisayara
hem telefona aynı anda geliyor ya... Masadaki cep telefonunu elime
aldım, koştu, elimden kaptı. Adamdan gelen mesajı görmemi
istemiyor. Sildi mesajı. “Kimden?” dedim. O anda bir senaryo
yazıverdi. Amerikan Konsolosu’nun evinde bir davet varmış, ben
yoktum, orada Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışan bir adamla
tanışmış, adam buna ilgi duymuş, bizimki de adamın maillerine yanıt
vermiş, küçük tehlikesiz bir flörtmüş ama ben tanık olduğum için de
çok utanmış... Ben de yedim. Belki de yemek istedim. Fakat içime
bir şüphe de düştü...
2 şişe votka içtik, her şeyi itiraf ettik
Madem inandın sonra şüphe nasıl başladı?
- Ya kaybedersem, ya biri varsa gerçekten hayatında gibi şeyler
geçmeye başladı beynimden. Zaten iş açısından batmış bir
vaziyetteyim, bir de evliliğim gümbürtüye gidecek! Ve kesinlikle
onu kaybetmek istemiyorum. Hemen toparlamaya çalıştım. “Gel seninle
kaçamak yapalım” dedim Defne’ye, “Aramızdaki sorunları konuşalım,
ben seni çok ihmal ettim...” Bir butik otele gittik, ilanı aşklar,
güller, onu etkilemek için elimden geleni yapıyorum. Arada da “Kim
bu adam ya” diye soruyorum. Hep şahane hikayeler yazıyor. İçimden
“Avusturalya Konsolosluğu’ndan araştırayım şu adamı” diyorum,
aklınca hedef şaşırtıyor. Sonra, “Benim Doha’ya konferansa gitmem
gerekiyor” dedi. Adam çağırıyor... Tutturdum, “Ben de geleceğim”
diye...
Gittin mi?
- Evet. O hiç istemedi ama sonunda kabul etmek zorunda kaldı. Bana
“Sen modern otel seversin, W’da kalalım” dedi. “Tamam” dedim ama
konferans Sheraton’da. Meğer o esnada karım, frenleri iptal etmiş,
yeni bir aşka yelken açmış. Adamla buluşacaklar. Ve sakın yanlış
anlama. Benim itirazım neden bunu yaptı diye değil, her boku ben
yapmış gibi duruyorum, buna bozuluyorum. Ben hem çapkın oldum, hem
salak. Bir de işler iyice zıvanadan çıktı, 5 yıl hapsim istendi, ne
yapmışım ya...
O adamın Avusturalya Konsolosluğu’nda çalışmadığını Doha’da
mı öğrendin?
- Yok hayır, Doha’da hâlâ kek durumdayım. Sabah süslenip püslenip
konferansa diye çıkıyor, meğer adamın Sheraton’daki odasına
gidiyormuş. Aşıklar orada buluşurken, benim içim içimi yiyor, bir
şey var ama anlayamıyorum. Artık üzerimde nasıl bir baskı kurmuşsa
işim gücüm yok ama Sherton’a gidemiyorum. İki de bir arıyorum,
telefonu çalıyor, açan yok, sonra açılıyor Defne “Ne oldu, neden
arıyorsun?” diyor. Nedense Defne’nin sesi hep ekolu, meğer adamın
odasındaki banyodan konuşuyormuş...
E konferans?
- Bir iki kere belki katılmıştır. İşin içinde mesleki hırslar da
var, adam başarılı bir televizyoncu, mutlaka “CNN’de çalışmana
yardımcı olabilirim” filan demiştir. Defne çok hırslıdır. Ben de
ona hep destek oldum. Bu, bir ekip işi. Ben kendi açımdan kabul
ediyorum bu evlilikle nereden nereye geldiğimi ama benzer şeyler
Defne için de geçerli. Ben o arada hala Avusturalya
Konsolosluğu’nda çalıştığını zannettiğim rakibimle psikolojik savaş
halindeyim. Aslına bakarsan o Richard kim neyin nesi hala
bilmiyordum. Adam benim zannettiğim biri gibi de çıkmadı, bambaşka
bir yerden girmiş: Yok efendim ikisi “ruh ikiz”i çıkmışlar, geçmiş
hayatlarında birliktelermiş. Yani ne yaparsan yap, boşa kürek çekme
durumu var. Bu arada Defne, Galll Sassoun’la olan biteni
paylaşıyor.
Kiminle?
- Los Angeles’lı astrolog. Bizimki sürekli onunla telefonda.
Madonna’nın da üye olduğu bir şey. Ben de gittim adama. Owo’ya
geliyordu Defne orada tanıştı, ahbap oldu.
Ne soruyor ona?
- Hayatını soruyor. “Eren’in sana altı ay izin vermesi lazım ama
vermeyecek biliyorum” diyor. Çünkü alaturka bir herifmişim. O
zamana kadar olan sevişmelerini affedebilirdim ama altı ay daha
izin veremedim!
Peki sen Doha’da Defne’nin onunla buluştuğunu, onun odasına
gittiğini, o adamın Richard Gizbert olduğunu nereden
biliyorsun?
- Defne kendisi anlattı. Ben Doha’dan
Dubai’ye geçtim, o da geldi. Ağlayarak ayrılmışlar. Zaten
havaalanından bir saatte çıkamadı, herkes çıktı Defne yok. Adamla
tuvalette telefonda konuşuyormuş.
Peki nasıl her şeyi itiraf etti?
- Votkanın gözünü seveyim! İki şişe votka içtik, birbirimize her
şeyi anlattık. Seviştik de. Ama daha önce dedi ki, “Benden
şüpheleniyorsun, al bak telefonumu hiçbir şey yok.” Verdi telefonu.
Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sildiğini zannetmiş fakat her şey
içinde. Bütün mailler, SMS’ler. Karımın çeşitli fotoğraflarını
görüyorum, kendi kendine çekmiş, hiç tanımadığım bir adama
göndermiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. “Bu ne ya?” dedim. Gerisi,
çorap söküğü gibi geldi. Artık inkar edecek hali kalmadı. Zaten ben
anlamalıydım, daha güzel olmaya çalışıyordu, memelerine falan bir
şeyler yaptırıyordu, “Zaten güzelsin, kimin için daha güzel olmaya
çalışıyorsun?” diyorum.
HEM BAŞKASINA AŞIK OL HEM ÜSTE PARA AL BÖYLE BİR ŞEY
DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK
Ne yaptın peki öğrenince?
- Bir kere 50 derece sıcak ve iki şişe votka içmişiz, yürüyecek
halimiz kalmamış. Ne kadar detay varsa ilişkilerinde hepsini
anlattı. Meğer adamın dedesi Büyükadalıymış, gelmeye kalkmış,
bizimki otel ayarlamış, benden korkusundan gelmemiş...
O arada sen neler itiraf ettin?
- Ben de karıştırdığım haltları anlattım. “Ama duygusal bir şeyim
olmadı” dedim. Benim itiraflarımda aşk yoktu. “Gel” dedim, “Tüm
bunları doğuran sebepleri konuşalım, ailemizi yıkmayalım...”
Sen karının GYM’e gitmesini bile kıskanan adamsın, bu kadar
sakin reaksiyon vermiş olamazsın...
- Valla öyle bir saplantım var. Evlenirken tek ricam, spor
salonlarından ve özel hocalardan uzak durmasıydı. Biz de biraz bu
işleri biliyoruz, temas memas derken başka şey işin içine. Karıma
güvenmediğimden değil, karşı tarafın böyle bir heyecan duymasını
istemem. Ama iş yemeği, gecelere kadar çalışmalar, kurslar,
seminerler hiç itirazım olmadı.
Peki öğrendin de ne oldu?
- “Vayyy demek bunu da yaptın ha!” filan moduna hiç giremedim. Onu
kaybetmek istemediğimi anladım.
O yüzden mi boşanmak
istemedin...
- Evet. “Sen benim yediğim haltları unut, ben seninkini, devam
edelim” dedim.
Peki telefon dinletme filan...
- Yok ya, ben Türkiye’ye döndükten sonra neler olup bittiğini
anlayabilmek için böyle bir şey söyledim. “Yine mi konuştun adamla,
bak seni dinletiyorum” dedim. O da darmadağın olduğu için yedi.
Telefon dinlemek iki şekilde oluyor: Ya Turkcell vasıtasıyla, o
hemen anlaşılan bir şey. Ya da içine bir şey yerleştiriyorsun,
Defne de öyle zannettiği için telefonu mahkemeye delil olarak
sundu.
İçine bir şey konmadı mı yani?
- Hayır canım.
O niye öyle söylüyor?
- Çünkü benim söylediğime
inandı. Ben de mahkemeye, “Sevgilisiyle bu telefonda mailleşiyor,
kayıtlar bunun içinde” dedim.
Senin bu arada, bu adamla bir diyaloğun oldu
mu?
- Utanç verici ama oldu. Adamı arıyordum. Defne “Aramayacaksın!”
dedikçe daha da sinirleniyordum. “Onu arama, senin o adamla bir
meselen yok. Bu, bizim aramızdaki bir sorun” diyordu. Deliriyorum.
Hızıma alamadım, adamın Defne’ye gönderdiği mailleri, karısına da
yolladım. “Niye onların mutluluğun bozuyorsun?” gibi saçma sapan
şeyler söyledi. Ulan, biz evimize yangın düşmüş, anamız ağlıyor,
adam boş vakitlerinde karımla buluşuyor, adamı anlayışla
karşılayacağım öyle mi?
Evet de, fena bir şey karısına filan mail
atmak...
- Daha da fenası yaptım, bir arkadaşıma kadını
arattım. Arkadaşımın İngilizcesi daha iyi, “Ben Eren. Eşinizin
karımla ilişkisi var, bilginiz olsun. Benimle görüşmek isterseniz
numaram bu” dedirttim. Aramadı kadın. Bunlardan gurur duymuyorum,
hatta mahcubum ama ben de bu acıyı böyle yaşadım...
Defne ne diyor bütün bunlara...
- Mahkemede, “Richard benim aile dostum. Eren kıskançlık yapıyor.
Benim özel maillerime girdi, o yüzden suçlu” dedi. Hapis kararı
filan çıkartmaya çalıştı...
Bütün bunları intikam olsun diye mi
anlatıyorsun?
- Hayır.
Ne peki? Para vermemek için mi?
- Param yok zaten. Beş kuruşum yok. Hem aşık ol, hem bırak, hem
üste para al... Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok...
Ama senin vukuatların da sadece o paralı kadınlarla sınırlı
değil, burada da bir kadınla görüntülendin...
- İyi hatırlattın onu da anlatayım. Bir akşam Defne’yi aradım, “Ben
kızlarla eğleneceğim, gece gelir miyim onu da bilmiyorum” dedim.
Hayatımda ilk defa küfrettim. Telefonu kapattım. Madem o kendini
evli gibi hissetmiyor, ben de soluğu Lucca’da aldım, içim içimi
yiyor, adam burada mı, buluşacaklar mı... Saat üçten sonra “Ben
Scotch’a gideceğim, gelmek isteyen var mı?” dedim. Bu kız “Ben
gelirim” dedi. Scotch’un önünde gazeteciler vardı, Pera Palas’ın
karşısındaki Heaven’a gittik. Niyetim bozuk olsa otele giderim.
Flaşlar patladı. Bu arada Defne neredeymiş? Avukatının evinde
yemekte. Her şey beni kışkırtmak için tezgahlanmış, beni gaza
getirecekler, sonra sokağa çıkacağım...
Kolay dolduruşa geliyormuşsun...
- Sinirlerim laçka olmuştu...
Hala geri istiyor musun karını?
- Yok hayır.
Artık onu da kendini rahat bırakacak mısın?
- Bıraktım. Uğraşmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Son üç aydır huzur
veriyorum ona. O da mutlu, işinde başarılı olsun. Çocuklarımız var
ama o benim eski karım artık. Karşılaşmamaya da özen
gösteriyorum.